Paylaş
Fotoğraf: Ali GÜLERYÜZ
Bu haftaki röportaj konuğum Melis Ayan, Nam-ı değer fenomen RahatAnne… Bir gün kendisinden öyle bir mail aldım ki, okurken ağlamaktan canım çıkıyordu neredeyse… Nasıl bir aşk, nasıl bir hikâye…
Bir insan hayatına dair nasıl risk alır, nasıl zor süreçlerden geçer bu röportajda başka boyutla öğrendim… Hem de sırf anne olabilmek için…
Bir yandan haberlerde doğurduğu bebeğini çöp konteyrına bırakan anneler, bir yandan daha kokusunu içine çekmeden hayatını riske atan anneler… Hayat ne tuhaf diyor insan… Melis Ayan müthiş fedakârlıklar yapmış…
Bloğunda taze annelerin, anne adaylarının merak ettiği birçok şey var… Yeni doğum yapanın baş belası olan mastit’ten beslenme, gezme tozma her şey…
Melis Ayan kimdir?
32 yaşında Uluslararası ilişkiler mezunu, 3 dil bilen ve çıktığı yurtdışı tatilleri dışında dilini kullanmayan, 11 yıllık aktif özel sektör çalışanı, 3 yıldır annelik deneyimine sahip olunca işinden feragat edip tam zamanlı çocuklarıyla ilgilenen bir anneyim.
Çok mu rahatsınız?
Tabi ki değil. Sadece kendi rahatım ve çevremin rahatlığı için neler yapılabileceğini sürekli araştıran rahatsız bir anneyim aslında. “Rahat mı batıyor otur oturduğun yerde?” diyen dostlarım var. Benim gibi annelerin, özellikle kendini çaresiz hisseden, ne yapacağını bilemeyen, kimseye anlatamadığı şeyleri bana anlatıp çözüm arayanlara elimden geldiğince çözüm üretmeye çalışan bir anneyim.
Mesela çocuklarınız vurdu, kırdı, döktü, yapıştırdı, çizdi… Sıfır tepkisiz misiniz?
Yaşının gerektirdiği şekilde çabalayıp döküyorsa, evet. Ama bilerek ve isteyerek zarar vermeye çalışıyorsa ve kendi özgürlüğünün peşine düşüp, başkalarının özgürlüğünü kısıtlıyorsa, hayır. Benim görevim ebeveyn olarak çocuğumun bir birey olduğunun farkına varmasını ve sahip olduğu özellikleri dışa vurmasına yardımcı olmak ve toplum içinde nasıl davranması gerektiğini öğretmek.
Yani?
Yani evde duvarları çizmesine izin verip, komşuya gittiğimde yapmak istediğinde “hayır” deyip kendimle çelişmiyorum. Duvarların çizilmemesi gerektiğini, çizmek istediğinde ona kağıt vereceğimi öğretiyorum. Rahatlık oradan sonra başlıyor zaten. Sınırlarını bilen çocuk mutlu oluyor ve dolayısıyla ebeveyni olarak ben de rahat hareket edebiliyorum her yerde.
Ne zaman tam böyle bilinir oldunuz?
2 yıldır. Öncesinde hiç bilinmezken de 1500-2000 i bulmuştu takipçilerim ve yine beni sosyal hayatta hiç tanımayan insanlar takip ediyordu zaten. Profesyonel destek alıp www.rahattanne.com ‘u açtıktan sonra ve benim gibi blogger olan İstanbul’daki annelerim bana destek olunca daha çok bilinir oldum. Şuan mikro blogger olarak ağırlıklı Adana merkezli hizmet veriyorum ve markalarla işbirliği yapıyorum.
Annelik fedakârlık işidir, peki siz bu hissi yaşamadan o fedakarlığa nasıl giriştiniz?
İlham kaynağım annem. Öyle bir anneye sahibim ki, onu kim tanısa anne olmak ister zaten. Fedakârlıktan ötesi bir hayatını adamışlık söz konusu annemde... Bu hayattaki amacı tamamen çocuklarının rahat etmesi ama her şeyden önce iyi bir birey olmaları. 2002’de geçirdiğim kazadan sonra tam 1,5 yıl evde ve bunun 8 aydan fazlası vücudumdaki kırıklardan ötürü hiç hareket etmeden yatmakla geçti. Yaşadıklarım benim şuan ki karakterimi ve hayata karşı duruşumu da şekillendirdi. Annemin de her zaman benim yanımda olması benim güçlenmemi sağladı. En önemlisi de hata yaptığımda üzerini örtmeden değiştirmem için beni uyarması sayesinde şuan kimseyle benim yapmış olduğum bir yanlıştan dolayı kırgınlığım ve küskünlüğüm yok. Bana ve aileme yapılan hatalardan ötürü görüşmeme kararı aldığımız ve hayatımızdan çıkardığımız insanlar var. Bunlar hep annem sayesinde oldu. Fedakârlık nerede başlamalı ve ne zaman sonlandırılmalı annemden öğrendim. Ben nasıl bu hayatta onun mucizesiysem, ben de kendi mucizemi yaratmalıydım ve böyle karar verdim anne olmaya.
Şimdi dönelim hikâyenin başına... Aşık oldunuz... Evlendiniz! Bebek istediniz o da oldu… Her şey süper… Ya sonra?
İlk görüşte aşık oldum evet. Filmlerdeki gibi. Kahve içerken yan masadaki çocuk, eşim oldu. Ne ailesini sorguladım, ne maddi durumunu, ne kökenini, ne yaşanmışlığını. Onu saf kendi haliyle sevdim ve mantık evliliği değil aşk evliliği yaptım çünkü sevgiyle beslenen bir insanım. Haddinden fazla duygusalım. İşimde de öyle, aşkla yapmazsam anında bırakırım. Mecburiyetler yoktur hayatımda. Sevdiğim eş, sevdiğim iş ve sevdiğim çocuklarım. Sonrası masal gibi zaten. Her günümüz ayrı macera ve keyifli geçiyor. Bundan sonra hayallerime ulaşma zamanı geliyor. Kitap yazma hayalim vardı. Gerçekleştirmek adına yazarlık eğitimi aldım. Proje bir kitapta yer aldım. İlk deneyimim oldu ve ilk hayalim vücut buldu. Daha başka çok hayalim var kendim için ve ailem için. Hepsini tek tek gerçekleştireceğim. Bu bir olumlama.
Peki riski bir gebelik süreciniz olmuş. Doktorlar Ya sen öleceksin ya bebeğin doğumda ölecek demiş… O Süreç nasıldı?
Geçirdiğim kazadan sonra 1,5 yılı geçen iyileşme sürecimde kalıcı hasarlar da vardı vücudumda. Birisi de kalça kemiğimin kırık nedeniyle eğri kaynamasıydı. Bu da normal doğum yapmama ve bebeğin sağlıklı bir kesede büyüyebilmesine engel teşkil ediyordu. Sağlıklı doğabilirdi ama sakat doğma ya da ölümle sonuçlanma riski yüksekti. Bunu zaten biliyordum ve hamile olduğumu öğrendiğimde doktor muayenemde o zaman röntgen çekilemeyeceğim için belirttim.
Sonra?
Kötü haber üçlü test dediğimiz 2. Trimester olarak adlandırılan down sendromu belirteci testimde Afp değerimin normalden 3 katı yüksek çıkmasıyla verildi. Kendi doktorum sorunlu gebelik olduğu için beni bu konuda uzman başka iki prof a yönlendirdi. İlk doktor “7. Aya kadar ölüm olabilir buna hazır ol ve 2 saatten fazla hareket etmezse gel bebeği alalım çünkü bu durumda bizim önceliğimiz annenin hayatı...” dedi. Gerisini hatırlamıyorum. Çıkıp bağıra bağıra ağladığımı hatırlıyorum sadece. Annem ve eşimde benimle ağladı. Sonra başka doktorlara da gidelim dedik. Elbet duymak istediğim şeyleri söyleyecek bir doktor bulacaktım çünkü ben iyi olduğunu hissediyordum. Başka doktora gittik yine aynı şeyler… Diğer bir doktora gittik. Duymak istediğim bu da değildi. Bağımsız laboratuvarda da test yaptırıp acaba sorun cihazda mı diye düşündüm eski bir laboratuvar işletme müdürü olarak. Belki cihazın kalibrasyonunda bir sıkıntı vardı. Belki edtalı tüpten çalıştılar biyokimya testlerini, karışıklık oldu dedim. İdrar da baktırdım. Yine yüksek yine yüksek. En son 8. Ayım biterken yine bir tavsiyeyle başka bir doktora gittim ve işte duymak istediğim şey “Sen iyisin, bebek senden daha iyi. Korkacak bir şey yok. Doğumdan sonra gel mutlaka bu yüksekliğin nedenini bulalım, böbrek taşı bile olabilir.” Dedi. Evet, aynen öyleydi. Yıllar önce yaşadığım taş düşürme hikâyem, hamilelikte hormonlarında tetiklemesiyle tekrar oluşmuştu ve bu da değerlerimin yüksek çıkmasına neden oluyordu. O zamana kadar geceleri gizli gizli yatağımda dişlerimi sıkıp ağlıyordum.
Ne zaman güldünüz?
32. Haftada doğum iznine ayrıldığım an gülüp eğlenmeye, oğluma müzik dinletmeye, daha güzel zaman geçirmeye başladım. Bebek anne karnında her şeyi hissediyor ve ona göre şekillenip doğuyordu bunu okuyordum hep kitaplarda. O yüzden mutlu anne demek mutlu bebek demek dedim ve keyifle sonlandırdım hamileliğimi. Aynı şeyi Mila’da da yaşadım değerlerim yine yüksekti ama nedenini bildiğimden umursamadım. Sorun olsa da ben bu bebeği doğuracaktım çünkü. Ama iki bebeğimden sonraki hafta sezaryen dikişlerim iyileşmeden korkunç sancıyla kaldırıldığım hastanede taş operasyonu geçirdim. Çizgimi ve standardımı hiç bozmadım
Hamileliğinizde doktor size “Ya seni kaybedeceğiz ya da bebeği” demiş… Ama siz risk alıp doğuma girmişsiniz… Hiç mi korkmadınız? “Ya bana bir şey olursa çocuğuma kim bakacak ne yapacak bensiz” diye?
Her gün. Her saat. Hatta her dakika o korku içimde ama bastırıyorum. Ön plana çıkarmadan onları hayata hazırlamaya çalışıyorum. Akranları biraz daha oyun çağındayken, Kerem’e sağlık nedir öğretmek durumunda kaldım. Koşamayacağımı, ayağımdaki yaraları göstererek anlattım. Bir yere gittiğimizde benden uzaklaşırsa onu bulamayacağımı öğrettim. Ve şuan tek başıma iki çocuğumu da alıp her yere gidebiliyorum. Ona hayatı öğretiyorum. Şımarık, ne istediğini bilmeyen ya da her istediğini alabileceğini düşünen bir çocuk olmaktansa, çevreye duyarlı, çöpünü yere atmayan, hayvanları seven ve koruyan, kardeşini seven, büyüklerine saygılı, toplum içinde nasıl davranması gerektiğini bilen bireyler olmaları için onlara rehberlik ediyorum. Bu bir ebeveyn olarak istediği oyuncağı almaktan çok daha önemli olan görevim.
Her çocuk farklı karakterdedir..Belki de sizin çocuğunuz da sizin karakteriniz de ya da ne bileyim huysal bir durum olabilir mi? 5 parmağın beşi bir olmaz deriz hep?
Kesinlikle doğru. Her anne bu serüvende kendi kitabını yazabilir inanın o kadar farklı. Sadece değişmeyen ve doğruluğu istatistiksel olarak kanıtlanmış bazı normlar vardır. O çerçevede kalıp değişken durumları da kendi hayatımıza uyarlamak gibi. Nasıl uyku eğitimi verilirken standart olarak karanlık oda olmalı ya da yalnız uyumaya bırakılmalı denir ama aile şartları gereğince hepsi tek odada uyumaktadır. O yüzden bu değişkenleri ve kendi şartlarınızı göz önünde bulundurarak çocuklarımızı yetiştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kardeşler arasında da baktığınızda aynı anne baba ama çok farklı karakterler olduğunu görebilirsiniz. Biri hayatını yaşama odaklıyken, diğeri ileri derecede kıskanç olabiliyor. Bu konuda ebeveyn olarak görevimiz adil davranıp dengeyi sağlayabilmek. Ve en önemlisi yanlış yolda olduğunu düşündüğümüz çocuğumuza doğru yolu gösterip tercihi ona bırakmak. Gerisi de karakter yapısına kalıyor zaten.
2. Bebek riskini nasıl aldınız?
Hayatım hep risk almakla geçti o yüzden hiçte zor olmadı benim için. Kerem’e hamileyken yaşadığım stresi bir daha yaşamayacağıma söz verdim öncelikle. Doktor kontrolünde olacağım ama her dediklerini uygulamayacağım dedim. Çünkü hormonların da etkisiyle onların ihtimal olarak değerlendirdiklerini biz öyle olacakmış gibi üzerimize giyinip o psikolojiyle çıkabiliyoruz. Ve bu da yoğun stres yaşamamızı beraberinde getiriyor. Kerem bu hayatta yaşadığım sıkıntıların hediyesiymiş gibi çok sakin ve beni yormayan bir bebekti. Biraz da onun cesaretiyle kardeşi olsun istedim.
Anneniz dokotrunuzun açıklamasından sonra bebeği aldırmanızı söylemiş. Şuanda ne söylüyor peki? Ucunuz de çok sağlıklısınız?
İyi ki beni dinlememişsin diyor. Anneler de yanılır diyor. Ben seni yönlendirdim ama sen yaşının ve deneyimlerinin çerçevesinde kendi yolunu kendin belirledin diyor. Çok mutlu şuan torunlarını çok seviyor, her gün bir arada olamasak da bir şekilde arıyor, özlüyor ve “iyi ki” diyor.
O da haklı. Herkes kendi evladının canının derdinde…!
Kesinlikle. Ben yanarım yavruma yavrum yanar yavrusuna hesabı. O da benim için çok endişelenmişti. Bir kez kaybetme korkusu yaşayan bir annenin tekrar aynı şey olur mu diye düşünmesi kadar normal bir şey var mı? Dirayetlidir belli etmez ama içi gider bize. Canından bir parçayız sonuçta. Kıyamaz bana hiç.
Gerçekten de doğum sonrası meme ucu yaraları için bloğunuzda paylaştığınız urun işe yarıyor mu???
Gümüş kapaklar evet. Ah neden bu kadar geç tanıştım sizinle dedim. Kerem’de de Mila’da da mastit oldum, bir nevi süt kanallarının tıkanması denilen ve buna bağlı olarak göğüs ucu yaralarının oluşması dediğimiz durum. Kullanmadığım marka ve doğal ürün kalmadı. Hepsinin tek handikapı acılı olan bölgeye sürme eziyetini çekmek. Zaten acı çekiyorsun yara var, üzerine birde bir şeyler sürüyorsun. İki saat geçmeden de tekrar silmek zorunda kalıyorsun emzirmek için. Bu cidden eziyetti. Ama gümüş kapaklar sadece göğüs ucunu kapalı tutup hava aldırmayarak içerde nemli kalmasını ve gümüşün içeriğinde sahip olduğu iyonlarla doğal iyileştirme süreci başlatmayı sağlıyor. Bu açıdan çok konforlu. Başka bir yan ürüne ihtiyaç duymadan kullanılabiliyor tüm hamilelik döneminde ve emzirme sürecinde. Ben çok memnun kaldım.
“2 Çocuğumda da gaz çıkarma işlemi yapmadım” dediniz. Genelde hep doğru bilinen şeyler yanlış mı?
Doktorlarımızı çok seviyorum ve çok yakın doktor arkadaşlarım var her zaman söylüyorum. Mesleklerine, bilgi birikimlerine ve deneyimlerine hayranım o ayrı. Ama farklı olan tek şey her vaka gibi annelik serüveninin de kişiye özel olduğu. Yani gözü kapalı doktorların dediğini dinleyip beklemektense kişi bazı durumlarda kendine de alternatifler üretebilmeli. Ben Kerem doğduktan sonra keşfettim bu gaz olayını. Kimse söylemedi. Herkes emzir gazını çıkar dedi aksine. Çıkarmazsam çocuk havaya uçar dediler. (Gülüyor) Çıkarmazsam ne olur dedim ve denedim. Uçmadı. Sancı da olmadı. Nasıl boşaltım sürecimiz de doğal bir süreç ve dışardan müdahale etmiyorsak, gaz çıkarma da kişinin kendi kendini yönetebilmesi adına doğal bir süreçti ve kendi kendine çıkarmalıydı. Bunu uyguladığımda Kerem’in daha rahat olduğunu ve uyuduğunu fark ettim. Mila’da da aynı şeyi uyguluyorum şuan ve o da çok mutlu ve rahat bir bebek.
Sizi bu kadar güçlü ve rahat yapan şey yaşadıklarınız mı?
Katkısı çok büyük. Ölümün eşiğine gelen bir insan normal insanlardan farkı oluyor evet. Ve ne zaman yabancı bir ortama girsem daha konuşmadan benim gibi şeyler yaşamış insanları çekiyorum kendime. Farklı bakıyorsunuz hayata. Önemli dediğiniz değer yargılarınız çok başka oluyor. Kişileri konuşmaktan ziyade daha iyi bir hayat ve toplum için neler yapabiliriz’i konuşuyorsunuz Buluşmalarınız da sıradan sohbetten çıkıyor sürekli projeler üretmeye yönelik oluyor. Yani hayatın oldukça kısa olduğunu ve bu kısıtlı sürede daha çok ne yapılabileceği üzerinde yoğunlaşıyorsunuz. Rahmetli Zeki Müren’in dediği gibi “ ömür dediğimiz şey küsecek kadar çok mu? “ felsefesiyle daha rahat bakıyorsunuz olaylara, durumlara. Hayatla kavgalı olan sürekli şikâyet eden, etrafa negatiflik saçan insanları çıkarıyorsunuz hayatınızdan. Daha keyifli ve rahat yaşamalıyım diyorsunuz. Güçlü kısmına gelince evet ben çok güçlüyüm diyorum. Akranlarıma ve sağlıklı bedene sahip insanlara baktığımda yaşadığım hareketli hayat benim ne kadar güçlü olduğumun kanıtı. Ben bedensel engelimden ötürü attığım her adımda acı çeken bir insanım ve bu beni asla engellemiyor. Aksine daha da hareket etmek, hayatı daha dolu dolu yaşamak acılarımı bastırabilmemi ve unutmamı sağlıyor. Bir nevi terapi.
En çok hangi sorular soruluyor?
Bu ara ek gıda ve sallamadan uyutma ile ilgili soru alıyorum. Annelerimizin en büyük sorunu, “Çocuk mu bana uyum sağlamalı, ben mi çocuğu kendi hayatıma entegre etmeliyim?” Bunun sürüncemesini yaşıyor annelerimiz. Bende uzman arkadaşlarımın desteğiyle onlara yardımcı olmaya çalışıyorum. Çocukla tatil, özellikle yurtdışı tatili annelerimin en çok sorduğu. Bazen de annelerim kimseye anlatamadıkları şeyleri bizi yakın bularak anlatıp dertleşmekte istiyorlar. “Mesela bir annem size özendim tatile çıkıyorsunuz maşallah çok hoşuma gitti ben de istedim eşime ben de tatile çıkmak istiyorum” demiş. Eşi de “Senin canın tatil değil dayak istiyor bence” demiş. Annemizin canı çok sıkılmıştı. Bu konu beni aşan bir durum olduğu için aile terapisti arkadaşımdan profesyonel destek alıp, annemizi bulunduğu durumdan nasıl çıkarabileceğimizi konuştuk. Yani her şey dışardan görüldüğü gibi basit değil. Arka planında ciddi bir emek ve zaman var bu işinde.
Bir de sütü gelmeyen ama kayınvalide baskısı gören lohusanın yaşadığı hikâyeden bahsettiniz. Neydi o hikâyesi?
Ya da ben bebeklere tozla suyu karıştırıp mama verilmesine karşı bir anneyim. Bu benim fikrim. Çocuğun sadece kilo alması için yapılan bir yöntem olduğunu düşünüyorum ve doğru bulmuyorum. Bunu dile getirdiğimde emziremeyen annelerim yazıyorlar hep “sütüm yok ne yapabilirim” diye. Bir annenin sütünün olmaması gibi bir durum olmadığını ve yaşadıkları şeyin stres kaynaklı olduğunu anlatmaya ve gün gün denemeye davet ediyorum ve üçüncü günde uyguladığımız yöntemlerle tekrar sütünün geldiğini görünce bana dua eden annelerim var benim. Mesela kayınvalidesiyle aynı evde yaşayan 3 aylık bebeği olan bir annemiz çok etkilemişti beni. Aç bu çocuk, doyur karnını diye bebek hep memedeymiş. Yaşadığı baskıyla sütü kesilmiş. Bunun bedensel bir durum değil stres kaynaklı olduğunu önce rahatlaması gerektiğini söyledim. Dışarı çık ve ağla bağır içini dök derin nefes al ve kendini ve kaslarını gevşet dedim. Sonra gel eve ılık duşla masaj yap sonra süt sağmayı deneyelim dedim. Yapmış, çok rahatladım dedi. Şuan emziriyor yine. Ama bu süreci yaşarken yatak odasına geçiyor ve göz göze bebeğiyle temas içinde gerilmeden yapıyor bunu. Ve her gün bana dua ediyor. Benim en büyük nazar kovucularım bu dualar işte. Onlar beni koruyor. Ve ben bir annenin hayatına olumlu bir dokunuş yaparsam inanılmaz mutlu oluyorum.
Her gün oturup her mesaja, her yoruma cevap yazıyor musunuz? Artı, her gün iş gibi bir planlama programlama var mı? Mesela şu saatler aralığında ağırlık veriyorum gibi...
Evet, yazmaya çalışıyorum. Çoğu hiç beklemiyordum cevap vereceğinizi diyor. Biz öyle ulaşılmaz insanlar değiliz aslında sizler gibi doğruyu arayan anneleriz diyorum hep. Ağırlıklı olarak geceleri zaman ayırıyorum. Herkes uyurken. Ya da gün içinde çocuklar uyurken. Başkalarını mutlu etmek adına kendi çocuklarımın zamanından çalmakta haksızlık gibi geliyor bana çünkü. O şekilde dengelemeye çalışıyorum.
Hiçbir bebek hiçbir çocuk, hiçbir yetişkin bir kılıfa sokulamaz ama bir anne evladına nasıl davranmalı?
Sabırlı ve sonsuz sevgi vererek… Bu sevgi verme konusu yeni nesil annelerimizde farklı algılanabiliyor ama. Aman hep seveyim, hiç kızmayayım. Hata yaptığında da uyarmayayım çocuk nasıl olsa, duvarı da çizsin, gıda ürünlerini oyun olarak ziyan etsin, misafirliğe gittiğimde koltukları da boyasın, camları yumruklasın, ben kızmayayım özgür büyüsün doğru bir tutum değil. Sınırlarını bilmeyen ve kural konmayan çocuklar daha da sinirli, agresif hale dönebiliyor ve hatta ebeveyne zarar verme boyutuna kadar taşıyabiliyorlar. Tüm pedagogların dediği gibi çocuk kuralları ve disiplini sever. Çocuğa neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlatmak ebeveyn olarak bizim görevimizdir. Eğer her şey netse çocuk kendini daha rahat ve güvende hisseder. Çocukla oyun oynamalı ama çocuğa onun oyun arkadaşı değil annesi olduğumuz mesajını da vermeliyiz. Aksi takdirde istediği zaman oyununa dâhil olmayan anneye tepki gösterecektir. Sevgiyi de, saygıyı da alan çocuk özgüvenli ve ne istediğini bilen bireyler olarak yetişir. Benim benimsediğim ve şimdiye kadar faydasını gördüğüm yaklaşımım bu yönde.
Paylaş