Paylaş
DEPREM insanları en çok korkutan doğa olaylarının başında gelir ve psikolojik etkisi uzun sürer çünkü sarsıntı dursa da kimi kaçabilir kimi enkazın altında kalır. Hemen, şu kadar kişiyi kaybettik, şu kadar kişi yaralandı diyemez, yaralarımızı çabucak saramaz, olay sonrasına bir türlü geçemeyiz. Yani kriz, uzun süre devam eder. Kimimiz enkazın başında kimimiz de televizyonların başında, enkaz altında kalanları merak eder ve üzülerek endişeyle kurtarılmalarını bekleriz.
Millet olarak başkalarının acılarıyla empati yapma yeteneğimiz yüksek olduğundan, gördüklerimiz, duyduklarımız, tanık olduklarımız bu endişelerimizi ve üzüntülerimizi arttırır ve bizler de depremi bizzat yaşayanlar gibi olaydan etkileniriz.
Enkazdan kurtarılanların yüz ifadeleri bize çok şey söylüyor aslında. O yüzlerde ne acı, ne de kurtulmanın sevinci var çünkü her biri tam bir şok yaşıyor. Sadece onlar değil, hepimiz şoktayız çünkü hiçbirimiz daha önce böylesi bir felaketi ne gördük ne de duyduk...
ÜLKEMİZ YASTA
Şu anda bütün Türkiye yasta, üzgün ve endişeli... Üstelik son yıllarda önce pandemi, sonra ekonomik sıkıntılar, İstanbul’da patlayan bomba, üst üste gelen şiddet haberleri derken, uzun süredir halkımız farklı korkular, kaygılar yaşadı. Moraller bozuldu, ruhsal sorunlarımız giderek arttı. İşte bu büyük deprem felaketi tam da böyle bir zamanda geldi.
Her şeye rağmen milletimiz depremden zarar görenlere yardım etmek için adeta birbiriyle yarışıyor. Büyük bir doktor ordusu, kendi isteğiyle deprem bölgelerine koştu. Kimi doktorlar ve hemşireler evlerine, üstlerini değiştirmeye gidemeden hastanelerden doğruca deprem bölgelerine ulaşmaya çalıştılar. Havaalanları, oralara gidebilmek için toplanan gönüllülerle, hastane önleri kan vermeye koşan gençlerle dolu. Gerek kişiler, gerekse büyük küçük özel şirketler, deprem bölgesine yardım göndermek için sıraya girdi.
Milyonlarca insanımız evlerinde, televizyonlarının başında gördükleri manzaralar karşında gözyaşlarına boğuldu ve hepimiz depremzedeler için dua ediyoruz.
Bu büyük acıyı, kederi, kaybı millet olarak hep birlikte gönülden paylaşıyoruz.
Havada sevginin, şefkatin, merhametin, gözyaşının, yardımlaşmanın tazecik kokusu var.
Bir yandan içimiz yanıyor, bir yandan her birimiz burnumuzun ucuna kadar gelen bu güzelim kokuyla teselli buluyoruz.
NASIL BAŞA ÇIKACAĞIZ
Uzun yıllar hafızalarımızdan silinmeyecek günlerden geçiyoruz. Her birimizin ruh sağlığı olanlardan olumsuz etkilendi. Şu anda ilk yapmamız gereken şey, halen çok büyük bir krizin içinde olduğumuzu kabul etmek, birbirimize sevgi, saygı ve şefkatle yaklaşmak ve enkaz altındaki kardeşlerimize bir an önce ulaşmaya çalışmaktır. Ruhsal yaraların ilacı her zaman sevgi, şefkat, merhamet ve yardımlaşmadır.
Olayı yaşayanlara, enkazdan kurtarılanlara, yakınlarını kaybedenlere yapabileceğimiz en büyük iyilik onları dikkatle, sevgiyle, hissederek, paylaşarak dinleyebilmektir. Soru sormadan, sözlerini kesmeden, ısrar etmeden, gözlerinin içine sevgiyle bakarak yanlarında olduğumuzu hissettirebilmektir. Yalnız olmadıklarını, acılarını sonuna kadar paylaştığımızı gösterebilmektir.
Böyle bir acıyı yaşamış kişiler uzun süre hayata tepki veremez, duygularını anlatamazlar, durgun olurlar. Belki en yakınlarını kaybettiler, belki sakat ve yapayalnız kaldılar. Bizler onların ne kadar üzgün ve perişan olduklarını düşünür ve onlardan bu tür tepkiler bekleriz. Biz ağlarız, onlar bize bakar çünkü acıları, yaşadıkları korkular o kadar büyüktür ki bunları açığa çıkarmak, ifade etmek onları çok korkutur. Bu büyük acıyı yok sayarak, derinlere saklayarak başa çıkmaya çalışırlar.
Aslında onlar için doğru olan bu değildir. İfade edilmedikçe, içlerindeki olumsuz duyguların enerjisi boşaltılmadıkça eskisi gibi sağlıklı olamazlar. Bu durumu, depremlerde kırılan faylardan boşalan enerjiye benzetebiliriz. “Annem, babam, kardeşlerim, çocuklarım hep öldü” diye anlatanların yüz ifadeleri, dinleyenleri bile hayrete düşürür.
Çoğu o anları hiç hatırlamadığını söyleyerek konuyu kapatmak ister. Bu durumlarda konuşmak için ısrar etmek, o kişilerin sıkıntılarını çok arttırır. Ancak sıcacık, sevgi dolu, onlara güven veren ortamlar, içlerindeki acının yavaş yavaş boşalmasını sağlayabilir.
ÇOCUKLARI DA UNUTMAYALIM
Deprem bölgesinde olmamasına rağmen televizyonlardan ve çeşitli kaynaklardan çok farklı görselleri izleyenler de olaydan çok etkilendi. Moraller bozuldu, uykular kaçtı, iç sıkıntıları, kaygılar, korkular, zihinlerinden atamadıkları görüntüler oluştu. Bu dönem birbirimizle bol bol konuşma zamanı... Ne izledik, ne hissettik, nasıl korktuk, ne düşündük, aklımıza geçmişte yaşadığımız hangi olay geldi... Her birini yakınlarımızla ne kadar çok konuşabilir, duygularımızı ne kadar iyi ifade edebilir ve paylaşabilirsek, yaşadığımız travmanın izlerini o kadar çabuk sileriz.
Bu arada çocuklarımızı unutmayalım. Okulları tatil olduğu halde onlara hiçbir şey yokmuş gibi davranmak yerine, içimizi parçalayan görsellerden ve haberlerden onları uzak tutmalı, yanlarında gelişi güzel konuşmamalı ve çocuklarımızı korkutmadan, güven vererek durumu anlatmalıyız. Sonraki günlerde yazacağım yazılarda konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgiler vermeye çalışacağım.
Bu büyük felaketi, birbirimizin derdine derman olarak daha kolay atlatabileceğimizi umuyorum.
Geçmiş olsun Türkiye’m, başın sağ olsun milletim.
Paylaş