Paylaş
SEVGİLİ okuyucularım...
Hafta başında okuduğum bir haberle yüreğim ağzıma geldi. Haber şöyleydi: Adana’da 3 yaşındaki kızını silahla vurarak öldüren cani anne, aynı silahla kendi canına kıydı. Psikolojik sorunlar yaşayan ve eşinden yeni boşanan 23 yaşındaki Eylül Y. dün akşam saatlerinde 3 yaşındaki kızıyla birlikte ormanlık bir alana gitti. Burada, eski eşinin tabancasıyla önce kızını öldürdü, ardından aynı silahla intihar etti.
Bir anne, 3 yaşındaki kızına nasıl kıyabildi acaba? Hem de cinayeti planlayarak işliyor, kızını elinden tutup önce ormanlık bir alana götürüyor, çocuğu hiç gözünü kırpmadan öldürüyor o cani anne. Sonra da intihar ediyor.
Ancak bu tür olayların içyüzü genellikle hiç de göründüğü gibi değildir, çok farklıdır. Her ne kadar ben bu anneyi tanımasam da, kırk yıllık psikiyatrist olarak bazı tahminler yapabilirim. Zaten haberde kadının bazı psikolojik sorunları olduğundan bahsedilmiş. Haberde o kadının önceden çekilmiş resimleri de var. Canlı, hayat dolu, genç, bakımlı ve güzel bir kadın Eylül...
*
ASIL bir ruhsal hastalık bir anneyi, çocuğunun canına kıyabilecek bir cani haline getirir diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Bense o kadının cani değil, hasta olduğunu düşünüyorum. Böyle bir durumda akla iki tür ruhsal hastalık gelir; ya o kadının şizofreniform yani akıl sağlığını bozan bir hastalığı vardı ya da ağır depresyondaydı.
Eski resimlerine bakınca ağır bir akıl hastalığına sahip olmadığını hemen anlıyorsunuz zaten çünkü karşınızda hayat dolu bir kadın var. Geriye depresyon kalıyor çünkü depresyon dediğimiz ve çoğunuzun adını çok iyi bildiği bu hastalık tedavi edilebilen, tedaviden sonra da kişide hiçbir iz bırakmayan yani tamamen düzelen bir özelliğe sahiptir. Belki tekrarlayan tip bir depresyonu vardı, yani daha önce de bunu geçirdi, ya bipolar hastalık tanısı almış ve hastalığın depresif fazını geçiriyordu ya da bu hastalıkla ilk kez tanıştı.
Hani artık günlük dilimize bile yerleşti ya, hani biraz canımız sıkılsa biraz üzülsek depresyondayım diyoruz ya, bu hastalığın adına şarkılar bile yapıldı ya... Eskiler bu hastalığa melankoli derlermiş, hatırladınız mı o şarkıyı? Melankoli, in September, yani eylüldeki depresyon. Bizim kızımızın adının da Eylül olması, nasıl içler acısı bir tesadüf değil mi?
YIKICIDIR, CAN YAKAR
Oysa majör depresyon hiç de şarkılardaki gibi hafif bir moral bozukluğu, biraz hüzün, biraz özlem, biraz sıkıntı hali değildir, yıkıcıdır ve çok can yakar. Hatta bedensel hastalıkların da dahil olduğu tüm hastalıklar içinde insanın en çok canını acıtan, en ıstıraplı hastalıktır. Ağır ya da hafif tüm depresyonlarda intihar riski her zaman vardır. Dünyadaki tüm intihar vakalarının büyük bir çoğunluğu bu hastalık sırasında öldürürler kendilerini.
Bu hastalıktan muzdarip babalar ya da anneler bazen tüm aileyi yok edip öyle intihar ederler. Neden böyle yaparlar biliyor musunuz; eşini ve çocuklarını öyle sever ki cani olduğu için değil, benim arkama kalmasınlar, dünya öyle kötü ki daha fazla ıstırap çekmesinler, kıyamam onlara, bari bu ıstıraptan onları da kurtarayım diye düşündükleri için öldürürler hepsini.
TIPKI COVID-19 GİBİ
Şimdi size biraz, depresyon dediğimiz bu hastalığı anlatayım. Dünya Sağlık Örgütü’nün son verilerine göre, bu ruhsal bozukluk, son yıllarda tıpkı COVID-19 gibi dünya çapında salgın yapmıştır ve hızını kesmeden yayılmaya devam etmektedir.
Her ne kadar nedeni, COVID-19 da olduğu gibi kişiden kişiye bulaşan bir virüs olmasa da, 21. yüzyılın başından beri hasta sayısı hızla çoğalmaktadır. Hatta yapılan araştırmalar, hemen herkesin ömrünün bir döneminde depresyona girebileceğini işaret etmektedir.
Öyleyse, her birimizin bu hastalığı az da olsa tanımamız gerekir. Kısaca buna mutsuzluk hastalığı da diyebiliriz. Kimine aniden, kimine yavaş yavaş gelir bu mutsuzluk, huzursuzluk, isteksizlik, karamsarlık ve suçluluk... Sanki dünyanın rengi değişmiştir. Her zaman severek yediği yemek, koşarak gittiği iş, bir araya gelmeyi çok sevdiği arkadaş, dinlemeye doyamadığı müzik, bakmaya kıyamadığı çocukları bir anda uzaklaşıverir ondan. Hiçbir şeyin anlamı kalmamıştır, yaşamanın bile...
SORUMLULUKTAN KAÇAR
Yıllardır alışkın olduğu hayatın temposu ağır gelir, zor gelir. Yatak onu mıknatıs gibi çekmeye başlar. Yatıp yorganı başına çekmek, hayatın sesinden, gürültüsünden, tüm sorumluluklarından kaçmak ister. Kimse aramasın, sormasın, kimse ondan bir şey istemesin, telefon bile çalmasın, bir an önce akşam olsun, bir gün daha bitsin ve geceler hiç bitmesin ister.
Bir yandan da sorumluluklarını yerine getiremediği için içi içini yer durur, kendine lanet eder. Dört dörtlük bir ev hanımı, bir su bardağını nasıl yıkayacağını düşünür durur. Sanki akıl tutulması olmuş, bildiği her şeyi unutmuştur. Konuşmayı, gülmeyi, giyinmeyi, hatta yıkanmayı bile unutturur insana bu hastalık.
Yavaş yavaş sıra düşüncelere gelir. Kendini her konuda aşağılar, geçmişte yaptığı belki de yapmadığı ufak tefek şeyler için kendini suçlar. Bütün bu karanlık ve karamsar düşünceler zamanla gelecekle ilgili tüm ümitlerini yok eder. Yaşamak artık ıstırap haline gelmiştir. Çoğunda öyle bir iç sıkıntısı olur ki en can yakıcı ağrılardan bile daha büyük bir ıstırap çekerler.
ÖLÜMÜ KURTULUŞ SAYAR
Kısa sürede ölüm bu hastalara göz kırpmaya başlar ve ölümü tek kurtuluş olarak görürler. Daha ağır vakalarda ve inançlı kişilerde, ölüm de kurtuluş değildir çünkü kendilerini öyle günahkâr hissederler ki ölünce de gidecekleri yer cehennemdir. Ancak böyle de olsa bu ıstıraba daha fazla tahammül edemez ve ölmenin yollarını ararlar.
Depresyonlu bir hasta için ölmek de kolay değildir. Kendinde, bir su bardağını bile yıkayacak, günlük duşunu alacak gücü bulamayan biri için intihar etmek o kadar da kolay değildir. Bu nedenle intihar eylemi genellikle hastalığın en ağır olduğu dönemlerde değil, iyileşmenin başladığı, ufak ufak bir şeylerin ucundan tutabildiği dönemde gerçekleştirilir.
İşte bu yüzden, eğer bir hastaya depresyon tanısı koyduysa o doktor hep uyanık olması gerektiğini bilir. Aileyi bu konuda sık sık uyarır ya da depresyon tanısının başına bir de majör yazdıysa yüksek intihar riski nedeniyle hastasını aileye bile emanet etmez ve kapalı bir klinikte tedavi görmesini ister.
ÇARE YOK DİYE DÜŞÜNÜR
Ne yazık ki bazı depresyon hastalarının doktora gitme şansı olmaz çünkü bu hastaların pek çoğu bunun bir hastalık olduğunu kabul etmez, tüm düşündükleri ve hissettikleri ona göre son derece gerçektir. Çoğunu aileleri zorla getirir doktora. Onlara göre içinde bulundukları durumun çaresi yoktur ve onlara hiçbir doktor çare bulamaz.
Bazen de onların depresyonda olduğunu ne kendileri bilir ne de yakınları... İşte o zaman gerçekten de çaresizdirler.
Sanırım Eylül’de de durum böyle oldu. Zaten eşinden yeni boşanmış, belli ki o dönem ciddi sorunlar yaşıyor. Burada eşini suçlamak istemem çünkü evliliği çok iyi giden insanlar da depresyona girebiliyor. Keşke eşi ya da yakınları onun hasta olduğunu fark edebilseydi ama bunun için onların bu hastalıkla ilgili bilgi sahibi olması gerekirdi.
TAMAMEN DÜZELEBİLİR
Bu hastalık nedeniyle intihar eden insanlara hep çok üzülmüşümdür çünkü depresyon, tedavi ile tamamen düzelebilen bir hastalıktır, üstelik kişide hiç iz bırakmaz. Beş on kere depresyon geçirmiş, sonra iyileşmiş bir hastanın geçmişte böyle ağır bir hastalık geçirdiğini hiçbir doktor anlamaz çünkü dedim ya, kişi tamamen düzelir ve kaldığı yerden, aynı hızla hayata devam eder.
Yeter ki hastalık gözden kaçmasın, yeter ki hepimiz bu hastalığı tanıyalım, Eylüller ve çocukları ölmesin.
Sizler de bana drgulserenb@madalyonklinik.com adresinden ulaşabilirsiniz.
Hoşça kalın, sevgiyle kalın.
Paylaş