Paylaş
Sevgili Okurlarım,
Bugün sizlere ülkemizin uzak kırsallarından birinde yaşanmış gerçek bir hayat hikâyesi anlatacağım. Bakalım hikâyeyi okuyunca sizler de benim gibi “Bu kadarı da olmaz” diyecek misiniz?
Kahramanımız bugün otuzlu yaşlarında, yeni evli bir kadın. Adı Belgin. Evliliğinde sorunları var çünkü eşini çok sevmesine rağmen ne ona dokunabiliyor ne de eşinin kendisine dokunmasına izin veriyor. Hikâye oldukça geriden başlıyor.
ZEHİRLİ VASİYET
Belgin’in annesi Havva Hanım henüz 14 yaşındayken kendinden birkaç yaş büyük, sokakta beraber oynadıkları bir delikanlıya kaçıyor. Hemen aile arasında düğün dernek kuruluyor ve bu çok genç çift imam nikâhıyla evlendiriliyor. Delikanlının adı Bilal. Tam da o yıl Bilal’in babası ölüyor ama ölmeden önce oğluna “Oğlum, ben evliliğimde çok mutsuz oldum. Annen benim yüzümü hiç güldürmedi. Şimdiki aklım olsa böyle mi yaşardım! Sakın tek kadınla kalma, sen de benim durumuma düşme” diye vasiyet ediyor. Havva da bunu duyuyor ve çok korkuyor. Ancak Bilal o sıralar eşini çok sevdiğinden babasının vasiyetine gülüp geçiyor.
Yaşları henüz çok küçük olduğundan bu iki genç sık sık birlikte sokağa çıkıp oyun oynuyor, birlikte gülüp eğleniyorlar. Zaman içinde çiftin arka arkaya üç çocuğu oluyor ama çocuklar doğumdan hemen sonra ölüyorlar. Köy yerinde çocukların neden öldüğü bilinmiyor, annenin henüz yetişkin bir kadın olmadığı da kimsenin aklına gelmiyor.
Havva bu kayıplardan çok etkileniyor. Ölen çocuklarına mı yansın yoksa çevreden kulağına gelen dedikodulara mı, bilemiyor. Ancak yavaş yavaş eski neşesini ve enerjisini kaybediyor, suskun, durgun biri haline geliyor. Daha sonra Belgin doğuyor ama ölen çocuklar erkek iken Belgin kız. Oysa kız olarak dünyaya gelmek bile onun kaderini çok olumsuz etkiliyor.
Bilal eşindeki bu değişiklikten ve hayatta kalan tek çocuğun da kız olmasından dolayı zaten çok gergin ve sinirli. O ara ilk kez aralarında geçimsizlik ve kavgalar başlıyor. Havva ise bir çocuğu olmasından çok memnun ve kız da olsa evlattır diyerek çocuğu bağrına basıyor. Havva yeniden hamile kalıyor ve bu sefer nur topu gibi bir oğlan doğuruyor.
Bilal önceleri “Benim de bir oğlum oldu” diye sevinse de eski neşesini ve güzelliğini kaybeden eşinden giderek uzaklaşıyor ve zamanla başka kadınlarla ilişki kurduğu ortaya çıkıyor. Eşiyle aralarında bu yüzden kavgalar sürerken Bilal o kadınlardan birine âşık oluyor ve son derece öfkeli bir adam haline geliyor. İşte o zaman babasının vasiyeti aklına geliyor ve eşine “Ben seninle mutlu değilim” diyerek o kadınla resmi nikâhla evleniyor.
BİR BABA İKİ AİLE
Bu da yetmezmiş gibi kadını Belginlerin oturduğu evin tam karşısındaki bir apartmana yerleştiriyor. O ev dayanıp döşeniyor, Belginler yokluk içindeyken onlar, ışıkları hep yanan, pırıl pırıl bir evde ve gözlerinin önünde yaşamaya başlıyorlar. Zamanla o kadından da iki oğlu oluyor.
Arada bir yine eski evine geliyor ama bu gelmeler aileyi her zaman çok korkutuyor. Aslında anne Havva kocasının onlara gelmesini cam önlerinde dört gözle bekliyor ancak Bilal gelince hiçbirini rahat bırakmıyor. Bir bahaneyle önce Belgin’i, sonra da Havva’yı fena halde dövüyor, sonra da Havva ile vahşice birlikte oluyor. Daha da garip olan ise, bu birliktelik sırasında durumu sanki çocukların da gözüne sokmak istercesine kapıyı sonuna kadar açık bırakıyor.
Belgin ve erkek kardeşi Bora, akşamları camın önüne oturup ışıkları yanan, masalar kurulup güle oynaya yemek yenen, mutlu olunan o evi imrenerek izliyorlar. O evde bolluk içinde, neşeyle yaşayan insanlara gıptayla bakıyorlar.
Bir süre sonra Bilal oğlu Bora’yı da Havva’nın tüm yalvarmalarına karşın, ikinci eşiyle oturduğu eve alıyor ama Belgin’i bırakıyor. Bora da bu duruma hiç karşı çıkmıyor. Üvey anne ise oğlanın beynini yıkayıp zamanla asıl annesine ve kardeşi Belgin’e düşman ediyor. Belgin o camın önünde karşı apartmana gıptayla bakarken artık yapayalnız kalıyor.
Üvey anne Fitnat, eşinin eski karısının yani Havva’nın yanına gitmesine çok kızıyor ve Bilal’i onlardan uzaklaştırabilmek için adamı onlar aleyhinde sürekli dolduruyor, Belgin’i sokaklarda oğlanlarla gezerken gördüğü şeklinde yalanlar söylüyor. Bilal bunlara inanıyor ve eve her geldiğinde kıza ağzına geleni söylemesi yetmezmiş gibi onu soyup bütün vücudunu baştan aşağı kontrol ediyor. Belgin bunlar yaşanırken utancından yerin dibine giriyor ama babasını durduramıyor. Annesi Havva ise kocası bir daha onlara gelmez diye bunlara pek ses çıkarmıyor.
TAKINTI HALİNE GELDİ
Kızcağız zamanla hem babasından hem abisinden hem de bütün erkeklerden tiksiniyor. Bir süre sonra bu durum Belgin’de takıntı haline geliyor ve her gece yatağına yatmadan önce “Hiçbir erkek benim ne vücudumu ne de ruhumu ele geçiremeyecek” diye kendi kendine yeminler ediyor.
Belgin ve annesi için yıllar yokluk, sefillik ve hakaretlerle dolu geçiyor ve kızcağız liseden mezun olduktan sonra bulduğu işlerde çalışıp hayatını kazanmanın derdine düşüyor. Bir süre sonra çalıştığı yerde bir delikanlıyla tanışıyor. Uzun süren kararsızlık ve korkuların ardından bu ikili arkadaş oluyorlar ve sonunda oğlan Belgin’e evlilik teklif ediyor. Bu evliliği anne Havva da destekliyor, aileler tanışıyor ve evleniyorlar.
Eşi hiç babasına benzemeyen, sakin tabiatlı, Belgin’i çok seven biri ancak böyle de olsa ilk günden itibaren Belgin eşine dokunamıyor ve onun dokunmasına da izin vermiyor. İlk zamanlar eşi bunu pek ciddiye almıyor,
“Ne de olsa namuslu, tertemiz bir kız, zamanla alışır” diye düşünüyor ama kız buna bir türlü alışamadığı gibi ona her dokunduğunda eşine tiksinerek bakıyor.
Hikâye de burada bitiyor...
KADERİMİZİ BELİRLEYEN EN BÜYÜK FAKTÖR: AİLE
Sevgili okurlarım, sanırım sizler de benim gibi, “Yok olmaz, hangi devirde yaşıyoruz, bu kadarı da olmaz” dediniz değil mi? Oysa Belgin henüz otuzlu yaşlarda, yani hikâye pek de eski değil ve bütün bunlar bizim ülkemizde yaşanıyor. Eminim siz de Belgin’in başına gelenlerin hangisine kızacağınızı şaşırdınız. Hikâyede bir insanı en ince yerinden yaralayacak öyle çok şey var ki...
Ülkemiz pek çok alanda modernleşse de, kadınlar eskiye göre dev adımlar atsa da, her alanda kendilerini kanıtlasa da özellikle çocukken kendilerini koruyamıyorlar. Bir çocuk kendini korumayı nasıl becerebilir ki? Onu korumakla yükümlü kişiler anneler ve babalardır oysa gördüğünüz gibi kızlarımız hâlâ ebeveynleri tarafından korunmak bir yana, asıl eziyeti onlardan görmeye devam ediyorlar.
NASIL BİR İNSANA DÖNÜŞECEĞİZ
Her zaman söylediğim gibi, kaderimiz doğduğumuz evlerde yazılıyor. Gelecekte nasıl bir insana dönüşeceğiz? İyi ve yardımsever bireyler olarak yakınlarımıza ve topluma katkıda bulunabilecek miyiz? İyi birer anne baba olup iyi niyetli, merhametli, sağlıklı çocuklar yetiştirebilecek miyiz? Yoksa mutsuz olarak bu mutsuzluğun acısını hem kendimizden hem de çevremizdekilerden mi çıkaracağız? Belki de çeşitli suçlara bulaşacak ve masum insanların korkulu rüyası haline mi geleceğiz... İşte bunların en temelinde hep nasıl bir ailede yetiştiğimiz yatıyor. Ben de o yüzden elimden geldiği kadar yazmaya, en çok da aileleri bilinçlendirmeye çalışıyorum...
Elinizdeki tohumu nasıl bir toprağa ektiğiniz o tohum için ne kadar önemliyse, çocuklarımızın içine doğduğu aileler de o kadar önemlidir.
Belgin’i soracak olursanız, bu derin yaraların açtığı sorunlardan kurtulabilmesi için uzun bir terapiden geçmesi gerekecek. Umarım o da bir gün hak ettiği mutluluğa kavuşur.
-Sizler de bana gb@madalyonklinik.com adresinden ulaşabilirsiniz. Hoşça kalın, sevgiyle kalın.
Paylaş