Paylaş
YENİ biriyle tanışıp sohbet ilerlediğinde, “Nerelisin?” ilk sorulan sorular arasında yer alır. Karşımızdakinin memleketine göre o kişiyle ilgili tahminde bulunmaya çalışırız. Daha önce aynı memleketten olan bir tanıdığımız varsa ve o kişiyle sorun yaşamışsak, hemen onu dikkat edilecek insanlar listesine ekleriz. Ya da çok sevdiğimiz bir dostumuzun hemşerisiyse daha dikkatli ve dinlemeye açık şekilde iletişimimizi sürdürürüz. Eski deneyimlerimiz bizleri yeni karşılaştığımız kişi ya da olay karşısında “fikir sahibi” yapar, çok ileri boyuta vardırdığımızda ise önyargı haline gelir.
PEŞİN KARAR
Önyargı, bir kişi ya da olaya ilişkin yeterli bir bilgi edinmeden, önceden, peşin bir karara varmış olma durumudur. Önyargılar genellikle olumsuzdur ve ayrımcılığına neden olur. Oluşturduğumuz önyargılar dışında, başkalarının davranışlarına anlamlar yükleriz. Patronumuzun “Günaydın” dememesi ya da arkadaşımızın tasvip etmediğimiz bir kelime kullanması, komşumuzun sürekli aynı şeyi yapması anlam yüklemek için yeterli olur. İlk akla gelen bunların bize karşı yapıldığı düşüncesidir ve bu nedenle kızgınlığa sebep olur. Kızgınlık da karşımızdakine karşı davranışlarımızı ve duygularımızı belirler.
Sözlükte “kuşkulanmak, kesin bilgiye ulaşmak, itham etmek” anlamlarındaki zan da hem “yakinin zıddı, kuşku, kesinleşmemiş kanaat” hem de “ilim, düşünüp taşınarak ulaşılan kesin bilgi” anlamına gelir. Râgıb el-İsfahânî zannı “bir emareden hasıl olan kanaat” şeklinde tanımladıktan sonra emarenin güçlü olmasının son noktada ilme götüreceğini, zayıf olmasının ise vehim sınırını aşamayacağını belirtir.
20 AYETTE VAR
Kuran-ı Kerim’de yirmi kadar ayette zan, elliye yakın yerde de türevleri geçmektedir. Bu ayetlerin çoğunda zan “vehim, kuruntu”, bazılarında “bilgi, yakinen bilme, inanma”, bazılarında ise “kesin olmayan kanaat, kuşku, tahmin, beklenti” manalarını içerir. Mesela, “Allah’a kavuşacaklarını zannedenler derler ki...” (Bakara 2/249) ayetinde zan kelimesi müfessirlere göre “yakin” anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla ayetin manası, “Allah’a kavuşacaklarını bilenler ve bundan şüphesi olmayanlar derler ki...” (Zemahşerî, I, 476) şeklindedir. Bazı hadislerde zannın isabet ve hata ihtimali taşıdığı ifade edilirken bazılarında zandan kaçınmanın öğütlenmesi zannın sözü edilen iki anlamı bakımından değerlendirilmiştir. “Kulum benim hakkımda nasıl bir zan sahibi ise ben öyleyim” anlamındaki kutsi hadiste (Buhârî, “Tevḥîd”, 15) zan kelimesinin yakin anlamında olduğu belirtilmektedir. “Zandan kaçının, çünkü zan sözün en yalanıdır” hadisinde geçen (Buhârî, “Ferâʾiż”, 1) zan ile “şek” ve suizan kastedilmektedir.
SAĞLIĞA ZARARLI
Zan çoğu kez delilsiz, temelsiz bir tahminden ibarettir. Düşündüklerimiz kimi zaman gerçek olabilse de çoğu zaman konunun aslıyla ilgisi olmayan bir önyargıdan başka bir şey değildir. Zan, kalbin tereddütle ve şüpheyle meşgul olmasıdır. İyimser olunmadığında önyargıya neden olan, daha ileri boyutlarıyla kalpteki hastalıkları tetikleyen bir kuruntudur. Bu yüzden Allah Rasulu (sav) zannın yol açabileceği zararlara karşı insanları şöyle uyarmaktadır: “Zandan sakının. Çünkü zan, yalanın ta kendisidir. Birbirinizin konuştuğuna kulak kabartmayın, birbirinizin özel hallerini araştırmayın, birbirinizle üstünlük yarışı içine girmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!” (Buhârî, Edeb, 57) Peygamber Efendimiz’in (sav) uyarılarına baktığımızda, bugün sosyal medyanın zannın en çok yaygın olduğu mecra olduğunu görüyoruz. Suizan insanların algılarını etkilemek, onlara yön vermek için sosyal medyada kullanılan en büyük propaganda aracıdır.
GÜNAHLARA ZEMİN
Yüce kitabımızda, insanların zanda bulunarak birbirini çekiştirmesi kesin bir dille yasaklanır. Bu tutumun günahlara zemin hazırlayabileceğini bildiren Yüce Rabbimiz bizleri şöyle uyarır: “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Biriniz kardeşinin ölü halinde etini yemeyi hiç arzu eder mi? Demek tiksindiniz! O halde Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurât, 49/12) Zan, kötü düşünceye, önyargılı bakış açısına, araştırmadan hüküm vermeye yol açar. Bu nedenle bazı rivayetlerde, “Zanna kapılıp tereddüde düştüğünüz zaman o işi yapmayın” (Müttakî el-Hindî, Kenzü’l-ummâl, III, 461) denilmektedir.
KÖTÜSÜ İNCİTİR
Kötü zan, yani suizan insanı hatalı davranmaya sevk eder, hem kişiyi hem de başkasını incitir. Bu hastalıktan korunmak için en başta gelen tedbir, insanların aklında soru işareti bırakacak, gönüllerine şüphe düşürecek, töhmete neden olacak durumlardan sakınmaktır. Bu yüzden Hz. Peygamber (sav), “Üç kişi iseniz, ikiniz diğerini bırakıp da fısıldaşmasın, çünkü bu onu üzer” (Buhârî, İsti’zân, 47) tavsiyesinde bulunarak zan konusundaki hassasiyetini ortaya koyar.
Hucurat Suresi’nde geçen “zannın birçoğundan” ifadesiyle kasıt suizandır. Olumlu ve güzel düşünen kimsenin kalbine gelen düşünceler ise “hüsnizan”dır. İyiliğin göstergesi olan hüsnizan, iyimser olmak, kötü düşünceleri bertaraf etmektir. Hayır dilemek, hayra yormak, kişiler ve olaylar hakkında art niyetli olmamaktır. Müslüman’ın hayatında bu bakış açısı esas olmalıdır. Aksi ispatlanmadığı sürece hüsnizandan vazgeçilmemelidir. Aksi takdirde insan hayatını, onurunu rencide edecek birçok olayın önüne geçilemez.
HÜSNİZAN BESLE
Hüsnizan, yani iyi düşünmek kişinin iyi bir Müslüman olduğunu gösterir. “Allah hakkında hüsnizan beslemek, (onun af ve mağfiretini ummak) güzel bir ibadettir/ibadetin güzelliğindendir” (Ebû Dâvûd, Edeb, 81) hadisi, kişinin yaptığı ibadetlerin kabul olacağına dair hüsnizan beslemesinin de ayrıca ibadet olduğuna işaret etmektedir. “Ben kulumun zannı üzereyim. Beni nasıl tanırsa öyle muamele ederim” sözü de bizleri korku ve ümit arasında olmaya teşvik eder. Rabbimizin rahmetini ümit edersek, öyle muamele görürüz. Rabbimize suizan etmemeliyiz. Yani, “Ben çok günahkârım, bana mutlaka azap eder” demek, Allah’ın iradesine karışmaktır. “Ben çok günahkârım, ama Rabbim af ve mağfiret sahibidir” diye düşünmek, günahlara tevbe edip af dilemek gerekir.
SEHİV SECDESİ NEDİR NASIL YAPILIR?
BİR namazın kusurlu kılınması halinde, bu kusuru düzeltmek maksadı ile namazın sonunda yapılan secdedir. Kusur genellikle namazda farzın tehiri, vaciblerden birinin unutularak yapılmaması (terki), yahut sonraya bırakılması (tehiri), yahut da vaktinden önce yapılması (takdimi) suretiyle ortaya çıkar. Namaz içinde bu yanlışlıklar hatırlanırsa namaz sonunda sehiv secdesi yapılır. Sehiv secdeleri vacibdir.
Son oturuşta Tahiyyât okunduktan sonra, imam olan kimse sadece sağ tarafına, yalnız kılan ise iki tarafına da selam verir ve hemen ardından Allahü Ekber diyerek 2 defa secdeye varır. İkinci secdeden sonra doğrulup oturur ve yeniden Tahiyyâtı, salâvat ve duaları okuyarak selam verir. Böylece sehiv secdesi yerine getirilmiş olur.
BİR AYET: EY insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Hiçbir babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına hiçbir yarar sağlayamayacağı günden korkun! (Lokman, 31/33)
BİR HADİS: RASULULLAH (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah şöyle buyurur: ‘Kulum benim hakkımda nasıl düşünüyorsa ben öyleyim. Ve bana dua ettiğinde ben onunla beraberim.’” (Müslim, Zikir, Dua, Tevbe ve İstiğfar, 19)
Paylaş