Çocuklarımızı yetiştirirken hangimiz çaresiz hissettiğimiz zamanlarda cevabını bilmediğimiz soruları doğru şekilde cevaplayacak, içinden çıkamadığımız sorunları hemen çözecek sihirli rehbere ihtiyaç duymadık ki? Hangimiz doğru, mükemmel şekilde çocuk yetiştirmenin yolunu aramadık ki?
Bir çocuğun gelişiminde tek bir faktörün etken olmadığını, biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörlerin birbirleriyle de etkileşim içinde kalarak çocuk gelişiminde rol oynadığını göz önünde tutarsak, bu sorunun tek bir cevabının olamayacağını tahmin edebiliriz. Uzmanlar, çocuk yetiştirme konusunda neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilimsel yöntemlerle araştırmaya devam ediyor ve aileleri yanlış yöntemler ile ilgili uyarıyor. En doğrusu nedir bilemesek de yanlış yapmadığımıza emin olmak ve çocuğumuza zarar vermediğimizi bilmek belki içimizi rahatlatabilir.
Bir de doğru sandığımız ama aslı olmayan, hiçbir bilimsel araştırma tarafından desteklenmeyen yöntemler var. Nesilden nesile aktarılan yanlış bilgiler, mitler var. Stephen Hupp ve Jeremy Jewell bu konunun evrensel bir problem olduğunu fark ederek, 2015 yılında “Çocuk Gelişimi ile İlgili Mitler” adıyla bir kitap yazmışlar. Kitaptan, bize de tanıdık gelecek bazı mitleri sizin için seçtim...
◊ 1. Zihin uyarıcı videolar seyrettirmek bebeklerin zekasını geliştirir:
1990’lı yıllarda çok yaygındı; çocuklarının çok zeki olmasını isteyen anneler daha hamileyken çocuklarına Mozart dinletmeye başladılar. 2000’li yıllara gelindiğinde ise, çocuklarının dahi olmasını isteyen anne-babalar arasında ‘Baby Einstein’ gibi bebeklerin zihinlerini uyarıcı videolar moda oldu.
Bu konu üzerine yapılan yüzlerce araştırma var. Bu videoların, anne-babaların hayatını kolaylaştırmak gibi bir etkisi olsa da bebekler üzerine hiçbir olumlu etkisi olmadığı bulunmuş. 2 yaşından sonra bazı öğretici videoların faydalı olabileceği ama yine de insanlarla etkileşimin yerine geçemeyeceğinin altı çizilmiş.
Özet olarak, Amerikan Pediatrik Akademisi, televizyon/video seyretmek yerine, anne-babaların, bebek doğduğundan itibaren her gün okumalarının daha faydalı olacağını tavsiye ediyor.
◊ Evleneli 8 sene oldu ama hâlâ eşimle beraber olamadık.
◊ Eşim çok anlayışlı, benim hazır olmamı bekliyor ama üç yıl geçti ve biz hâlâ bir ilerleme kaydedemedik.
◊ Eşimi çok seviyorum ama bedenim cinsel ilişkiye girmeyi reddediyor.
◊ Çocuk sahibi olmak istiyoruz ama cinsel ilişkiye giremediğimiz için çocuğumuz da olamıyor.
◊ 10 yıldır birlikte olamadık ama bunu bugüne kadar kimseyle konuşamadım, çünkü benim için çok utanç verici.
◊ Etrafımızda herkes “Niye çocuk yapmıyorsunuz?” diyor, bilmiyorlar ki biz daha normal bir evlilik bile yaşayamıyoruz. Etrafımda hamile kadın görmeye tahammül edemiyorum.
◊ Kendimi kadın gibi hissetmiyorum, eşime karşı çok suçluluk duygusu yaşıyorum.
- Danışan: Benim, gelinimle sorunum var ama onu size getiremeyeceğim için ben gelmeye karar verdim. Oğlumun, gelinimle aramızdaki çatışmalar yüzünden mutsuz olmasını istemiyorum. Sorunumuzun nereden kaynaklandığını tam olarak bilmiyorum ama benden, davranışlarımdan, bakış açımdan kaynaklanıyorsa değişime hazırım. Söylediğim gibi, oğlumu üzmek istemiyorum. Ayrıca gelinimle anlaşamamayı kendime de yakıştıramıyorum. Bir yandan da korkuyorum, 70 yaşındayım, insan bu yaştan sonra değişebilir mi?
- Dr. Başak: Elbette değişebilir. Değişmek istediğiniz her yaşta değişebilirsiniz. İnsanların gelişebildiğine, değişebildiğine, öğrenebildiğine inancımız olmasaydı, psikoterapiye de inancımız olmazdı.
- Danışan: Bize yanlış öğretilmiş demek, beynimize kazınmış: “İnsan 7’sinde neyse 70’inde de odur.” Ayrıca, insanın bir tarzı olmalı, inançları, duruşu olmalı, bu yaşta bunları değiştirmek doğru mu?
- Dr. Başak: “Değişim” kötü bir kavram olarak algılanmamalı. Tam tersine adaptasyon, hoşgörü, özgürlük, esneklik olarak algılanmalı. Değişim sizi hem özgürleştirir hem de daha esnek kılar. İsteklerinizi değiştirmeye, fikir değiştirmeye, vazgeçmeye, eskiden sevdiğiniz şeyleri sevmemeye, sevmediklerinizi de sevmeye hakkınız var. Sanki hakkımız yokmuş gibi düşündüğümüzde daha büyük sorunlar çıkıyor. Örneğin, “hayatta yapmam” dediğiniz bir şey için belki artık daha farklı bir bakış açısına sahip olmuşsunuzdur ve artık yapabileceğinizi düşünüyorsunuzdur, o zaman neden yapmayasınız?
GELİNİMİN TAVIRLARINA UYUM SAĞLAMALIYIM
- Danışan: Buna çok uygun bir örneğim var. Hayatta evde hayvan beslemem diyordum, şimdi torunumun kedisini, onlar seyahate gittikçe almak zorunda kalıyorum. İlk başlarda çok sinirleniyordum, şimdi bir yere gitseler de kediyi bana bıraksalar diye bekliyorum. Demek insan değişebiliyor gerçekten. Bazen de insan utanıyor ama... Sanki “tükürdüğünü yalamak” gibi olmuyor mu?
Danışan: Üç yıldır nişanlıyız ve bir ay sonra evleneceğiz. Nişanlımı çok seviyorum ama kendimi hazır hissetmiyorum. Evliliği düşündükçe soğuk terler döküyorum.
- Dr. Başak: Neler hissediyorsunuz?
Danışan: Çok gerginim, çok korkuyorum, bazen nefes alamayacak gibi hissediyorum. Bazen çok mutluyum, bazen aşırı depresif, kaygılı, tedirgin.
- Dr. Başak: Neler düşünüyorsunuz?
Danışan: Evlenmek doğru bir karar mı? Ya pişman olursam? Ya o benim için doğru kişi değilse? Ya benim için daha iyi bir seçenek varsa? Başka hiçbir şey düşünemiyorum. Zaman yaklaştıkça daha da geriliyorum. Neredeyse her saniye aklımdan aynı şeyler geçiyor. Hele o sırada nişanlım ararsa daha da panik oluyorum. Acayip suçluluk duygusu yaşıyorum ve ona çaktırmamak için ne yapacağımı bilemiyorum. Tam bir işkence... Ne evlenme fikri rahatlatıyor ne de ayrılma fikri.
YANLIŞ BİR KARAR MI VERİYORUM, SÖYLEYİN
Danışan: Hayatım boyunca hep daha zayıf olmak istedim. İncecik insanlara nasıl özeniyorum anlatamam. Geçmişe baktığımda, bu kadar kilolu değilken bile daha zayıf olmak için çabalayıp durduğumu, kendimle uğraştığımı hatırlıyorum. Yani kafamın içinde hep bir kavga, hep bir kilo problemi vardı. Bunu çözebilmek için gitmediğim diyetisyen kalmadı. Diyetisyene gittiğim zamanlar kilo verebiliyorum ama sonrasında daha birkaç ay geçmeden yine alıyorum. Bunun altında başka bir problem olduğunu düşünüyorum ve bunu çözmek istiyorum. Çünkü artık şişman olmak istemiyorum.
- Dr. Başak: Yeme davranışının arkasındaki nedenleri anlamak için çalışan uzmanlar, aşırı yeme, az yeme, sağlıklı yeme, diyet, kilo kontrolü gibi konular üzerine uzun yıllardır araştırmalar yapıyor. “Neden yeriz? Nasıl yeriz? Ne yeriz?” gibi soruların cevaplarını ararken, biyolojik, psikolojik ve sosyokültürel faktörleri inceliyorlar. Yeme davranışımıza yön verenin her davranışımıza olduğu gibi, bilişsel süreçlerimizin yani düşüncelerimizin, inançlarımızın, algılarımızın olduğunu savunan psikologlar, davranışımızı değiştirebilmek için bilişsel süreçlerimizin üzerinde çalışmamızı öneriyorlar.
Danışan: Bu durumda ben zayıf olmak istiyorsam, yeme davranışımı değiştirmeliyim. Ben de bunu istiyorum zaten ama kolay değil. Anladığım kadarı ile bunun için davranışıma neden olan düşünce ve inançlarıma bakmalıyım.
YEMEDEN ÖNCE KENDİNİZE BU SORULARI SORUN
- Dr. Başak: Evet, çünkü hepsi birbiri ile bağlantılı. Farkında olmasak da her yemek öncesinde bir düşünce ve karar sürecinden geçiyoruz.
Danışan: Farkında değilim tabii, her lokmada ne düşündüğümü nereden bileyim?
Oysa zayıf insanların yemek yemek, hareket etmek, kiloyu korumak ile ilgili çok daha disiplinli, kararlı, bilinçli ve süreklilik gösteren tarzda bir düşünce ve davranış şekilleri var. Siz de bu şekilde bir düşünce ve davranış sistemine sahip olabilirseniz, istediğiniz kiloda olmak için hiçbir engeliniz kalmaz.
Bu düşüncelerin listesini, size rehber olabileceğini düşündüğüm için tekrar paylaşıyorum. Bu listedeki her bir maddeyi dikkatle okuyun ve kendinizi kıyaslayın. Neredesiniz ve nerede olmak istersiniz?
Hayatınızda ne tür değişiklikler yapmanız gerekli?
◊ Zayıf insanlar, zayıf olmak için hiç bitmeyen bir çaba içindedirler.
◊ Yakamayacaklarını düşünüyorlarsa yemezler, yerlerse yakmanın bir yolunu bulurlar.
Danışan: Hiçbir şeyden keyif alamıyorum artık, hatta uyanık olduğum her an acı çekiyorum. Çünkü her an aklımda o var. Ne yaparsam yapayım onu aklımdan çıkaramıyorum. Ne yemek yiyebiliyorum, ne uyuyabiliyorum, ne de kimseyle görüşmek istiyorum. Yüzü, gülüşü, sesi her an aklımda. Yanımda olsun, benimle olsun, beni sevsin istiyorum ama artık bu mümkün değil.
- Dr. Başak: Ne zamandır bu şekilde hissediyorsunuz?
Danışan: 4-5 aydır böyle hissediyorum ve artık dayanamıyorum. İşimi, sosyal ilişkilerimi, beslenmemi, uykumu her şeyimi olumsuz etkilemeye başladı. Daha fazla acı çekmek istemiyorum. Durup dururken ağlamak geliyor içimden. Bazen kendimi tutuyorum ama bazen de tutamıyorum. Arkadaşlarım da beni anlamıyor, bu halime anlam veremiyor çünkü normalde gayet sağlıklı, neşeli, eğlenceli bir insanımdır. Hayatımda ilk defa bu derece çaresiz hissediyorum. Yani normalde bu konuyu çoktan halletmiş olmam lazım, onu hiç düşünmüyor olmam lazım ama hiçbir şey yapamıyorum.
- Dr. Başak: Aklınızdan atmak istediğiniz halde atamıyorsunuz ve onunla ilgili düşünceler, zihinsel görüntüler hiç istemediğiniz halde sık sık aklınıza geliyor, doğru mu anladım?
Danışan: Evet bu kadar çok düşünmek istemiyorum, acı veriyor. Ama bazen de itiraf etmeliyim ki, özellikle onu düşünmek istiyorum. Sosyal medyada onun resimlerini araştırıyorum, onun neler yaptığını anlamaya çalışıyorum. Bazen de onu hatırlatan duygusal şarkılar dinliyorum ve sadece onu düşünüyorum. Bu önce iyi hissettiriyor ama aslında bana daha da fazla acı veriyor. Sanki yarama tuz basıyorum. Neden böyle yaptığıma anlam veremiyorum.
Yarın sınava gireceksin ve bunu düşündükçe kalbin çarpıyor, miden bulanıyor, ellerin titriyor. Sadece sen değil, anne-baban da aynı heyecan içinde ama sana belli etmemeye çalışıyorlar.
“Ya sınav çok zor olursa”, “Ya sınav sırasında da heyecanlanır ve yanlış yaparsam”, “Ya vaktimi doğru kullanamazsam” gibi düşünceler zihninin içinde dolanıp duruyor.
Bu düşünceler neticesinde yoğun kaygı yaşıyorsun. Bu yaşadığın duyguya “sınav kaygısı” diyebiliriz. Her öğrenci, sınav öncesinde belirli düzeyde kaygı yaşayabilir. Bu kaygı çok normal. Hatta, bir miktar kaygının, iyi performans göstermemizi sağlayan olumlu etkileri bile var.
Bedenimizin kaygı duygusu sonucu otomatik verdiği tepkiler sırasında salgılanan adrenalin hormonunun uyarıcı etkisi, kişinin dikkatini toplamasına yardımcı oluyor.
Diğer taraftan, kaygı çok yoğun yaşandığında faydadan çok zarar verebilir, performansı olumsuz etkileyebilir. Çünkü yoğun kaygı yaşadığımızda bedenimiz daha yoğun tepkiler verir: Kalp atışlarında hızlanma, terleme ya da üşüme, yorgunluk, solunum güçlüğü, titreme, mide ağrısı, baş ağrısı vb...
Sonuç olarak, yoğun kaygı sırasında beden kaygı ile uğraştığı için enerjin israf edilmiş olur. Öyleyse en önce, yaşadığımız bu yoğun kaygıyı azaltmamız gerek.
KAYGIYI AZALTMANIN