Cenap Şahabettin’in Bakırköy’deki evi konusundaki haberi Hürriyet’te okumuşsunuzdur.
Hürriyet, yazar evlerinin onarılması, ziyarete açılacak duruma getirilmesi için bir kampanya başlatmıştı. O kampanyanın uygulama alanındaki sonuçlarını gözden geçirmenin zamanı geldi. Haberin ateşiyle belediyeler başta olmak üzere sözler veriliyor, vaatlerde bulunuluyor sonra hepsi donup kalıyor.
Aslında birçok yazarın evi müze olmalı, orada kitapları sergilenmeli.
Müze-evler yazarın unutulmamasını sağlıyor.
İstanbul’u düşünüyorum. Tevfik Fikret’in Âşiyan’ı kendi evi.
Teşvikiye’deki Abdülhak Hamit’in Maçka Palas’taki oturduğu kata ve Necati Cumalı’nın Etiler’de oturduğu evin dış kapısına bir plaket konulmuştu.
Cenap Şahabettin’in Bakırköy’deki evinin statüsünü onarım için almalı.
Evin durumu en azından
Benim de çok beğendiğim bir sanatçı Ekşioğlu. Türkiye’deki bütün sergilerine de gittim.
‘Benim Kedilerim’ için de bir yazım yayınlanmıştı.
Orhan Duru, Ekşioğlu’nu nasıl yorumlamıştı:
“Ekşioğlu, antik ve estetik nazik
Kendi başına bir yeryüzü ustası
İnsancıl ve masalsı
Adı ekşi ama yapıtları tatlı
Bir bakışta Yunus Emre’yi arattı.”
Her hafta gerçekleştirilen konser saatinde bu hafta hangi orkestra, hangi eserleri seslendirecek:
- Şef Christian Thielamann
- Dresden Saatskapelle Orkestrası
- Brahms, ‘İkili Konçerto’
Kemancı Lisa Batiashvili – Çellist Gautier Capuçon
- Çaykovski: Romeo Juliet fantezi uvertürü
Elbet bu istek, bu dilek karşılıksız kalmayacak, bir çalışma seferberliğinin ateşleyicisi olacak bu cümle.
Hürriyet Gösteri’nin yayın hayatına nasıl başladığını hatırlatayım bu vesileyle.
Ben hem Hürriyet hem Cumhuriyet’te yazı yazıyordum. O dönem Hürriyet’in genel müdürü Nezih Demirkent benden bir dergi hazırlamamı istedi.
Derginin sahibi de Sedat Simavi olacaktı. O dergi aracılığıyla Sedat Simavi’yi yakından tanıdım, birlikte çalıştığımız günlerde onun bilgisi ve sezgisinden çok yararlandım.
Biraz garip bir durumdu ama iki kurumda da dergi çalışmalarını yapıyordum. İki gazetenin sahibinin, Nadir Nadi’nin de, Erol Simavi’nin de, hatta Cumhuriyet genel yayın müdürü Oktay Kurtböke’nin de bu çalışmalardan haberi vardı.
Dergi idarehanelerinin en hoş yanı yazarların mekânı ziyaretiydi. Hem dergiyi çıkaranlarla hem de birbirleriyle karşılaşıp sohbet ederlerdi. Merkezde, Cağaloğlu’nda olmanın avantajıydı bu.
Hürriyet Gösteri’nin ilk sayısı Aralık 1980’de çıktı. Yazıişleri müdürü olarak da Ergil Tezerdi’nin adı vardı.
Dergide edebiyatın bütün türlerinden, sanatın farklı dallarından yazılar vardı.
Böyle kutlama günlerinin görüntüsü dışında, bu konuda kitap okunması taraftarıyım.
Cumhuriyet’in başlangıcından oluşum sürecine kadar geçen zamanı algılayabilmek için Atatürk’ün ‘Nutuk’unu okumak şarttır.
Birçok baskısı yapılmıştır, ben ilk özgün metnini bir tarih tadı alarak okurum.
Destekleyenlerin, ihanet edenlerin, köstek olanların da belgesel bir romanıdır. ‘Nutuk’tan sonra başka kitapları da okumalısınız. Özellikle siyasal alandaki kitapları okurken, dünya ortamını da unutmayın.
O dönemin tanıklarının kitaplarını ayrıca tavsiye ederim. Atatürk’ü tanıyanların, tanıklıkların eserlerini kitaplığınızda bulundurmalısınız.
Her kuşağın yaşadıklarının ışığında, siyasal ve edebi eserleri okumalarını her zaman öneririm. Devraldığınız bir devrimin aşamalarını izleyerek bugünkü yerinizi belirleyebilirsiniz.
Bazı yazarlar var ki Atatürk’ün adının geçtiği her satırda onları da anmalısınız. Falih Rıfkı Atay ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu başta gelen adlardır.
Tevfik Fikret
Özellikle yazlık yerlerde festivallerin, konserlerin gerçekleşeceği umudundayım. Yazlık yerlere gidenlerin müziğe, sanata ihtiyaçları olmayacak mı? Turizm denince artık kültür turizmi de bunun içine giriyor.
Konserler, film gösterileri açık havada yapılabilir. Eskiden televizyon olmayan dönemlerde, bahçe sinemaları ilgi görürdü. Birkaç yıl önce bazı kurumlar bahçe sinemalarını açtı ama eski seyircisini bulamadı.
İKSV’nin düzenlediği Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma ve Galalar bölümündeki filmler haziran ayında gösterilecek.
Yabancı ve yerli filmlerden yapılacak seçmeler, açık hava sinemalarında gösterilecek.
İKSV, çevrimiçi olarak çalışmalarını sürdürdü. Ama yazın böyle bir uygulamaya bence gerek yok.
Her gün Bodrum’a dair bir haber okuyorum. Doğuş Grubu’nun düzenlediği Bodrum Müzik Festivali’nden, Gülsin Onay’ın danışmanlığını yaptığı Gümüşlük Piyano Festivali’nden haber yok.
İzmir’deki müzik festivalinden söz eden yok.
Yaz aylarında her yer açık hava sahnesi.
İcra edilecek besteler:
- Rus besteci Sergey Prokofyev’in ‘Romeo Jüliet’i
- Fransız besteci Maurice Ravel’in ‘Şehrazat’ı
‘Bir Masal Gecesi’ konserinin amacı, dinleyenleri içinde bulundukları mekândan ve zamandan koparıp gizemli dünyalara doğru yolculuğa çıkarmak. Konser, özel konser alanlarından Wardbühne’de yapılacak.
Konserin başında şef Antonio Pirolli ile müzik yazarı Vefa Çiftçioğlu orkestra ve besteciler üzerine konuşacaklar.
‘Bir Masal Gecesi’nde Berlin Filarmoni Orkestrası ve şef Tugan Sokhiev, bir müzikal hikâye anlatıcısı kimliğine bürünüyor.
Gece, Sergey Prokofyev’in ‘Teğmen Kije’ süiti ile başlıyor.
Başta Halikarnas Balıkçısı olmak üzere Kabaağaçlı ailesinden birçok kişiyi tanıdım. Füreya’yı, Sina Kabaağaçlı’yı, Aliye Berger’i, Cem Kabaağaçlı’yı. Hürriyet Yayınları’nda kitaplarını yayımladığım için de İzmir’de kendisiyle buluştum, konuştum, türkülerini dinledim, zeybek oynayışını seyrettim. Bodrum’daki cenaze törenine gittim. Bodrum’a giden, orada yaşayan herkes onun yapıtlarını okumalı, yaşamını bilmelidir.
Meltem Ulu’nun ‘Halikarnas Balıkçısı’nın Yolculuğu’ kitabı gerçekten onun yaşamının her aşamasını tanıtan, eserlerinin doğuşunu anlatan kapsamlı bir inceleme. ‘Halikarnas Balıkçısı için kısa sözlük’ iyi bir okuma rehberi. Bir başka yorumla, Halikarnas Balıkçısı’nın yaşamının kırılma noktaları. Ulu, ailenin betimlemesiyle başlıyor:
“Tolstoy ‘Anna Karenina’nın girişinde, ‘Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir’ demişti. Kabaağaçlı ailesinin mutsuzluğu ‘gerçekten’ kendine özgüydü. Neden bilinmez dünya çapında sanatçıların çıktığı Kabaağaçlı ailesinin tarihi trajedilerle doluydu.”
Cevat ve Şakir birer Kabaağaçlı olarak Osmanlı askeri hayatında bir iz bırakacaklardı. Mekteb-i Hayriye’yi önce Cevat, daha sonra da Şakir bitirdi. İki kardeş de Girit’e tayin oldu. Bu tayinin aile tarihini ilelebet etkileyeceğini kimse bilemezdi. Şakir Paşa’nın oğlu Cevat Şakir de böylece Girit’te doğdu.
Ulu, ara metinlerle kitabı belge kuruluğundan kurtarıyor. Cevat Şakir ona sunulan hayatı kabullenecek bir karaktere sahip değildi. Robert Kolej’e, Oxford Üniversitesi’ne gidiş serüveni bunun örneğidir. Balkan savaşları sonrası hayat Osmanlı İmparatorlu için de Kabaağaçlı ailesi için de eskisi gibi olmayacaktı. O günlerde Cevat Şakir de eşi Agnesi’yle birlikte ülkeye döndü, baba Şakir Paşa da razı olmuştu. Daha sonra babasıyla anlaşmazlıklar başladı, tartışmalı bir ölümle noktalandı.
‘MERHABA’NIN ÖYKÜSÜ
Cevat Şakir, Zekeriya Sertel’in çıkardığı Resimli Ay ve Resimli Hafta’da yazmaya başladı. Bu yazılardan başı derde girdi. Ulu’nun yorumu duruma değinirken Halikarnas Balıkçısı’nın kaderini de özetliyor. Üç Aliler Divanı’ndaki yargılanması da o dönemdeki basın özgürlüğünü sergileyen bir olay.