Deniz Zeyrek

‘Bir oyun bir yumurta kadar kıymeti yok mu?’

24 Şubat 2018
BAŞLIĞA taşıdığım bu soruyu dün CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin sordu. İçimden “Ne alaka” dedim. Seçmenin sandığa attığı bir oy ile sabah kahvaltılarının vazgeçilmezi yumurta arasında nasıl bir ilişki kurmuştu acaba?

Bir haber başlığı gösterdi. “15 mühürsüz yumurtaya 15 bin TL ceza” yazıyordu. Artık hepimizin cebinde bir akıllı telefon var ya...

Başlığı hemen Google’da aradım ve buldum. Mümin Ihlamur isimli vatandaş, Foça’da yaşıyor. Hayvancılık, çiftçilik yaptığını anlatıyor ve ekliyor: “40-50 tavuk ve bir-iki kuzu yapabilirsek yapıyoruz. Tüketemediğimiz yumurtaları pazarda satıyoruz...”

65 yaşındaki Mümin Amca, 2015 yılının mayıs ayında bir gün, sepetinde 30 yumurta ile pazara gidip tezgâhını açmış. 15 yumurtayı kısa sürede satmış. Geri kalan 15 yumurtayı da telefonla sipariş veren biri için poşetlemiş ve tezgâhının yanına koymuş. Gıda ve Tarım İl Müdürlüğü görevlileri, sipariş veren müşterisinden önce gelmiş ne yazık ki...

Yumurtalara bakmış görevliler. 15’i de mühürsüzmüş. “Bilmiyor musun mühürsüz yumurta satmanın suç olduğunu” demişler. Nereden bilsin? Hepi topu 20-30 yumurta satıyor Mümin Amca... “Bilmiyorum” demiş.

Denetime gelen yetkililer hemen tutanak tutmuşlar. Aradan 28 ay geçmiş. Mümin Amca rahatsızlanmış ve bir süre hastanede tedavi görmüş. Taburcu olup eve geldiği gün, kapısında bir tebligat bulmuş. Pazarda tutulan tutanak işleme konulmuş ve 22 Ağustos 2017 tarihli bir kararla 15 mühürsüz yumurta için 15 bin TL ceza kesilmiş.

Mümin Amca, çare aramaya başlamış ve bir avukat bulmuş ve cezaya itiraz etmiş. “Hayatımda bu kadar parayı bir arada görmedim” diyor.

‘MÜHÜR OLMADAN OYUNA NASIL SAHİP ÇIKACAK’

Yazının Devamını Oku

'İttifak' en çok kime yarar?

23 Şubat 2018
AK Parti’nin “7 Haziran 2015” ve “1 Kasım 2015” genel seçimlerinin sonuçları üzerinden yaptığı “simülasyon”, AK Parti-MHP ittifakının, oyları artmasa da AK Parti’nin milletvekili sayısının artabileceğini göstermiş.

AK Parti, ittifaklı bir seçimde “dış D’Hondt” sistemi sayesinde ana muhalefetin, “iç D’Hondt” sistemiyle de ittifakın küçük ortağının milletvekillerini alabilir.
Konu çok teknik ve karışık ama anlatmaya çalışayım:

Türkiye’de 1961’den beri (1965 ve 1966 seçimleri hariç) genel ve araseçimlerde milletvekili sayısını D’Hondt sistemine göre belirliyor. Sistem 1878’de Belçikalı matematikçi ve hukukçu Victor D’Hondt tarafından geliştirilmiş. D’Hondt sistemi, illerde en büyük partiyi avantajlı hale getiren bir “nispi temsil” imkânı sunuyor.

Somut bir örnek üzerinden gidelim:

Yazının Devamını Oku

Türkiye-ABD ilişkileri: Komadan yoğun bakıma

17 Şubat 2018
TÜRKİYE ile ABD arasındaki diplomasi trafiğinin en önemli sonucu, duruma teşhis konulmasıydı.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Kritik aşamadayız, ya bu ilişkileri tekrar yoluna koyacaktık ya daha da kötüye gidecekti” dedi. ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’ın durumu tarif için seçtiği cümle ise “İlişkilerimizde bir kriz noktasındaydık. Geri dönüp tartışabiliriz ama bunun yararlı olacağına inanmıyoruz” idi.

İki ülke diplomasisine yön veren iki siyasetçinin ifadeleri ile “kaygılar” üzerinden kurulan cümle kalıpları, aslında Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan “koma” vaziyetini yansıtıyor. Bu koma halinin birçok nedeni var.

KARŞILIKSIZ TALEPLER YUMAĞI

Örneğin, Türkiye’nin YPG terör örgütü ve FETÖ konusundaki beklentilerinin ABD tarafından karşılanma oranı bugüne dek “sıfır” idi. Tersine Türkiye’nin YPG’nin silahlandırılması konusundaki somut itirazlarına ve çağrılarına ABD’den “Ağır silah mı verdik ki toplayalım” gibi “tuhaf” yanıtlar işittik. ABD’nin Türkiye’deki FETÖ soruşturmasında tutuklanan Amerikan vatandaşları ya da Amerikan misyonlarında çalışan Türk vatandaşları konusundaki talepleri de Ankara tarafından “yargının işi” denilerek karşılanmamıştı.

İki ülkenin “terörle mücadele yaklaşımları” ve “Suriye ve Irak’ın geleceği” konusundaki yol haritaları arasındaki derin uçurum ise başka bir örnek. ABD, “IŞİD’i temizlemeye” odaklanmış görünüyor ve bu yolda her şeyi mubah görüyor.

S-400 YAPTIRIMI TARTIŞILIYOR

Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasıyla ortaya çıkan durumlar da koma halinin nedenlerinden biri. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 alması ABD’nin çok tepkisini çekmiş görünüyor. ABD yönetiminin Ağustos 2017’de güncellediği “Rusya’ya yaptırımlar” yasasında, bu ülkeden silah sistemleri alınması da “yaptırım” kapsamına giriyor. Maryland Senatörü Ben Cardin, geçen sonbaharda ABD Başkanı Donald Trump’a bir mektup yazarak Türkiye’nin S-400 satın almasının hem ABD açısından tehlikeli olduğunu, hem de Rusya’ya yaptırım yasasına aykırı olduğunu iddia etmişti. Amerikan Kongresi, bu konuda Trump yönetimi üzerindeki baskısını her geçen gün arttırıyor. Washington’ın bu itirazları, Çavuşoğlu’nun “Müttefiklerimizden almak istiyoruz yok. Basit silahları bile alırken, yok kongreydi, şuydu buydu bahanelerle bunları almakta zorluk çektik. Benim acil ihtiyacım var. Rusya Federasyonu da bize cazip önerilerde bulundu” diye özetlediği bir tavırla geçiştiriyor.

‘ÖSO’SUZ, YPG’SİZ MENBİÇ GÜCÜ’

Yazının Devamını Oku

Bir Soğuk savaş klasiği: Cadde ismi değiştirmek

16 Şubat 2018
1996-2010 tarihleri arasında halihazırda Milliyet ve Vatan gazetelerinin Ankara bürolarının bulunduğu binanın dördüncü katında çalıştım.

Bina Nevzat Tandoğan Caddesi üzerinde olduğu için, hayatımın 14 yılında “iş adresi” her sorulduğunda Nevzat Tandoğan Caddesi’ni yazdım ya da söyledim.
Ankara Büyükşehir Belediyesi caddenin ismini “Zeytin Dalı” olarak değiştirdi.

Star yazarı meslektaşım Ersoy Dede, asıl yapılanı “Nevzat Tandoğan isminin çıkarılması” olarak yorumladı. Haklı olduğunu düşünüyorum, çünkü büyükşehir belediyesi üç yıl önce de “Tandoğan Meydanı”nın adını “Anadolu Meydanı” olarak değiştirmişti. Aynı kararla Ankara’da ismi “Gülen” olan cadde ve sokaklara yeni isimler verildiğini de hatırlatmak isterim. Sevgili Ersoy, “Nevzat Tandoğan” ismi kalkmışken ve hazır ABD Elçiliği de o caddedeyken yeni ismin de Afrin operasyonuna gönderme yapılarak “Zeytin Dalı” olarak belirlendiğine dikkat çekmiş.


KARİKATÜR RUSYA’DA GERÇEK OLDU

Yazının Devamını Oku

Kılıçdaroğlu: ‘Zeytin Dalı’ milli bir operasyondur

10 Şubat 2018
'ZEYTİN Dalı’ harekâtının toplumda yarattığı geniş mutabakat, siyasetin zirvesine ne yazık ki ulaşamadı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu harekât üzerinden eleştirmeyi sürdürüyor. Son olarak Kılıçdaroğlu’na “‘YPG/PYD terör örgütüdür, DHKP/C terör örgütüdür’ diyebiliyor musun?” diye seslendi. Kılıçdaroğlu ile dünkü telefon görüşmemizde aynı soruyu sorarak başladım. Kılıçdaroğlu, önce gülümsedi ve şunları söyledi:

“Cumhurbaşkanı beni yeterince dinlemiyor. Bunu defalarca söyledim, TBMM kürsüsünden bile kaç kez söyledim. Tekrarlıyorum: Evet DHKP/C de, PKK da, YPG/PYD de, El Nusra da, IŞİD de terör örgütüdür. Peki şimdi ben kendisine sorduğum soruyu tekrarlayayım: Mardin mahkemesi ve Yargıtay, YPG/PYD’ye açıkça terör örgütü dedikten sonra siz bu örgütün liderini Salih Müslim’i Türkiye’ye niye getirdiniz, önüne kırmızı halı serdiniz? Hâlâ yanıt yok. Madem yargımız terör örgütü diye adlandırılmış, Türkiye’ye geldiğinde niye güvenlik güçlerine, yargıya teslim etmediler. Bu nasıl terörle mücadele?”

BU MİLLİ BİR OPERASYONDUR

Kılıçdaroğlu, ‘Zeytin Dalı’ harekâtının siyasetin alanında bir tartışma konusu olarak gündemde tutulmasından rahatsız olduğunu vurgulayarak şunları söyledi: “Bu konudaki polemiklerden uzak durmak istiyorum. Şehitlerin kanı üzerinden siyaset yapmak doğru değil. Ancak beni suçluyor, benimle özel bir polemik yaratmaya çalışıyor. Çünkü operasyona verdiğimiz destek onları rahatsız ediyor. Bu operasyon Türkiye’nin güvenliğini sağlamak için TSK’nın gerçekleştirdiği milli bir operasyondur. Bu operasyona destek vermek, terörden bıkan herkesin ortak görevidir ki terörden en büyük acı çeken ülke biziz.”

SURİYELİLERİ EĞİTİP GÖNDEREMEMEK DE BAŞARISIZLIK

Kılıçdaroğlu’na 6 Şubat 2018 Salı günü bir grup gazeteciye “Türkiye Afrin’e girmemeli” derken neyi kastettiğini de sordum ve şu yanıtı aldım:

“Ülkemizin sınırlarına terör örgütünün yerleşmesi, yanlış bir dış politikanın sonucudur ama şimdi Türkiye kendi güvenliğini sağlamak zorundadır. Fırat Kalkanı’na da, Zeytin Dalı’na da bu nedenle destek veriyoruz. Terörün sınırlarımızdan ne kadar uzaklaştırılması, bunun için Suriye’ye ne kadar girilmesi gerektiğine ordu karar verir. Ben Fırat Kalkanı’nda da Suriye’de çok derine inmenin doğru olmadığını söylemiştim. Şimdi de aynı şeyi söylüyorum. ‘300-400 bin nüfuslu bir şehre TSK’yı sokmak doğru değil’ diyorum. ‘Ne kadar az kayıp verirsek bu operasyon o kadar başarılı olur’ diyorum. ‘Bu ülkenin çocukları ölmesin’ diyorum. Neticede oraya kalmak için gitmiyoruz. Ayrıca ülkemizde 3 buçuk milyon Suriyeli var. Uygun olanları eğitin, gitsin ülkeleri için savaşsınlar. Eğitemiyorsan, bu da senin başarısızlığındır.”

ESAD TERÖRİSTSE SOÇİ’YE GİTME

Yazının Devamını Oku

General Funk ne demek istedi

9 Şubat 2018
YER Suriye, Menbiç ilçesinin kırsalı.

Amerikan Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı bir askeri konvoy, kırsalda ilerliyor. Vardıkları yer, PKK’nın Suriye kolu YPG’liler ile Amerikan özel kuvvetlerinden askerlerin 24 saat nöbet tuttukları siperlerin olduğu bir üs bölgesi ya da genel anlamda bir ileri karakol.

Zırhlı araçlardan üç yıldızlı bir general iniyor. Etrafındaki koruma çemberi Hollywood filmlerini andırıyor.

Generalin yakasında soyadı var. “FUNK” yazıyor.

General Paul Funk. IŞİD Karşıtı Koalisyon’un komutanı. Yani, Irak ve Suriye’de ABD’nin IŞİD’e karşı sürdürdüğü operasyonların en üst düzey sorumlusu.

Yazının Devamını Oku

3. yarış İnce’nin olabilir

5 Şubat 2018
12 Eylül 1980 darbecileri, siyasi partileri kapattığında CHP’nin de kapısına kilit vurulmuştu. Sosyal demokratlar, CHP 1992’de yeniden açılıncaya dek SODEP ve SHP gibi partilerin çatısı altında toplanmıştı.

DARBECİLER tarafından iki kez gözaltına alınan Deniz Baykal da SHP’ye katıldıktan sonra merhum Erdal İnönü’nün karşısına 3 kez genel başkan adayı olarak çıkmış, ancak başarılı olamamıştı. Baykal, 1992’de CHP’yi yeniden canlandırıp genel başkan olmuş, 1995’te de SHP ile CHP’yi CHP çatısında birleştirip (8 aylık geçiş sürecini saymazsak) 18 yıl boyunca sosyal demokratların lideri olmuştu.

Kılıçdaroğlu da 4 ay sonra 2010’da devraldığı genel başkanlık koltuğundaki 8 yılını doldurmuş olacak.

KÜSKÜNÜ ARTAN CHP

Hafta sonu yapılan 36. Olağan Kurultay’ın resmi sonucu Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlık yarışını kazanmasıydı. Ancak, kurultayın resmi olmayan ama aleni bir şekilde görünen bazı fiili sonuçları da vardı:

- Küskünler arttı: İl kongreleri yeni yapıldığı ve delege listelerinin büyük bölümü Genel Merkez’in kontrolünde oluştuğu halde 480 delege Kılıçdaroğlu’nu tercih etmedi. İnce’ye giden 447 oyun yanı sıra 33 delege de “oy kullanmamayı” ya da “boş/geçersiz” oy kullanmayı tercih etti. Bu durum, söz konusu delegelerin Genel Merkez’e rağmen taban desteği ile büyük kurultaya geldiğini ve Kılıçdaroğlu’nun 8 yılda kendi partisini kurmak için fazlaca “küskün” ya da “mutsuz” partili yarattığını gösteriyor.

- Kılıçdaroğlu’nun tercihi: Kılıçdaroğlu, 2014’ten itibaren parti tabanında sevilen/sivrilen isimleri yanına alıp güçlü bir yönetim yaratmak yerine onları rakip olarak görüp saf dışı bırakmayı seçti. Parti yönetimi için, çoğunlukla tabanı olmayan ama sözünden çıkmayacak isimleri tercih etti.

- Tabanı olanlar dışarıda: Deniz Baykal ve Muharrem İnce gibi, Gürsel Tekin de CHP tabanında karşılık buluyordu. Tekin ve yakınındaki isimler de Kılıçdaroğlu istemedi diye parti yönetimine aday olmadı. Geçmişteki CHP kurultaylarında “Genel Başkan’ın Anahtar Listesi”ne bakan gazeteciler listedeki isimleri bilir, dengeleri hemen anlardı. Kılıçdaroğlu’nun pazar günü dağıtılan listesine bakan birçok gazetecinin isimlerin neredeyse yarısını “Google”ladığı (Kim olduğunu internette aradığı) gözlerden kaçmıyordu.

- Doğu, Güneydoğu yine yok:

Yazının Devamını Oku

Kurultay illerde bitmişti

4 Şubat 2018
CHP’nin ‘Adalet ve Cesaret’ adını verdiği 36. Kurultayı, dün genel başkan seçimi ile başladı.

Birçok CHP’li “Ne olur, İnce zorlar mı” diye soruyordu. Anlaşılan İnce’nin medyadaki ve salonun çevresindeki pankartlardaki görünürlüğü, partide ‘acaba’ sorusunu yaratmıştı. Partililerdeki bu merak, salonun orta yerindeki delegelerde pek yok gibiydi. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük illerden gelen delegeler Kılıçdaroğlu’nu açıktan destekliyor görünüyordu. Belli ki kurultay,  İstanbul başta olmak üzere büyük illerin kongrelerinde bitmişti. Salona ilk Muharrem İnce geldi. Kılıçdaroğlu’nun tribünleri selamlaması için hazırlanan yüksek yoldan eşiyle yürüyerek partilileri selamladı. Beş on dakika sonra aynı yolda Kılıçdaroğlu ve eşi Selvi Hanım karanfiller atarak yürürken, yan tribünlerin bir tarafında başlayıp diğer tarafında biten bir pankart açıldı. Pankartta Kılıçdaroğlu’nun fotoğrafı ve “İstanbul İl Örgütü” yazısı vardı. İnce geçerken pek heyecan yapmayan delegeler, Kılıçdaroğlu girince rengini belli etmişti.

Kılıçdaroğlu’nun konuşması, genel başkan olduğu 2010’dan beri yaptığı konuşmalardan çok farklı değildi. Kendisini “Camdan konuşmam” diye bağladığı için kağıda yazılı notlar üzerinden konuşuyordu. Halkın temel sorunlarına değinerek geleceğe dair vaatlerini sıralıyordu. Rakibi İnce ise yine her zaman olduğu gibi iyi ‘eleştiri cümleleri’ kuruyordu. Hem CHP’yi hem AK Parti’yi hedef alıyordu. ‘Kılıçdaroğlu ile İnce’nin konuşmalarındaki temel fark neydi’ diye sorarsanız, tereddüt etmeden ‘derinlik’ derdim. Kılıçdaroğlu’nun bazı cümlelerini anlamak için filozof olmak gerekirken, İnce ‘popüler’ bir dili tercih ediyordu.

Yazının Devamını Oku