Paylaş
Ölü sayısı her geçen gün artıyor. Hastanelerde 47 kişi ölüm kalım savaşı veriyor. Neden mi? Çünkü bazıları, biraz daha fazla kazanmak için insan hayatını hiçe sayıyor.
İzmir’in Buca ilçesinde bir anne ve torunu kumpir yedi, bir daha asla hayata dönemedi. Sebep? Salmonella bakterisi!
Bir insan, bir işletmenin hijyenine güvenerek evladıyla yemek yiyor ve ölüyor.
Bir işyeri sahibi tutuklandı, tamam. Ama kaybolan hayatları hangi yasa, hangi ceza geri getirebilir?
Et yiyorsunuz, ama o etin içinde ne olduğunu bilmiyorsunuz.
Bir kahve içelim diyorsunuz, yasaklı maddeyle dolu…
Çikolata alıyorsunuz, içinde ilaç etken maddesi var.
Eskiden sahtekarlık dediğiniz şey birkaç kilo balda ya da zeytinyağında yapılırdı.
Her köşe başında, her sofrada bir sahtecilik hikayesi var.
Tarım ve Orman Bakanlığı, her ay bir liste yayınlıyor.
Liste uzun ama bu liste yakalananları gösteriyor.
Denetimler yapılıyor ancak mesele bu kadarla bitmiyor.
Soruyorum size; sahte gıda üreten bir işletme, sadece para cezası ödeyerek yoluna devam ederse, biz neyi çözeceğiz?
Bunun çözümü çok basit aslında.
Sahte gıda üreten bir işletme bir daha asla çalışmamalı.
Sahte içkiyle insan öldüren bir kişi, insan hayatını hiçe saymanın bedelini ödemeli.
Ama asıl mesele…
Biz tüketiciler ne yapıyoruz?
Ucuza kaçıyoruz. Merdiven altı ürünlere göz yumuyoruz. Kaliteyi sorgulamıyoruz.
Bu mesele sadece o 37 kişinin değil.
Sadece kumpir yiyen bir ailenin de değil.
Bu mesele, hepimizin meselesi.
İş güvenliğinde yeni
bir dönem başladı
2016 yılında 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, az tehlikeli işyerlerini kapsayacak şekilde genişletildiğinde işverenler bu değişime ciddi tepki göstermişti. Tepkilerin temel nedeni ise o dönemde yeterli hizmet altyapısının olmamasıydı. Az sayıda çalışanı olan bu işyerlerine genellikle sadece atamalar yapılıyor, fiili hizmet sunulamıyordu. İşverenler, haklı bir şekilde “Fatura kesiliyor ama hizmet yok” diye eleştirilerini dile getiriyordu.
Egem OSGB’nin kurucusu Bülent Zeytinoğlu, o dönemi şöyle anlattı.
“2016’da sistem tam anlamıyla oturmuş değildi. Özellikle az tehlikeli sınıftaki küçük işletmelere hizmet götürmek için yeterli bir altyapı yoktu. Sadece formaliteler tamamlanıyordu ama gerçek bir hizmet sağlanamıyordu. İşverenler de bu duruma tepki gösterdi ve haklıydılar.”
31 Aralık 2024’te yürürlüğe giren 38. maddeyle bu alanda yeni bir dönem başladı. 50’den az çalışanı olan az tehlikeli işyerlerini de kapsama aldı ve çalışanların sağlığını koruma ile iş güvenliği süreçlerini etkin bir şekilde denetleme başladı.
Bülent Zeytinoğlu’na göre yasa doğru uygulandığında iş sağlığı ve güvenliği yalnızca bir yasal zorunluluk değil, aynı zamanda verimliliği artıran bir unsur olabilir.
“Buradaki asıl amaç, işyerlerinde daha güvenli, daha sağlıklı bir ortam yaratmak. Doğru bir OSGB seçimi, işverenin ödediği ücreti bir maliyet değil, uzun vadeli bir yatırım haline getirir” diyor.
Bülent Zeytinoğlu, özellikle az tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinin hizmet alımı konusunda dikkatli olmaları gerektiğini söylüyor. Ona göre, OSGB seçerken şu üç kritere dikkat edilmeli: Lokasyon yakınlığı, güçlü altyapı, profesyonel kadro…
Mizahla hayatı kucaklayan
zarafeti bırakmayan Paris
Paris Match’ta okudum. Başlık şöyleydi.
“Brigitte Macron, Emily in Paris dizisinin oyuncu kadrosunda kendini nasıl buldu?”
Gözümün önüne hemen o sahne geldi. Emily Cooper, o çok sevdiğimiz telaşlı, enerjik haliyle Paris sokaklarında dolaşıyor. Ama bu kez yanında, Fransa’nın First Lady’si Brigitte Macron var.
Bu bir şaka mı? Hayır, değil. Brigitte Macron gerçekten Netflix’in “Emily in Paris” dizisinin 4. sezonunda yer alacak.
Dizi Fransız kültürünü abartılı bir mizahla ele alıyor. Bu dizide, Fransa’nın en bilinen figürlerinden biri olan Brigitte Macron’a gönderme yapılması kaçınılmazdı. İlk sezonda şöyle bir espri vardı:
“Fransızlar yaşlı kadınları sever. Başkanlarına bakın; genç, seksi ve öğretmeniyle evli!”
Normalde bu tür bir espri, hedef alınan kişi için biraz rahatsız edici olabilir. Ama Brigitte Macron, bunu büyük bir olgunlukla karşılıyor. Sadece olgunluk değil, üstüne üstlük, diziye dahil oluyor.
Lily Collins, bir röportajında şunları söylüyor.
“Brigitte Macron, dizinin büyük bir hayranıymış ve ilk sezondaki esprilerden mizahla bahsetmiş. Onunla çekim yapmak bir onurdu.”
Brigitte Macron’un dizideki rolü çok kısa, bir sahnelik. Ama bu kadar kısa bir sahne bile önemli bir mesaj veriyor.
“Mizah, zarafetle birleştiğinde, diplomasi kadar etkili olabilir.”
Bir düşünün; dünya liderlerinin eşleri genelde katı bir protokol çerçevesinde hareket eder. Ama Brigitte Macron, tüm bu resmiyeti kenara koyup Paris’in o neşeli, abartılı, bol kahkahalı dünyasını yansıtıyor.
Bu, sadece bir diziye konuk olmak değil; aynı zamanda Fransız mizahına, kültürüne ve hayatı ciddiye almama sanatına yapılmış bir duruş.
Dizinin 4. sezonunu sabırsızlıkla bekliyorum.
Mizahla hayatı kucaklayan, zarafeti asla elden bırakmayan bir Paris…
Paylaş