Bu kadar kağıdın arasında kaybolan gençlerin hayali

Genç bir kızın yüzünde beliren o hayal kırıklığını gördüm. Üniversite üçüncü sınıfta, Erasmus programına kabul edilmiş. Belçika’da birkaç ay okuyacakmış. Ama vize çıkmazsa… Hayalleri, o küçük konsolosluk odasında kalacak.

Haberin Devamı

 

Vize, artık bir evrak işi değil; gençler için bir sınav… Birilerinin “sınır” dediği şey, onların özgürlük hayalleri…

Vize almak için istenen belgeleri bir düşünün. Banka hesap dökümü, öğrenci belgesi, sigorta, uçak biletleri, kalacak yerlerin adresleri ve çok daha fazlası… Bu kadar kağıdın arasında kaybolan ne? Elbette hayaller… Kendi kültürünü tanıtma, başka bir dünyayı görme, farklı insanlarla tanışma hayalidir aslında. Ama bu kadar “döküm” arasında insanın ne heyecanı kalıyor, ne yeni bir şeyler yapma isteği…

Bir gençle konuşuyorum. 21 yaşında, mühendislik öğrencisi… “Her şeyi eksiksiz teslim ettim” diyor. Ama yine de vize çıkmamış. Sebep? “Geri döneceğinize dair yeterince güvence sunamamışsınız.”

Haberin Devamı

21 yaşında bir insanın ne kadar “garantisi” olabilir ki? Gençlik zaten garantiye alınmayan bir dönem değil mi?

Kimi ülkeler, kendi gençlerine dünya vatandaşlığı fırsatı sunuyor. Ama bizim gençler, kendi ülkelerinden çıkabilmek için bin bir engel aşıyor. Sonuç? Bir nesil, dünyayı keşfetmek yerine sınır kapılarında bekliyor. Erasmus gibi programlar bile artık erişilmesi zor bir lüks.

Bir an düşünün. Başvuru yapıyorsunuz, sırf görmek istediğiniz bir ülke var diye. Ama size diyorlar ki:

“Hayır, biz seni istemiyoruz.”

Bir gencin bunu hissetmesi, özgüvenini, dünyaya olan inancını nasıl etkiler? Her ret, sadece bir vize değil; bir insanın kapısından dönmesi demek.

Ütopik bir soru:

"Bir gün dünyada vizelerin olmadığı bir sistem mümkün olabilecek mi? İnsanlar sadece görmek, öğrenmek ve anlamak için özgürce dolaşabilir mi?”

Bugün vize engellerini kaldıran her ülke, gençlerin önünü açıyor. Türkiye’nin gençleri için de daha çok ülke bu adımı atmalı.

Bu mesele, sadece seyahat etmek isteyen gençler değil. Aslında bir ülkenin, kendi insanına ne kadar değer verdiğini de gösteriyor. Gençlerine dünya ile buluşma fırsatı sunan ülkeler kazanıyor. Türkiye, bu alanda daha hızlı, daha stratejik adımlar atmalı. Vize sorunu sadece bir “problem” değil; bir çözüm fırsatı olmalı.

Haberin Devamı

Gençlerin hayallerini sınır kapılarında bırakmak yerine, onlara dünya vatandaşlığı fırsatı vermeliyiz. Bugün bir öğrenciye verilen kolaylık, yarın ülkemizi temsil eden bir bilim insanı, sanatçı ya da girişimci olarak geri dönebilir. Bu yüzden, vize engellerini aşmak sadece bireylerin değil, hepimizin görevi olmalı.

 

 

Nihat Demirkol’a bir teşekkür borcumuz var

 

NİHAT Demirkol’u tanıyorsunuz.

Hürriyet Ege’de şahane yazılar yazıyor yıllardır. Birçok alanda verdiği danışmanlıkların yanında sanatta da çok güzel projelere imza atıyor.

Son olarak “Haikularla Allaturca” adlı konser dizisiyle üç büyük şehirde ayakta alkışlanan konserler verdi.

Demirkol iyi yazdığı gibi iyi de konuşur.

Haberin Devamı

Konserler öncesinde yaptığı konuşmalar da çok güzeldi.

Bu kadar kağıdın arasında kaybolan gençlerin hayali

Demirkol dedi ki:

“Haiku, kadim Japon şiirinin özellikle tabiata ait imgeleri, çok az sözcükle ve ustalıkla bir söz dizimiyle tasvir eden, üstelik 17 heceye sığdırılmış, özel bir formudur. Allaturca ise dünyada 2-3 milyar insanın duygularına tercüman olan makam müziğinin, bu coğrafyadaki tavrına verilmiş yaygın ismidir.

Klasik batı müziğinde 4 el piyano için bestelenmiş eserler, 18. yüzyıldan itibaren repertuvarlarda yer alır ve oda müziği performansı adına önemli bir literatüre sahiptir. Buna karşılık; Alaturka’da 1 piyanonun bile varlığı tartışılmalıdır. Bu itibarla; ‘duoallaturcaimpropiano’ olarak ‘2 piyano ve 4 el’ yorumu ile sahneye taşıdığımız repertuvarların her biri, özgün ve butik bir tasarımın, heceye ve hatıraya imzasını taşır. Haiku ve Allaturca ile ilk kez buluşuyor. Ve sizler, aslında bir dünyanın prömiyerine tanıklık etmektesiniz.”

Haberin Devamı

Demirkol’un sözleri beni özellikle etkiledi. Kadim Japon şiiri Haiku’nun 17 hecelik özlü ve derin yapısını, Türk makam müziğinin dünya çapındaki 2-3 milyar insanın duygularına tercüman oluşuyla birleştirme fikri, dinleyicileri alışılmışın ötesine taşıdı. Bu, yalnızca bir konser değil, iki kültürün birbirine duyduğu saygının bir yansımasıydı.

 

 

Müzik insanlığın ortak dilidir

 

PEKİ ya “Allaturca?” Sahnede ilk kez buluşan Haiku ve Allaturca, yalnızca iki piyanonun uyumundan ibaret değildi. Bu, klasik Batı müziğinin yıllardır benimsediği “4 el piyano” geleneğine Alaturka’nın zarif bir dokunuşuydu. Nihat Demirkol’un sözleriyle, bu performans “butik bir tasarım, heyecan ve hatıranın” bir araya gelişi olarak tanımlandı.

Haberin Devamı

Konserin büyüsüne tanık olanlar, aslında sadece müzik dinlemedi. Bu deneyim, kültürel kimliklerin, farklılıkların zenginlik olarak görüldüğü bir dünyada nasıl bir araya gelebileceğini gösterdi. Türk ve Japon ezgileri arasındaki bu sinerji, bize geçmişten geleceğe uzanan bir mesaj iletti. “Müzik, insanlığın ortak dilidir ve sınır tanımaz.”

 

 

Dijital yalnızlığımızın

İçinde kaybolup gittik

 

BİR kafede oturuyordum. Yan masada dört kişi vardı, hepsi telefonlarına bakıyordu. Sessizdiler. Masada sadece kahve fincanlarının tıkırtısı duyuluyordu. Gözlerimin önünde garip bir sahne vardı. Yan yana oturan dört insan ama birbirinden kopuk dört dünya. Kimse konuşmuyordu. Herkes kendi ekranına gömülmüş, kim bilir hangi sosyal medya akışında kaybolmuştu.

Düşündüm. Telefonlarımızla bu kadar zaman geçirirken birbirimizden neleri kaçırıyoruz? Bir kahkahanın yankısını mı? Yan yana olmanın sıcaklığını mı? Ya da belki sadece göz göze gelmenin verdiği o insanî bağı mı?

Eskiden, insanlar masalarda hikâyeler anlatırdı. Büyükler geçmişi hatırlar, gençler hayallerini paylaşırdı. Bir masa, sadece bir yemek alanı değil, bir bağlantı noktasıydı. Şimdi ise o masalarda ekranlarımızın parlak ışığı var. Seslerimizi birer kısa mesaj, düşüncelerimizi ise emojilere indirgedik. Ve fark etmeden birbirimizden uzaklaştık.

Bu durumu yalnızca o kafede değil, hemen her yerde gözlemlemek mümkün. Hatta birçoğumuz, belki de fark etmeden, bu dijital yalnızlığın parçası olduk. Telefon ekranına bakarken yanımızdaki insanın yüzündeki ifadeyi kaçırdık. Ekran kaydırırken, belki de gözlerimizin önünden geçip giden bir fırsatı görmedik.

Peki, gerçekten neye bu kadar dalmış durumdayız? Güncel haberleri kaçırmamak mı derdimiz, yoksa sosyal medyada “var olduğumuzu” göstermek mi? Bir “beğeni” ya da “yorum” için birbirimizle paylaşabileceğimiz gerçek anıları mı harcıyoruz?

Belki bugün, telefonlarımızı bir kenara bırakıp gözlerimizi birbirimize çevirdiğimiz o an, hem dijital yalnızlığımıza hem de kalplerimizin arasındaki mesafeye bir köprü kurabiliriz.

Denemeye değer, değil mi?

Yazarın Tüm Yazıları