Belki de kendi hikâyemizi yazma vaktimiz gelmiştir

ŞÖYLE başlayayım...

Haberin Devamı

 

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, son dönemde Serenay Sarıkaya gibi yıldızlarla çalışan Ayşe Barım ve ortak olduğu menajerlik şirketi hakkında re’sen bir soruşturma başlattı. İddialar çok... Dizi ve film sektöründe tekelleşme, bazı ilişkilerde ‘kamuflaj’, rekabeti ihlal eden uygulamalar...

Okurken aklıma Netflix’te izlediğim o efsane dizi ‘Call My Agent’ geldi. Hani şu Paris’in göbeğinde geçen, yetenek ajanlarının kendi içinde entrika dolu hayatlarını anlatan, komedisi bol, dramı derin dizi. Fransa’da ‘Dix Pour Cent’ yani ‘Yüzde 10’ olarak bilinen, Türkiye’deyse bir dönem herkesin diline dolanan o yapım.

Fransızlar bunu dizi yapmış, biz ise savcılığa taşımışız.

“Call My Agent” ödüller alırken, eğlenceli bir taşlama olarak sektörü hicvederken, bizdeki gerçeklik bu senaryonun çok ötesine geçiyor. Paris’te menajerler, krizleri karizma ve zekâyla çözmeye çalışıyor. İstanbul’da ise iddialar savcıların masasında. Bakalım, davayı takip edeceğiz.

Haberin Devamı

Bizim menajerlik dünyamızın hikâyeleri de dizilere konu olacak kadar karmaşık mı acaba? Galiba bizdeki kurgular; sadece sanat dünyasını değil, hukuk dünyasını da ilgilendiriyor.

Fransızların diziyle süslediği bu dünyayı, biz ne kadar profesyonel yönetiyoruz? Menajerlik, yıldızların kariyerlerini inşa eden bir alan olmalı. Net kuralların, standartların olmadığı bu alanda herkes kendi yöntemini oluşturuyor anlaşılan...

Aslında bizde kurallar var; ama denetim yetersiz, rekabet şeffaf değil. Menajerlik de bundan nasibini alıyor. Ve sonuç; tekelleşme iddiaları, krizler ve savcılık soruşturmaları.

Fransa’da yetenek ajansları, bir kültürün parçasıdır. Bir menajer, yalnızca iş bitirici değil, aynı zamanda sanatçının yol arkadaşıdır. Bu ilişki, profesyonel bir sistemle yürür. O yüzden Fransa, sadece sanatçı yetiştirmekle kalmaz; bu sanatçıları yöneten ekosistemleri de kurar.

Türkiye’de ise yetenek var ama bu yetenekleri doğru yöneten, geliştiren, dünyaya tanıtan profesyonel sistemler zayıf. O yüzden her kriz bizi savcılıklara, her yeni haber bizi hayal kırıklığına götürüyor.

Haberin Devamı

Ayşe Barım hakkındaki soruşturma nereye varır bilinmez.

Belki de bizim de kendi ‘Call My Agent’ hikâyemizi yazma vaktimiz gelmiştir.

Fransızlar dizi çekiyor, biz ise gerçeklerimizle yüzleşiyoruz. İşte bu yüzden, ‘Call My Agent’ izlerken bazen gülerken, bazen de içten içe kıskanıyoruz.

 

 

Sadece maaş değil

gelecek pazarlığı da 

yapmak gerekiyor

 

SON günlerde sendikalar iş dünyasıyla karşı karşıya geliyor.

Geçen gün yazdım, bugün de devam edeyim. Dünya değişirken sendikaların da değişmemesi mümkün değil.

Bence Türk sendikacılığı da kendisini güncellemeli. Maaş odaklı bir sendika anlayışını terk etmeli. Çalışanın aldığı ücret elbette çok önemli...

Maaşlı çalışan biri olarak bunu gayet iyi biliyorum.

Haberin Devamı

Ama hayatın değiştiğini de görüyorum.

Avrupa’daki gelişmeleri takip ediyorum. Sendikalar işverenle birlikte şirketin varlığı ve ekonomik sürdürülebilirliği için çalışan bir partner gibi davranıyor.

Bence olması gereken de bu...

Türkiye ihracatta kritik bir süreçten geçiyor.

İyi şirketlerimizin ayakta kalması için önce devletin, sonra sendikaların desteği şart.

Önce neden devlet diyorum; çünkü değişen, bozulan ekonomik dengeleri hayatın günlük akışını bozmadan ama ihracatçıyı da rahatlatacak yöntemleri geliştirecek, uygulayacak devletten başkası değil.

Bu işbirliği modeli Türkiye için bir hâyâl değil. Sadece biraz cesaret, biraz vizyon lazım.

Sendikaların artık sadece maaş değil, ‘gelecek’ pazarlığı yapması gerekiyor.

 

 

Haberin Devamı

Yüz yüze çalışmayı

savunmaya devam

 

PANDEMİ birçok alışkanlığımızı değiştirdi. Evden çalışma kavramı hayatımıza girdi ve birçoğumuz için vazgeçilmez hale geldi. Ama itiraf edeyim; ben evden çalışmaya hiç ısınamadım.

Ekranların ardında kaybolan yüz ifadeleri, dijitalleşen selamlaşmalar bana iyi gelen detaylar değil.

Ve ben, yüz yüze çalışmanın bu samimiyetini, bu insani dokunuşunu kaybetmek istemiyorum.

Elbette esnek çalışma modellerine karşı değilim. İnsanların hayatlarına daha iyi uyum sağlayan sistemler geliştirilmesi gerektiğine inanıyorum. Ama esneklik, tamamen evlere kapanmak demek olmamalı. Fikir alışverişi, yaratıcı tartışmalar, ekip ruhu; bunların hepsi yüz yüze çalışmada filizleniyor.

Haberin Devamı

Pandemi sonrası dünya, iş modellerini yeniden şekillendiriyor. Ama esnekliğin yanlış anlaşıldığı bir noktadayız. Esnek çalışma, her gün ofiste olmak zorunda kalmamak demektir; tamamen evlere kapanmak değil. Ara ara ofise gitmek, ekip arkadaşlarınızla göz göze gelmek, bir fikir üzerinde tartışmak; esnekliğin en ideal hali bu olmalı. O yüzden ben, yüz yüze çalışmayı savunmaya devam edeceğim.

 

 

Ormanlar yanıyor

iklim kırbaçlıyor

 

BAZEN haberleri okurken insan kendini bir felaket filminin ortasında hissediyor. Ama bu film ne Netflix’te ne de Hollywood’da çekilmiş. Bu bizim yaşadığımız dünyanın gerçeklerinden...

Dünya artık bir iklim kırbacının etkisi altında. Kaliforniya’da son 25 yılda meydana gelen en büyük 20 yangından 18’i iklim değişikliği etkisiyle çıkmış. Son 10 yangından 8’i ise son 5 yılda yaşandı. Hürriyet’te İsmail Sarı’nın haberinden okudum. Sabancı Üniversitesi’nden Ümit Şahin, “İklim değişikliği yangınların en büyük tetikleyicisi haline geldi” demiş.

Kaliforniya Üniversitesi’nden (UCLA) bilim insanları bu olaya bir isim koymuş: “Hidroiklim kırbacı.” Aşırı nemli hava ile tehlikeli derecede kuru havanın arasında gidip gelen bir döngü. Yani, kışın rekor yağışlar yağarken, yazın bitki örtüsünü çıra gibi kurutan bir sıcaklık başlıyor.

Bu sadece Amerika’nın sorunu değil. Bu kırbaç, dünya genelinde şaklıyor. Ve elbette Türkiye’yi de vuruyor.

Bilim insanları uyarıyor ama çözüm yollarını da gösteriyor. Artık bu dünyaya daha sorumlu davranmamız gerektiği çok açık. Ormanlarımızı korumalı, yangın risklerini azaltmalı ve sürdürülebilir yaşamı benimsemeliyiz.

Yazarın Tüm Yazıları