Bazıları Nazım Hikmet’in, bazıları da Arthur Schopehauer’in dizeleri diyor.
Kiminse harika yazmış, demiş ki...
“Alt tarafı bir çiçek toplayıp, bir hayvan sahiplenip, bir kaç insan tanıyıp, sevip gidecektik bu dünyadan. Nasıl kötü bir zamana denk geldi ömrümüz. Vicdansızların, sapıkların, katillerin, nefretin, cehaletin ortasına düştük...”
Narin’in ölümü tüm Türkiye’yi yasa boğdu. Cenaze törenini gözüm yaşlı izledim.
Törende imam, “Bugün burada musallada yatan bizim vicdanımızdır, insanlığımızdır. Cenabı Hak bizi vicdan sahibi insanlardan eylesin. Narin'imiz cennettedir. Masum yavrumuzdur. Emin olun cennettedir. Bunun mutlaka hesabı sorulacaktır” dedi.
Gazeteci olarak bu ve benzeri olayları defalarca izledim, haber olarak verdim.
Her seferinde “bu son olsun” dedik ama olmadı; bizleri üzen olaylar devam etti, en son Narin’imizi kara toprağa verdik.
Yazın başında geçen gün yapacağı anlaşmayı söylemişti, hazırlıkları bitmek üzereydi.
Arkas, 360 milyon dolar yatırımla altı yeni eko-dizayn gemi alımı için anlaşma imzaladı.
Arkas, China Shipbuilding Trading Co ve CSSC Huangpu Wenchong Tersanesi yöneticileri ve CIMC Financial Leasing yetkilileriyle bu anlaşmayı imzaladı.
Bana göre ekonomilerin küçüldüğü bir dönemde bu anlaşma çok şey ifade ediyor.
Dünya değişirken gemiler de değişiyor. Bu dev gemiler sayesinde lojistik daha da stratejik hale geliyor.
Arkas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Lucien Arkas, şöyle demiş:
“Türkiye’nin dış ticaretine katkı sağlamak ve dünya ile ticaret köprüleri kurmak amacıyla yatırımlarımıza devam ediyoruz. Sürdürülebilirliği Arkas olarak uzun zaman önce odağımıza aldık. Bu çevreci gemilerle daha az yakıtla daha çok yük taşıma fırsatı yakalarken, sürdürülebilirlik hedefimize biraz daha yaklaşacağız.”
İzmir’in körfezi temiz olsaydı, denize girilebilir olsaydı; burası farklı bir şehir olmaz mıydı?
Nice gibi örneğin, Barselona gibi örneğin...
İzmir ticarette, sanayide her zaman önemli bir şehir olmuş; liman şehri olma özelliğini her zaman korumuş. Yüzyıllardır bu coğrafyanın en cazip şehirlerinden biri olmuş. Ama galiba İzmir çok daha fazlasını yapabilirdi diye düşünüyorum.
O yüzden Nice’i, Barselona’yı örnek gösteriyorum.
90’ların başında Barselona belediye başkanı bazı gazetecileri misafir etmiş, gelecek stratejilerini paylaşmıştı.
O toplantılarda ben de vardım.
İzmir Büyükşehir Belediyesi bir çalışma yaptı ve kendi adına bir yol haritası belirledi.
Çalışmayı satır satır okudum.
Bir ortak akıl belirlenmek isteniyor.
İzmir altı bölgeye ayrılıyor; önce sahipsiz köpeklerin sayısı belirlenecek, ardından da veterinerlik hizmetleri başlayacak.
Genel Sekreter Yardımcısı Prof. Dr. Pınar Okyay var. Okyay, “İzmir’de rakam olarak 200 binden, 500-600 binlere çıkan sahipsiz köpekten bahsediliyor. Söylenen sayıların bilimsel bir temeli bulunmuyor. Oysa planlı yönetimin en önemli çıkış noktası gerçek bilgiye, veriye dayalı olmasıdır” diyor.
Doğru ama...
Katılıyorum; çünkü benim için, hepimiz için fuar demek teknolojiydi. Hatırlıyorum; yeni çıkan ürünleri İzmir fuarında görürdük, bütün markaları burada denerdik.
Üzerinden çok yıllar geçti, dünya da değişti.
Artık yeni bir fikri duymak, yeni bir ürünü denemek için fuar zamanlarını beklemek zorunda değilsiniz.
Zaten bütün büyük markalar da mağazalarını birer deneyim merkezine dönüştürdüler.
Ama yakında bunlar da değişecek.
Örneğin büyük otomotiv markaları yakında showroom’larını kapatacaklarını açıkladılar, aralarında kapatanlar da oldu.
“Enflasyon düşük seviyelere kalıcı olarak gerileyene kadar, mücadelenin hem para hem de maliye politikası yolu ile devam etmesini ve enflasyonun hızlı bir şekilde aşağı çekilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Aksi takdirde enflasyonist ortam işletmelerimizin yüklerinin daha da artmasına yol açacak.
Enflasyonla mücadelede önümüzdeki birkaç ay kritik olacak.”
Özgener, meclis toplantılarında hep kritik uyarılarda bulundu.
Bu sefer de çözüm önerileri sunan bir konuşma yaptı.
Birkaç gün sonra İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, “Bugünün enflasyonu ile 70'li, 80'li, 90'lı yılların enflasyonunu karşılaştırmamak, karıştırmamak gerekiyor.
Bu enflasyon sosyolojik olarak çok daha farklı bir enflasyon” dedi.
Ve ekledi:
Aslında ben Bodrum’u temmuz, ağustos dışında sevenlerdenim.
Aslında kıyılar yazın o sıcak günleri dışında bana daha iyi geliyor.
Doğal olarak her yer kalabalık, herkes o iki ayda tatil yapmak istiyor.
Bu da gereğinden fazla bir yoğunluk, kalabalık getiriyor.
Türk turizminin en değerli markalarımızdan biri Bodrum…
Belki de en başında geliyor.
Dünyaca ünlü otel zincirleri Bodrum’da yatırım yapmak için sırada, birçoğu da Bodrum’da olmaktan çok mutlular…
Bütün parametreler Bodrum’un Mikanos’la, İbiza’yla, Monaco’yla, Saint Tropez’yle yarıştığını gösteriyor.
Geleneksel medyanın ilkelerini, titizliğini, özenini, dürüstlüğünü, etiğini hala çok önemsediğimi söylemek istiyorum.
Bakın CHP lideri Özgür Özel, ayağının kırılmasının ardından ortaya atılan “ayağından vurulduğu” iddialarına röntgen filmlerini paylaşarak yanıt vermek zorunda kaldı.
Ve şöyle bir yanıt verdi; “Bu konuda açıklama yapmayı bile aslında zül sayıyorum. Herkesin başına gelebilecek, geçirdiğim bir ev kazası üzerinden, sosyal medyadan akıl ve ahlak dışı bir kampanya başlatıldığını ve farklı pek çok kişinin bu gündemin peşine takıldığını gerçekten şaşkınlıkla takip ettim...”
Aslında gazetecilik öğrencileri için bu ilginç bir örnek de olmuştur.
Ama Türk siyasetinde çok konuşulacak bir konu oldu bu röntgen meselesi...
Evet; dijital medya eskiye göre çok etkili, geometrik de büyüyor.
Ancak herkes bulduğu her platformda istediği gibi yazmaya başlayınca; böyle durumlar da ortaya çıkmaya başladı.