Deniz Bayramoğlu

İşsiz İşçiler Hareketi - MTL

10 Mart 2004
Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de 2000’li yılların başından itibaren Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK) isimleri sık sık duyulmaya başlandı. Bugünlerde ise elinizi nereye atsanız bir STK’ya çarpıyorsunuz. Türkiye’nin en büyük iş adamı örgütlerinden meslek kuruluşlarının kendi aralarında oluşturduğu birliklere kadar kime sorarsanız sorun kendilerini STK olarak tanımlıyorlar. Bir STK patlamasıdır almış başını gidiyor.

3 Kasım seçimlerinde iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin vizyonunda da STK’lar oldukça ciddi bir yer tutuyor. AKP, hemen her kararını (genelde bu kararların ekonomik kararlar olduğunu not edelim lütfen) STK’larla görüşerek aldığını söylüyor. Kabine üyeleri hemen her konuşmalarında vardıkları kararları STK’ların da görüşlerine başvurarak aldıklarını övünerek ifade ediyorlar.

Oysa acı bir gerçek var sayın okuyucu; kandırılıyorsun, kandırılıyoruz. Türkiye’de kendini STK olarak tanımlayan kuruluşların büyük bir çoğunluğu STK değil. İş adamı örgütleri ve meslek grupları... STK’ların yapıları gereği kamu yararını gözetmeleri gerekirken, Türkiye’deki STK’lar kendilerinin ya da ait bulundukları meslek gruplarının, sektörlerinin çıkarını gözetiyor. Hatta kimi zaman kamunun zararına rağmen...

Şimdi durup dururken neden kafayı STK’lara taktığımı merak etmişsinizdir. Bu sabah elime geçen, kimsenin görmediği ve büyük olasılıkla da kimsenin görmeye zahmet etmeyeceği bir haber yüzünden.

Arjantin bugün Uluslararası Para Fonu’na (IMF) borcunu ödedi ve ikinci kredi dilimini almaya hak kazandı. Bizler de bu haberi “yaşasın IMF bizden sonra Arjantin’i de kurtarıyor” alt metni ile duyurduk.

Benim bahsettiğim haber de Arjantin ile ilgili. Bu haberin de içinde 2001’de Arjantin’i kasıp kavuran kriz, evini yitiren, işsiz kalan, tüm birikimi bir gecede yok olan ve açlık sınırının alında yaşamak zorunda kalan milyonlarca Arjantinli var.

“Guillermo Ramallo” diye başlıyor haber, “Arjantin krizinde birikiminin tümünü, işini ve evini kaybedip, 4 metreye 5 metre boyutunda bir depoda karısı ve 5 çocuğu ile yaşam mücadelesi vermeye başladı. Ama Ramallo’un kaderi iki yıllık sefaletin adından nihayet değişti. Aile çok yakında ülkenin en iyi mimarları tarafından planlanan yeni evlerine taşınacak. Kendileri gibi işini ve evini yitirmiş olan 334 Arjantinli ailenin yapacağı gibi.”

Mucize gibi bir şey değil mi sayın okuyucu. Kesinlikle öyle ama bu mucizenin mimarı IMF değil. Arjantin hükümeti de değil. Krizde işlerini yitiren milyonlarca emekçinin her biri tek tek bu mucizenin mimarları arasında yer alıyor.

Ramallo ve kendisi gibi milyonlarca işsiz, krizin ardından hayata küsmek, sokaklarda yağmaya çıkmak, gayrimeşru hareketlerin içine girmek, ya da hükümetin kendilerine lütuf göstermesini beklemedi. Territorial Liberation Movement-Bölgesel Özgürlük Hareketi (MTL) ya da bizim bildiğimiz adıyla İşsiz İşçiler Hareketi çatısı altında bir araya gelip kaderlerini değiştirmeyi tercih ettiler.

Yazının Devamını Oku

Rusya’nın yeni çarı

9 Mart 2004
Rusların deyimi ile Asya steplerinin büyük boz ayısı ya da Rusya ana 14 Mart'ta seçimlere hazırlanıyor. Seçimleri devlet başkanı Putin'in alacağına kesin gözüyle bakılıyor. Karşısında tek bir aday bile olmayan, ve sadece rusların değil dünyanın geri kalanının da "Rusya'nın yeni çar'ı" olarak tanımladığı Putin, son olarak Başbakan Kasyanov'u istifaya çağırarak gücünü gösterdi.

Resmi açıklamalarında Kasyanov'un başarısız olmak bir yana görevini başarıyla tamamladığını belirten Putin, görevden alma gerekçesini ise "Rus halkı seçimler sonrası kiminle çalışacağını  bilmelidir" sözleriyle açıkladı. Ama siyasi çevreler, kabinede Yukos operasyonuna karşı çıkan tek isim olduğu için Kasyanov'un ipinin önceden çekilmiş olduğunu belirtiyor.

Peki kimdir Putin ve bugüne dek neler yaptı?

Sovyetlerin yıkılmasının ardından 1990'lı yıllar boyunca Rusya'da en baskın figür bir çok yerde aşırıya kaçan rahatlığıyla ve Rus halkının tanımlaması ile "baba" olan Boris Yeltsin'di. Ama başka oyuncular da vardı sahada elbette:

Uluslararası planda her geçen gün gücünü artıran mafya, komünist dönemin kamu kuruluşlarına neredeyse bedava denilecek fiyatlarla sahip olan Rusya'nın yeni zenginleri-oligarklar, 90'ların sonlarına doğru ülkeyi moratoryuma götüren ekonomik kriz ve Çeçenya'da başlayan ayaklanma ile Moskova'nın kalbine saplanan Çeçen hançeri...

90'ların sonlarına yaklaşıldığında ülke bir yönetim krizinin eşiğinde görünüyordu. Bir dönem tankların üzerine çıkacak ve parlamentonun bombalanması emrini verecek kadar kudretli görünan Yeltsin yaşlanmış ve koltuğu bırakmaya karar vermişti. Ama Yeltsin veliahtını bir türlü bulamıyor ülke istikrarsız, kimisinin ömrü 1 ayı bile bulmayan hükümetlerle idare edimeye çalışılıyordu.

Sonra Yeltsin sahneye kimsenin tanımadığı bir ismi çıkardı. 7 Ekim 1952'de Petersburg'da doğan, 1975 yılında hukuk fakütesini bitiren, ardından 15 yılını geçireceği KGB ile ilişkisi başlayan, Doğu Almanya ve Petersburg'da görev yapan, Sovyetler’in çoküşü ile Albay rütbesinden KGB'den emekli olan ve ardından siyasi kariyeri başlayan biri:

Vladimir Vladimiroviç Putin.

Kendisi siyasetçi olmadığını söylemesine rağmen Putin'in siyasetteki yükselişi çok hızlı oldu. Önce Petersburg yerel yönetiminde başkan yardımcılığına kadar yükseldi. 1996'da Yeltsin ekibi tarafından Kremlin'e çağrılıp başdanışman oldu. 1998'de KGB'nin yerine kurulan federal güvenlik servisi'nin başına geçti. Aynı yıl devlet başkanlığı güvenlik konseyi'nin sekreterliği görevine atandı.

Yazının Devamını Oku

Buffet sahneye çıktı

8 Mart 2004
Piyasalar hakkında yeni bir şey söyleyebileceğimi zannetmiyorum. Sayın okuyucunun affına sığınıyorum. Ama elden ne gelir, geçen haftadan bu yana ne rakamlar ne de beklentiler değişti. Herşey eskisi gibi devam ediyor. Bu sıkıntıyı biraz daha yaşayacak gibi görünüyoruz.

Bir şeyler değişirse ya da biz değişeceği yönünde bir işaret alırsak o zaman yeniden piyasa ile igili beklentileri yazmaya başlayacağım. Bu arada bir de hatırlatma yapalım, bundan sonra hergün saat 17:00 itibariyle Hürriyetim’de bir piyasa kapanış raporu bulacaksınız. O gün piyasalarda hangi beklentilerin hakim olduğu, piyasaların ne gibi beklentilerle hareket ettiği, gelişmeler makro rakamlar ve piyasa kapanış rakamlarının yer alacağı bu rapor yine tarafımdan hazırlanıyor; bilginize arz olunur sayın okuyucu.

Yurtiçi piyasalar hakkında yeni bir şeyler söyleyemiyorsak eğer, biz de bakışlarımızı yurtdışı piyasalara ve bugünlerde özellikle para birimindeki hareketle tüm dünya ekonomilerini etkileyen ABD’ye çevirelim diyoruz.

Geçen hafta bu ükede istihdam verilerinin beklentilerin çok altında gerçekleşmiş olmasının yarattığı sıkıntıları aktarmıştım. Bu hafta ise gündemde Bush yönetiminin yapmaya hazırlandığı ikinci vergi kesintisi ile ilgili tartışmalar var. Aslında bu tartışmalar uzun zamandır devam ediyor ama bugün bizim gündemimize girmesinin özel bir nedeni var. ABD’nin en başarılı fon yöneticilerinden Warren Buffet da bu konuyla ilgili bir açıklama yapmış. Buffet, vergi kesintisi kararı ile ilgili olarak “bu karar büyük şirketler ve zenginlerin işine yarayacak” açıklaması ile ABD gündeminin de ikinci sırasına yerleşti. Birinci diyemiyorum çünkü ABD gündeminde birinci sırayı ya Oprah Show ya da başka saçma TV şovları alıyor.

Buffet pek konuşan bir yatırımcı değil. Onun küresel ekonomi ve ABD ekonomisi hakkındaki görüşlerini daha çok yöneticisi olduğu Berkshire Hathaway’in yıllık raporundaki makalesinden alabiliyoruz ve vergi kesintileri ile ilgili yazı da yine bu raporda yer alıyor. Şöyle diyor Buffet, “Eğer Amerika’da bir sınıf refahı gözetiliyorsa, kesinlikle ve kesinlikle kazanan benim sınıfım”.

Buffet ayrıca istatistiki verilere de yer veriyor açıklamasında: “Vergi oranları 1983 yılından bu yana en düşük seviyesine geriledi. Hatta 1983’ü dikkate almazsanız bugünkü oranlar 1934 yılı seviyelerinde.” Bu da büyük şirketlerin yüzde 35 olması gereken vergi oranı ile kıyaslandığında neredeyse sıfır vergi ödemelerine eden oluyor. Tabii ki diğer bilanço makyajları ile beraber...

Buffet’ın vergi kesintileri konusunda itiraz etmesi normal çünkü yıllık 3.3 milyar dolarlık bir vergi ödüyor. Yani ABD’nin en çok vergi ödeyen ilk 10 şirketinin arasında.

Ama bu tartışma sadece ekonomik bir tartışma değil, ABD’nin önümüzdeki 10 yıl içinde izleyeceği iç ve dış politika ile de ilgili. Daha önce bahsettiğimiz askeri Keynezcilik, vergi indirimi ve açık bütçe politikası bir bütün. ABD’nin mevcut politikasını sürdürmesinin yolu bu adımlardan geçiyor. Doların hareketi ve gelecek yıllarda ana para birimleri karşısındaki hareketi de yine aynı çerçevedeki gelişmelerin bir sonucu. Vs vs..

Bu nedenle ABD’nin yakından izlenme zamanı geldi de geçiyor...

Yazının Devamını Oku

Piyasa analiz

4 Mart 2004
Çarşamba günü açıklanan şubat ayı enflasyon rakamları ile toptan eşya fiyatları 28 yıldan bu yana ilk kez tek haneli seviyeleri gördü ama piyasaların bu gelişmeye tepkisi sınırlı kaldı.

Borsa 19 bin 500 puan seviyesini aşamamasının sıkıntısını yaşadı. Dövizde ise son iki haftadır olduğu gibi euro dolar paritesindeki hareket etkili olmaya devam ediyor. Bono piyasası ise enflasyon rakamları sonrası Merkez Bankası’dan faiz indirimi beklemeye başladı.

Bu arada uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu FİTCH’in Avrupa Birliği Türkiye’nin önüne başka siyasi kriterler koyabilir, 2004 Aralık ayında müzakere tarihi alınması en muhtemel senaryo değil açıklamaları tedirginlik yarattı. Ayrıca KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın Ankara Ticaret Odası’nda yaptığı konuşmada kullandığı sert üslup da yine piyasalarda sıkıntı yarattı.

Bu arada Merkez Bankası'nın pazartesi günkü döviz alım ihalesine 123 milyon dolarlık teklif geldi. İhalede maksimum kur 1 milyon 329 bin 900 lira oldu. Hazine ihale sonrası opsiyon alımı gerçekleşirmedi. Böylelikle Perşembe günkü toplam dolar alımı 40 milyon dolarda kaldı.

4 mart Perşembe günü piyasalardaki kapanış rakamları ise şöyle gerçekleşti:

İMKB 100 endeksi günü yüzde 0,82 oranında değer kaybı ile 19 bin 15 puanından kapatırken borsada toplam işlem hacmi 675 trilyon lira oldu.

Bono piyasasında en çok işlem gören yeni gösterge kağıt 24 ağustos 2005 vadeli kağıdın ortalama bileşik faizi günü spot işlemlerde yüzde 23,48, valörlü işlemlerde ise yüzde 23,73 seviyesinden tamamladı.

Serbest piyasada dolar günü 1 milyon 329 bin, euro ise 1 milyon 619 bin liradan kapattı.

Merkez bankası gösterge dolar kurunu alışta 1 milyon 322 bin 976 satışta 1 milyon 329 bin 357 lira olarak açıkladı.

Yazının Devamını Oku

Reel faiz ve yabancı sermaye

4 Mart 2004
Enflasyon rakamlarının açıklanması ile birlikte piyasalarda, son bir yıldır her enflasyon açıklamasının ardından olduğu gibi, yeniden Merkez Bankası’ndan bir faiz indirimi gelebileceği beklentisi baş gösterdi.

Bu beklenti ile birlikte de piyasadaki gösterge kağıdın, 24 Ağustos 2005 vadeli kağıt, ortalama bileşik faizi dünü yüzde 23.82 seviyesinden tamamlamışken bugün açılış itibariyle yüzde 23,4’lere kadar geriledi. Neredeyse yarım puanlık bir düşüş gördük.

Öncelikle artık piyasalarda, eğer mevcut ekonomik gidişat disiplinli bir şekilde sürdürülür ve Türkiye ekonomisi kabuk değiştirme sürecini yarım bırakmazsa, eskiden olduğu gibi bir anda 5-10 puanlık artışlar yaşanmayacak. Düşük enflasyon rakamı diğer alanlarda olduğu gibi piyasalarda da marjların daralmasına neden olacak. Bu nedenle bugün faizde yaşanan yarım puanlık düşüşün önemli olduğunu belirtelim.

Enflasyon geriledi ama faizler hala yüzde 23’ler seviyesinde. Yani piyasaların önünde çok ciddi bir kar potansiyeli var. Çünkü reel faiz yüzde 10’ların üzerinde. Gelişmiş ülkelerin borçlanma piyasalarında reel faizler yüzde 1.5-3 arasında. Gelişmekte olan piyasalara baktığımızda ise bu rakamın yüzde 5’lere kadar çıktığını görüyoruz. Yani Türkiye hem kendi ligindeki ülkeler arasında hem de küresel ölçekte en yüksek reel faizi veren ülke konumunda.

Bu kadar yüksek faize rağmen neden piyasaya sıcak para dolmuyor sorusunun yanıtı da aslında yine sorunun içinde saklı. Türkiye’de diğer ülkelere kıyasla var olan 5 puanlık fazladan reel faizin nedeni piyasa oyuncularının risk algılaması ile ilgili. Bu algılama da riski seven parayı Türkiye’ye çekerken riski sevmeyenleri uzak tutuyor. Bu risk primi düştükçe yüksek getiri isteyen sermaye Türkiye’den uzaklaşacak ama bunun yerine risk algılamasında daha muhafazakar olan sermaye Türkiye’ye ilgi duymaya başlayacak. Umarız bu gerçekleşir çünkü büyüklük olarak bakıldığında risk sevmeyen yatırımcının elindeki paranın daha kalıcı ve daha büyük tutarlarda olduğunu görüyoruz.

Bunun gerçekleşmesi için de Türkiye’nin 2001’den bu yana uyguladığı ekonomik programı sürdürmesi, program bitikten sonra bile, gerekli. Ama iş bu kadarla da bitmiyor maalesef. Siyaset de artık bu planlama içerisinde geniş bir yer tutuyor. Kıbrıs görüşmeleri mesela...

Sonuç olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Merkez Bankası’nın bu yılki enflasyon hedefi dikate alındığında en fazla 5 puanlık aha indirim yapabileceği ortada. Önümüzde bu kadar karışık bir siyasi ortam ve sonbaharda yeniden iki haneli enflasyon rakamları tehlikesi varken kimse Merkez Bankası’nın kısa vadede faiz indirimi yapacağını ummasın.

Yazının Devamını Oku

Euro ve itfa etkisi

3 Mart 2004
Bakalım bugün piyasalardaki duruma ilişkin dünden farklı neler söyleyebileceğiz.

Dünden farklı olarak bugün borsanın 19 bin puan seviyesinin üzerine taşınmayı başardığını söyleyebiliriz. Bugünkü seansta 19 bin 200 puan seviyesi destek. 19 bin 500 ise direnç olarak karşımıza çıkıyor. 19 bin 500 puan seviyesinin aşılması da sözkonusu olabilir ama 20 bin puan seviyesinin geçilmesi kısa vadede pek olası değil.

Hazine bu hafta üç ihale gerçekleştirdi. Bu ihalelerde toplam 7.5 katrilyon lira borçlandı. İtfasının 300 trilyon lira kadar üzerinde bir borçlanmadan bahsediyoruz. Yani yaklaşık yüzde 105 oranında bir borç çevrim oranı ortaya çıkıyor. Peki bugün itfadan gelen para nereye gidiyor. Tabii ki hem kısa hem de uzun vadelerde getiri potansiyeli hala yüksek olduğu için itfadan piyasaya giren para yine bono piyasasını tercih etti.

Bugün ayrıca açıklanacak enflasyon rakamları ile 30 yıldan bu yana ilk kez tek haneli enflasyon rakamlarını göreceğiz. Bu sonuç Merkez Bankası’nın yeni bir faiz indirimi kararı almasına neden olabilir mi? Sanmıyorum. Çünkü bu konuda oldukça muhafazakar davranan Merkez Bankası büyük olasılıkla ek kaynak paketi sonrası alınan tedbirlerin enflasyonist etkisinin boyutunu görmek isteyecektir. Bunun da mart ve nisan enflasyonlarında ortaya çıkacağı dikkate alınırsa, yıl sonu enflasyon hedefleri etkilenmese bile Merkez Bankası’nın beklemeyi tercih edeceği sonucuna ulaşabiliyoruz.

Bu arada euro, dolar karısında geçen hafta 1.29 seviyesini gördükten sonra bugün 1.21 seviyesine kadar geriledi. Bu da doların iç piyasada da TL karşısında değer kazanmasını sağladı. Yani uluslararası piyasalardaki hareketin etkisi ile dolar 1 milyon 330 bin lira seviyesinin üzerinde. Merkez Bankası’nın doğrudan alım müdahalesinin ardından kur 1 milyon 320 binin altına inmekte isteksizdi. Bugün Merkez Bankası’nın alım ihalesine yüksek teklif gelebileceğini hatta alım miktarının artırılabileceğini bile görebiliriz.

Yazının Devamını Oku

Süper döviz hesabında gelecek neyi gösteriyor

2 Mart 2004
Merkez Bankası süper döviz hesaplarına ve kredi mektuplu döviz tevdiat hesaplarına uyguladığı faiz oranlarını 1’er puan indirdi. Bu indirim Merkez Bankası’na yıllık 1 milyar doların üzerinde gelir sağladı. Ama Merkez Bankası’ın asıl istediği 13.8 milyar euro tutarında olan ve çoğunluğu euro cinsi olan bu hesapları tasfiye etmek.

Dünyanın hiç bir merkez bankası mevduat toplamıyor. Bizim merkez bankamız hariç. Ama bu merkez bankasının bir eksikliği ya da yanlış uygulaması değil. Tam tersine yurtdışındaki Türklerin dövizlerinin bankacılık sistemine girmesi için zamanında atması gereken adımlardan bir tanesiydi. Ama artık bankacılık sisteminde taşlar yavaş yavaş yerine oturuyorken Merkez Bankası’nın da bu işi tasfiye etmesi gerekiyor. Süper döviz hesaplarında yapılan indirimi de bu şekilde algılamak gerek.

Merkez bankasının gerçekleştirdiği indirimlerle süper döviz hesabında 1 yıl vadeli dolar mevduata uygulanan faiz oranı yüzde 3'e inerken, euro'da aynı vadeye uygulanan faiz oranı yüzde 4'e geriledi. Kredi mektuplu döviz tevdiat hesaplarında ise bir yıl vadede dolar mevduata verilen faiz oranı yüzde 1, 5'e, euro mevduata verilen faiz oranı ise yüzde 2. 5'e geriledi.

Türkiye'nin en çok mevudata sahip ilk 5 bankasının 1 yıl vadeli dolar mevduata verdiği faiz oranları ise yüzde 2. 75 ile yüzde 3. 5 arasında değişiyor. 1 yıl vadeli euro mevduatta ise oranlar yüzde 3. 25 ile yüzde 3. 75 arasında değişiyor.

Bankacılar kredi mektuplu döviz tevdiat hesabındaki paranın indirim sonrası faiz oranları nedeniyle ticari bankalara geçmeye başlayabileceğini belirtiyor.

Süper döviz hesaplarında merkez bankasının dolara verdiği faizle ticari banka faizinin neredeyse başabaş seviyede olduğunu belirten bankacılar kısa vadede ABD'den bir faiz artırımı beklenmediği için bu hesaplardan geçiş için ortamın oluşmaya başladığını belirtiyor.

Peki bu hesapların boyutu ne kadar ve ne kadarlık bir geçiş yaşanabilir.

Merkez bankası bilançosunda kredi mektuplu DTH ve süper döviz hesabıdaki paranın toplam büyüklüğü 13 milyar 843 milyon euro tutarında ve bunun çok önemli bir kısmı da euro cinsinden. Bu yüzden rekabet edilecek asıl alan dolar yerine euro.

Yani ticari bankaların verdiği faiz oranları şu aşamada sadece merkez bankası kredi mektuplu DTH'lardaki yüzde 2.5'lik faiz oranı ile rekabet edebilir düzeyde. Ayrıca tamamı yurtdışında yerleşik bu mudilerin yurtiçi bankaları tercih edip etmeyeceği de ayrı bir soru işareti.

Yazının Devamını Oku

AB tartışması büyüyor

27 Şubat 2004
“Avrupa Türkiye’yi dışarda bırakırsa aptallık eder.” Bu sözler İngiltere’nin önde gelen gazetelerinden Financial Times’ın (FT) köşe yazarlarından Philip Stephens’ın bugünkü yazısının başlığı.

Kıbrıs görüşmeleri daha tamamlanmadı bile ama Avrupa Türkiye’nin birliğe üyeliği tartışmasında iyiden iyiye birbirine girmeye başladı demiştik ya daha önce; işte bu yazı da onun en iyi örneklerinden bir tanesi.

Neden Stephens’in yazısını girişe taşıdığımı merak edenler için bir açıklama yapayım. FT, İngiltere’nin önde gelen ekonomi ve fikir gazetelerinden biri olmasının yanısıra Avrupa’nın ve İngilere’nin klasik Türkiye karşıtı görüşlerini incelikli bir üslup ve entelektüel bir bakış açısıyla sunan bir gazete olarak da önemli. Benzer bir bakış açısının yine aynı ülke kaynaklı The Economist dergisi için geçerli oluğunu ve son dönemde bu derginin sayfalarında da benzer makalelere rastladığımızı hatırlatalım. Eğer bu yayınlarda bile bu tarz tartışmalar yaşanabiliyorsa kim bilir Avrupa’nın geri kalanında nelar yaşanıyordur değil mi? 

Bu sorunun yanıtını Stephens’in yazısında bulabiliriz. Mesela yazar, Türkiye’inn AB üyeliği sürecinde gelinen aşamanın birliğin kaderi ve kimliği hakkında ciddi bir sınav olduğunu vurgularken birliğin belirleyici ülkelerinin liderlerinin durumlarını ve çıkmazlarını şu sözlerle anlatıyor:

“Türkiye’nin birliğe üyeliğinin destekçilerinden biri olan Tony Blair, bu yıl içinde yeni ülkelerin katılımı ile birliğin göçmen akınına uğrayacağını söyleyen muhafazakarların, göçmenler konusundaki tavrına boyun eğmek zorunda kaldı. Düşünün hele bir de birliğe yeni katılan diğer Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında en kalabalık nüfusa sahip ve en fakir ülke olan Türkiye’nin katılımı durumunda tabloid gazetelerin köşe yazarları neler söyleyecek. En kalabalık Türk nüfusuna sahip Almanya’daki durum Hristiyan Demokrat Birlik Partisi Lideri Merkel tarafından dile getirildi. Bu arada Fransa’da da gittikçe artan bir nevroz yaşanmaya başladığını da hatırlatalım. Başkan Jacques Chirac, endişeli bir biçimde göçmen karşıtı aşırı sağ’ı endişe ile izliyor.

Avrupalı bir çok siyasinin kafasında birliğin coğrafi ya da politik bir birlik değil, kadim Hristiyan imparatorluğunun reenkarnasyonu olduğu fikri var. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing Türkiye’nin kabulunün Avrupa’nın sonu olacağını söylediğinde bir çoklarının fısıldayarak söylediklerini yüksek sesle beyan etmiş oldu sadece.

Chirac fikrini korumaya devam etse de Fransız diplomatlar arasında dalganın Türkiye aleyhine güçlü bir biçimde dönmeye başladığı görülüyor. Ama bunların yanısıra daha önce ciddi bir Türkiye karşıtı olan Alman Dışişleri Bakanı Joscka Fischer’in de artık Türkiye taraftarlarından biri olduğunu söylemek gerek.”

Bu tartışmalar siyasi çevrelerde artarak devam edecek. 2004 sonuna yaklaşıldığında, İlerleme Raporu’nun yazılma süreci başladığında ise iyice zirveye çıkacağını söylemeye gerek bile yok sanırım.

Ama bir de bakalım para sahipleri neler yapıyor neler düşünüyor. Kazanacakları ya da kaybedecekleri şey çok çok daha elle tutulur ve kısa vadede gerçekleşme olasılığına sahip olduğu için yatırımcının bu konuda ne düşündüğü bence daha önemli.

Yazının Devamını Oku