İllüzyonist bir illüzyon yarattı, o illüzyon neredeyse bulaştığı her alanda değil sorun çözmek, sorunları mislisiyle artırdı. Dün yazdığım “çöküntüler”in her birinin Türkiye’nin başına neler ördüğünü önümüzdeki aylarda bir bir yaşayıp göreceğiz. İllüzyonist hem Türkiye’deki hem de ABD’deki saftorikleri şu illüzyona inandırmıştı: “Obama ile Türkiye’nin dış politika tercihleri ve öncelikleri tamamen örtüşmektedir.” Ancak sonuca bakın: 1) ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Washington’da pekâlâ TÜSİAD heyetini kabul ediyor ama hükümetin gönderdiği ve Ömer Çelik’in başı çektiği AKP Heyeti’ni kabul etmeye tenezzül bile etmiyor. Heyet ancak 3. sınıf memurlarla görüşebiliyor. Bunun anlamını Başbakan bir zahmet monşerlere soruversin. 2) Brezilya arabuluculuktan çekilince “İran arabuluculuğu”nda Türkiye dünyada dımdızlak ortada kalıyor. 3) İç ve dış politikanın iç içe geçtiği “Kürt açılımı” eninde sonunda iki başlık arasında sıkışıyor: ? Kuzey Irak’ta da, Türkiye’de de “Kürt meselesi”nde inisiyatif tamamen PKK’nın eline geçmiştir. Hükümet her gün PKK’nın yarattığı aktif “gündem”e pasif tepki vermek durumundadır. ? Özellikle geçen ekimde yaşanan “Habur rezaleti”nden sonra PKK hem Türkiye’de hem de dünyada “meşru” hale gelmiştir. ¡ ¡ ¡ İki gündür Türkiye’nin içte ve dışarıda yediği ağır golleri ısrarla ve sırayla yazıyorum, zira hepsinin kaynağında sadece bir adet İllüzyonist’in önce Başbakan’ı, sonra bazı köşe yazarlarını ve hatta ABD’yi peşine takarak yarattığı aldatan görüntü yatıyor da ondan! Dünkü yazımı “illüzyon” neden hüsrana dönüştü sorusunu sorarak bitirmiştim. Bugün ve yarın bu sorunun cevabını irdeleyeceğim. ¡ ¡ ¡ AKP’nin 2002’de hükümet oluşunun ardından Türkiye’de dış politikaya yeni bir yaklaşım hâkim olmaya başladı. 2004 sonunda AKP hükümeti dışarıda da meşruiyeti yakaladığına inandıktan sonra AKP’ye fikri hayatiyet verenler “eski ama büyük hayal”in gerçekleşmesi için zeminin artık yavaş yavaş lehlerine dönmeye başladığına inandılar. Akıllarında kendilerine göre iki adet postulat (doğru olduğu varsayılan durum) vardı: 1) Batı medeniyet kültürü ait olmadıkları ama global seviyede üstünlüğünü inkâr edemeyecekleri bir merkezdi. 2) İslam medeniyet kültürü ise ait oldukları, içinde neşv-i nüma buldukları ama global seviyede egemen olmayan bir merkezdi. AKP hükümetine yakışan bu iki postulattan bir sentez çıkarmaktı. Ancak sentez illüzyona dayanmak zorundaydı. Zira şimdi yaşadıklarımızın gösterdiği gibi idealist politika ile reel politikayı birbirine karıştırmak gerekiyordu. Buna göre, sentezi yapacak kişi sadece bir illüzyonist olabilirdi, zira sadece o kendilerine ait bir “postulat”tan uluslararası bir sentez yaratabilirdi. O kişi de zaten yanı başlarındaydı: Prof Dr. Ahmet Davutoğlu! Sentez bir sürü akademik jargon ile donatılmış bir tezin hayata geçirilmesi olacaktı: Ortadoğu-Kafkaslar-Balkanlar’da en güçlü devlet olarak, 300 yıl öncesinde olduğu gibi, bugün de kabul görürse Batı’nın, özellikle ABD’nin bu bölgede “koğuş ağası” Türkiye olabilirdi! Heyhat! Davutoğlu muhteşem bir beyne ve bilgiye sahip bir illüzyonistti, 300 yıl önce yaşanmış bir gerçeği bir tek o 300 yıl sonra, üstelik Batı’ya da kabul ettirerek algılanan gerçek olarak gösterebilirdi! Yarın: Ahmet Davutoğlu’nun geçici ama muhteşem başarısı.