Anayasa Mahkemesi üzerine bir yazı

BU yazının meramı katiyen Anayasa Mahkemesi’nin son kararının doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmak değildir.

Hepimiz meşrebimize göre kararı ya beğendik, ya beğenmedik, ya da biraz beğendik, biraz beğenmedik. Mahkeme’ye hakaret eden zırzoplar bile çıktı.
Uzun yıllar Anayasa Mahkemesi kararlarına ya kızdım, ya sevindim. Artık yavaş yavaş idrak etmeye başlıyorum ki; Anayasa Mahkemesi’nin herkesin beğenmese de saygı duyacağı bir karar vermesi; üyeleri kim olursa olsun, çalışma şekli ne kadar düzeltilirse düzeltilsin, bu ülkede mümkün değildir.
Neden?
* * *
Bence 2 nedeni var:
1) Anayasa Mahkemesi siyasetin hukukunu tarif eden kurallar manzumesi (Anayasa) hakkında karar veriyor. Hukukun ne kadar siyaseti, siyasetin ne kadar hukuku tanzim ettiğini ayırt etmek çok zor.
Özünde Mahkeme siyasi kararlar veriyor. Siyasetin hukukunu ne siyasi zemini (demokrasisi) ne de hukuk anlayışı (hukuk devleti) oturmamış bir ülkede genel kabul görecek koşullarda tanzim etmek mümkün değil.          
2) Siyasetin hukuku yazılı kurallar ve yazılı metinler kadar örf ve adete (gelenek ve göreneğe) dayanıyor. Örf ve adeti ile “demokrasi”yi hazmetmemiş insanlar topluluğunda da siyasette “genel kabul gören ortak alan” çok dar oluyor.
Daha açık söyleyeyim, zaman süzgeci içinde demokratik kurallara saygı örf ve adet haline gelmemiş toplumlarda hukukun üstünlüğünü benimsemek üç yaşında bir velede üç numara büyük gelen don giydirmek gibi duruyor.
Tıpkı büyük don düşmesin diye iki elle kıçını destekleyen velet gibi, kıçımızdan düşmesin diye, Türkiye’de hukuku devamlı iki elle avuçlamamız gerekiyor.
* * *
ABD’nin Yüksek Mahkemesi’nin (Supreme Court) en yaşlı üyesi Yargıç John Paul Stevens nisanda 90 yaşında emekliliğini istedi. Yargıç Stevens  Yüksek Mahkeme’nin en liberal üyesi sayılıyordu. Dolayısıyla Demokrat Parti’ye daha yakın olmalı idi. Ancak Mahkeme’ye daha 1975 yılında Cumhuriyetçi Başkan Gerald R. Ford tarafından atanmıştı!
1975 yılında bile ABD’nin başında hukukun üstünlüğünü kabullenen, demokrasinin kendine ait yazılı olmayan örf ve adetleri olduğunu kavrayan bir başkan vardı. (Cüneyt Ülsever- Hürriyet-13 Nisan 2010).
* * *
Dün köşesinde Yalçın Doğan benim meramımı çok doğru anlatan bir anekdot nakletti. (Hürriyet-10 Temmuz 2010). Şöyle yazıyor:
“Öğretim üyeleri diğer ülkelerdeki uygulamaları tartışırken, bir hoca:
‘İsveç’te rektör atamasını kral yapıyor’ (diyor). Sohbete katılan bir başka hoca devamını getiriyor:
“Atamayı bizde de İsveç Kralı yapsın, razıyım.”
* * *
Bu köşeyi okuyanlar bilirler. Başkan Obama’nın politikalarını sık sık eleştiriyorum.
Ben de diyorum ki, Anayasa Mahkemesi’ne de, HSYK’ya da, Yargıtay’a da, YÖK’e de atamaları Başkan Obama yapsın, ben dünden razıyım.
Onun atama yaparken elini tutan örf ve adetleri olacaktır. Bizim yok.
Bizim tek örfümüz vardır:
“İsterse taştan olsun ama illa ki benden olsun!”
Bunun içindir ki, “askeri vesayet”ten kaçarken “sivil vesayet”e yakalanmak hakkımızdır. Zira bu ülkede “vesayet” altında yaşamak âdettendir!
“Vesayet” ruhunu aşmak ise Anayasa Mahkemesi’ni her durumda aşar!
Yazarın Tüm Yazıları