Cüneyt Ülsever

Denktaş'a açık teklif

21 Nisan 2003
<B>SON </B>dönemde <B>Irak</B> ve <B>Kıbrıs'</B>ta çuvallayan <B>Türkiye</B> her mihnetten bir nimet çıkar prensibiyle bir gerçeği ayan beyan gördü. Süleyman Demirel'in Fırat kenarındaki sağır çobanı dahi, bizden daha bilgili oldukları iddiası ile, Türkiye için strateji oluşturan asker-sivil (özellikle Dışişleri) bürokrasinin dünyayı tanıma konusunda ne kadar yetersiz kaldığının farkına vardı.

Statükonun artık Türkiye'yi taşıyamadığı yedi düvele malum oldu!

Sedat Sertoğlu 19.04.2003 günü Vatan Gazetesi'nde KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile yaptığı bir söyleşiyi yayımladı.

Bu söyleşide Rauf Denktaş Annan Planı'nı ‘‘eğer Türkiye bu anlaşmaya, Rum yönetimi altında yaşamak istemeyen Kıbrıs Türklerine Türkiye'de rehabilatasyon imkánı tanıyan bir madde koyarsa’’ imzalayacağını duyuruyor.

Ben çok heyecanlandım. Geçen ay Magaso'da yaptığım bir söyleşide ben de ‘‘eğer temel korku Rum yönetimi altında yaşamak ise, 100.000 Kıbrıslı Türk, Türkiye'de il başına 1500 kişi bile etmez, sadece İstanbul'da 200.000 kaçak işçi var, biz 100.000 insanımızı elbette ortada bırakmayız’’ demiştim.

Şimdi Rauf Denktaş da aynı şeyi söylüyor.

İlgililere duyurulur.

Aynı söyleşide Rauf Denktaş:

‘‘Ben, bütün bu yıllar içinde Ankara'nın bilgi ve talimatı olmadan hiçbir şey yapmadım, hiçbir adım atmadım', diyerek Kıbrıs konusunda çuvallamamızın esas nedeninin Ankara'daki statüko olduğunu da ifşa ediyor.

Daha ileri gidiyor, Kıbrıs konusunda Türkiye'nin önünü tıkayan politikaların MGK'da alındığını orta yere döküyor.

(AK Parti'yi kastederek) ‘‘...Yoksa onlar da Türkiye devletinin aldığı kararlara, MGK'da alınan kararlara uyuyor.’’

* * *

Gelelim teklifime:

‘‘Kıbrıs konusunun bu hale gelmesinde suçlu siz misiniz?’’ sorusuna Rauf Denktaş:

‘‘Eğer Türkiye'nin ve KKTC Türkleri'nin haklarını korumak, onları savunmak suç ise, evet, ben Rauf Denktaş suçluyum’’ diye cevap veriyor.

Statükoyu ayan beyan deşifre eden Rauf Denktaş'ı kutluyorum.

O, statüko ile bağlantı kurma ihtiyacını son zamanlarada çok yalnız kaldığı, hatta belki de statükonun kendisini ortada bıraktığını düşündüğü için duyuyor olabilir.

Ancak, kendisini yalnızlığa iten çabasının ise halk için olduğunu iddia ediyor. O halde, bu kadar çok yanlış anlaşılan Rauf Denktaş'ın şimdi yapması gereken bir iş var:

- İman tazelemek!

KKTC'deki 2005'te yapılacak cumhurbaşkanı seçimini beklemesin, hemen istifa etsin. Erken seçim yapılsın. O da yeniden aday olsun!

Kıbrıs halkı onu yeniden seçerse tüm münafıklar seslerini kessinler, o da başarısını perçinlesin!

Aksi halde...
Yazının Devamını Oku

Statükoyu kutluyorum!

19 Nisan 2003
<B>İNSAN rakiplerinin </B>başarılarını takdir etmeli, kazanımlarını kabullenmeli. Müzmin bir <B>statüko karşıtı</B> olarak statükonun bu hafta kat ettiği muazzam kazanımları tebrik ediyorum. * * *

Ben, gerçek detayda gizlidir diyerek kutlamalarıma küçük bir ayrıntıyla başlayacağım.

Bu hafta Nataşaların ülkesi olarak tanımladığımız ve bize uzun yıllardır kaçak işçi gönderen Rusya, aldığı yeni bir kararla Türklere vize verme işlemlerini en zor kategoriye sokmuş.

Gerekçe? Son yıllarda Türkiye'den Rusya'ya çok fazla kaçak işçi gitmeye başlamış da ondan!

Komşunun
bu kararı, statükonun ülkeyi kendisine benzetme mücadelesinde attığı en büyük adımlardan birisidir.

Bundan böyle Rusya açısından Türkiye, vize verme konusunda Hindistan, Malezya, Afganistan vb. ile aynı kategoride yer alacak.

* * *

Ancak, statükonun tarihi zaferi 16 Nisan 2003 gününü perçinler.

Türkiye'nin 44 yıllık hasreti o gün büyük bir taktikle sona erdirilmiştir.

79 yaşında bir adam, nüfusun % 65'ini oluşturan 35 yaş altındaki insanımızın muasır medeniyet mücadelesine en büyük darbeyi vurmuştur.

O ve onun piyon olarak kullanan şahinler muratlarına ermişlerdir.

Utanmadan ve sıkılmadan Atatürk'ün adını ağızlarına persenk eden Saddamcı-Atatürkçü şahinler, nihayet O'nun en büyük projesi olan Batılılaşmaya büyük darbe indirmişlerdir.

* * *

Nedir kazanımları?

Mümtaz Soysal, Yekta Güngör Özden gibi halk önünde % 00,5 oyu olmayan siyaset dinozorları mevzilerini korumuşlardır.

Açık toplumda zerre kadar kıymet-i harbiyeleri olmayacak bu kişiler, kapalı toplumda hálá önemli olma rüyaları göreceklerdir.

Irak Savaşı sırasında öngörüleri fiyasko ile sonuçlanan, kendi mesleğini dahi icra edemeyen emekli darbeciler de statüko içinde siyasi mücadelelerini sürdürebileceklerdir.

‘‘Statükoya karşı mücadele’’ sözü ile milyonların oyunu alan AKP'ye de dersi verilmiştir.

‘‘İktidar bizim iki dudağımızın ucundadır!’’

Hatta Rauf Denktaş, Abdullah Gül'ü bir güzel de azarlamıştır.

Kıbrıs'ta; dışişleri eski bakanlarının, eski büyükelçilerin, sözüm ona prof.ların ve dışişleri avenesinin hukuku hiçe sayarak kurdukları kooperatifler ve dahi Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın el koydukları Rum malları sumen altı olmuştur.

Türkiye'den giden kara paraların bir güzel yıkandığı kat bankaları her türlü denetimden kurtulmuştur.

* * *

Millete mi ne olmuştur?

Millet lüzumsuz ama maalesef zorunlu bir ayrıntıdır!
Yazının Devamını Oku

Yeni kırmızı çizgilerimiz (2): Su

17 Nisan 2003
<B>DÜN </B>belirttim,<B> Kuzey Irak'</B>ta <B>yeni kırmızı çizgilerimiz; 1) Ekonomi; Güneydoğu'da gelir dağılımı,

2) Su; Dicle-Fırat; GAP olmak zorunda.

Yine dün ekonomide kırmızı çizgimizi;

Güneydoğu'daki kişi başına milli gelir, Kuzey Irak'ta oluşacak kişi başına milli gelirin altına düşmemelidir, cümlesiyle ifade etmiştim.

* * *

Bugün gelelim su konusuna!

Dünyada neredeyse tüm savaşlar illa ki kıt kaynakların paylaşılma mücadelesi yüzünden çıkar.

Aynen kıt kaynak olarak petrolün, ABD ile Kıta Avrupası ve Rusya ile Çin arasında paylaşılma mücadelesini yansıtan Irak Savaşı gibi!

Su da petrol (enerji) gibi dünyada kıt kaynak ve yaşamın bizzat kedisi.

* * *

Su Ortadoğu'da ise hepten kıt kaynak!

Savaşta bazı Irak şehirlerinin susuzluktan nasıl kıvrandığını hep beraber izledik.

* * *

Su bizde de çok fazla yok, ancak Allah'a şükür bizim durumumuz Ortadoğu ülkelerinden çok daha iyi. Bu bağlamda;

Su, Türkiye, Irak-Suriye kelimelerini yan yana koyarsanız akla gelecek ilk iki kelime Dicle-Fırat olacaktır ve buna bağlı olarak da hemen zihnimiz GAP kelimesine takılacaktır.

* * *

Biz GAP'ı inşa ederken bizzat ABD'nin öncülük ettiği bir su doktrinine dayandık.

Suyun çıkış kaynağı hangi ülkede ise suyu kullanma hakkı o ülkenindir.

Bu mantıkla Dicle ve Fırat üzerine GAP'ı inşa ettik ve aşağıya istediğimiz kadar su verdik.

Bizim görüşümüze göre, biz uzun yıllar Suriye ve Irak'ı GAP'a ortak yapmak için çok çalıştık ama olmadı.

Bize göre Türkiye yine de cömert davranıyor ve aşağıya kullandığımız miktara eşit derecede su veriyoruz.

Öte yanda; Irak ve özellikle Suriye ise kendilerine ihtiyaçları kadar su vermediğimiz, ayrıca yeraltı drenajlar doğru yapılmadığı için kullandığımız ve tüm kıymetli özelliklerini tükettiğimiz kirli suyumuzu da yeraltından onlara yolladığımız iddiasındalar.

Kimileri Suriye'nin uzun yıllar PKK'ya destek vermesini bu su meselesine bağlarlar.

* * *

Şimdi dünyada yeni bir su doktrini gelişiyor:

Su hangi ülkelerden geçiyorsa, ortak kullanılmalıdır.

Ben, Ortadoğu'ya yerleşen ABD'nin artık bu yeni doktrini savunacağını düşünüyorum!

Bu doktrin, GAP'ın baştan aşağı yeniden düzenlenmesi demektir.

İlgililere duyururum!
Yazının Devamını Oku

Yeni kırmızı çizgilerimiz (1): Ekonomi

16 Nisan 2003
<B>SADECE askeri mülahazalarla</B> çizilen <B>kırmızı çizgilerin</B> savaşların bile <B>dijital</B> yaşandığı bir dünyada fazla bir anlamı kalmadığı <B>Kuzey Irak'</B>ta yüzümüze çarpıldı. Hemen sınırımızda cereyan eden ve ucu doğrudan ülkemize dokunan bir siyasi değişimi oturup seyretmemiz bizden beklenemez ama bizim de gerçekçi kırmızı çizgiler çizmemiz gerekir.

Ben bu çizgileri bugün ve yarın iki ayrı noktadan çizmeye çalışacağım:

1) Ekonomi: Güneydoğu'da gelir dağılımı,

2) Su: Dicle-Fırat/GAP.

Biz Kuzey Irak'taki olası gelişmeleri ebedi bir korkumuza bağlıyoruz: Ya Kuzey Irak'ta oluşacak bir Kürt devleti Güneydoğu'daki kendi Kürtlerimiz için de bir cazibe alanı haline gelirse? Ya Türkiye bölünürse? Bölünme ihtimali Kuzey Irak'ta kurulacak federe-Kürt devleti ile artmaz mı?

* * *

Bu sorulara cevap aramaya ekonomi ile başlayalım.

Ben diyorum ki, Kuzey Irak ekonomik olarak Güneydoğu'daki Kürtlerimiz için cazibe alanı haline gelirse, korkmakta büyük fayda var.

Güneyimizde yeni bir Irak Federasyonu kurulurken, ABD Kuzey Irak'taki zengin petrol yataklarını değerlendirmek ve bunlardan yararlanmak için bu bölgeye yatırım yapacaktır.

Irak'taki petrol üretiminin yılda 1.5 milyon varilden 6 milyon varile çıkması beklenmektedir.

Aynı zamanda bölge yeniden inşa edilecektir.

Bölgedeki insanları kazanmak için ABD'nin Kuzey Irak'a yeni organizasyon modelleri getirmesi, eğitim ve sağlık hizmetlerinin miktar ve kalite olarak artırılması, özgürlüklerin çoğaltılması da pekálá beklenebilir.

* * *

En muhafazakar ekonomistler bile bu dönemde Kuzey Irak'ta kişi başına milli gelirin 2.000 $'a ulaşmasını bir hayal olarak görmüyorlar.

Ülkemizin kişi başına milli geliri 2.800 $, ancak halkımızın %60'ı yıllık 600 $ ile yetiniyor.

En zengin %20'sinin kişi başına milli gelirinin ancak 900 $ civarında olduğu Güneydoğu'da kişi başına milli gelirin 400 $ olduğunu söylemek katiyen abartma olmaz.

* * *

2.000 $ (Kuzey Irak) /400 $ (Güneydoğu)= 5 misli fark demektir!

İşte Kuzey Irak'taki yeni kırmızı çizgimiz budur:

Güneydoğu'daki kişi başına milli gelir, Kuzey Irak'ta oluşacak kişi başı milli gelirin altına düşmemelidir!

Aksi halde Kuzey Irak'ta oluşacak düzen cazibe alanı haline gelir!

* * *

Türkiye ivedelikle Kuzey Irak'taki yeni gerçekleri hazmedip, oradaki gelişime olumlu katkıda bulunmalı, ticaret/ekonomi/inşaat alanlarında Kuzey Irak ile işbirliğine girmeli, Güneydoğu'daki işadamlarımızı ve işçileri bu bölgede oluşacak ekonomik faaliyetlerin aktif parçası yapmak için her türlü pazarlığı yapmalı ve teşviki uygulamalıdır.

Kürt insanımızın önündeki her türlü sosyal/psikolojik/hukuki engeller de hızla kaldırılmalıdır.

* * *

Yeni kırmızı çizgi öncelikle ekonomik bir çizgidir!
Yazının Devamını Oku

Savaşın ABD'ye maliyeti

14 Nisan 2003
<B>ABD</B>, Irak savaşı ile <B>1992</B>'den beri planladığı ve Sovyetler'in çökmesi ile ivme kazanan <B>küreselleşme</B> sürecinin <B>siyasi düzenini</B> ve <B>siyasi coğrafyasını</B> çizmeye başladı. 1989'da, Berlin'de duvarın yıkılması ile eski dünya düzeni çökmüştü. Ancak 1989 ile 2003 arası dönemde küreselleşme süreci kendisini teknolojik ve ekonomik boyutta egemen kılmasına rağmen siyasi egemenliğini kuramamıştı. Şimdi kurulmasına uğraşılan:

a) enerji kaynakları üzerinde -sadece Ortadoğu'da 24 trilyon dolar değerinde!- ABD'nin egemen olacağı,

b) ABD'nin egemenliğinin yaptırım gücü olan dolar karşısında şimdi yükselmekte olan Euro'nun kafa tutuşunu engellemeye çalışacak yeni dünya düzenidir.

Bu devasa proje evrensel kuraldan bağımsız değildir:

Dünyada hiçbir şey bedava değildir!

Bu ihtirasın elbette ki ABD'ye bir bedeli vardır!

a) ABD'nin ödediği ilk bedel savaşta kaybettiği ve edeceği evlatlarıdır.

b) ABD'nin 390 milyar dolarlık savunma bütçesi -Avrupa'nın toplam savunma bütçesinden fazla- veya en son bütçeye eklenen 79 milyar dolar da muhakkak ki görünen maliyetler arasındadır.

* * *

Ancak, ABD uzun vadeli bazı maliyetleri de satın almıştır:

1) II.Dünya Savaşı'ndan beri inşa ettiği, Clinton döneminde şahikasına ulaşan ve gönüllerde taht kurmayı hedefleyen ‘‘kerim emperyal devlet’’ mertebesini bu savaşla elinin tersi ile itmiş, yerine bir çırpıda ‘‘ceberrut emperyal devlet’’ mertebesini kazanmıştır.

Daha önce hayranlık/kıskançlık duyguları ile anılan lütfeden/borçlandıran, birleştiren/düzenleyen sıfatlarına sahip bu emperyal devlet artık korkulan/nefret edilen emperyal devlet sıfatlarına mazhar olmuştur.

ABD; insanların ondan korktuğu için biat edeceği bir emperyal devlet olmayı ister istemez kabul etmiştir.

Korkunun eş kelimesi ise nefrettir!

Bu imajı silmek artık çok ama çok zordur.

* * *

2) Savaşın gerekçelerinden birisi terör olunca ve dünyanın her santimetrekaresi ABD için güvenlik alanı ilan edilince ABD ister istemez Ladin'e meşruiyet kazandırmıştır.

Zor zoru doğurur!

Şimdi ABD'ye yönelik terör hareketleri her yerde maalesef artacak ve bu hareketler insanlardan 11 Eylül 2001'de aldığı tepkiyi almayacaktır.

Her terör hareketinde dünya insanlarının bir kısmı içten içe ‘‘Hak ettiler!’’ diyeceklerdir.

* * *

3) Filistin kökenli terör hareketleri de meşruiyet çizgisini genişletecek, ABD kendisini ‘‘Filistin sorununu’’ çözmeye her zamankinden fazla mecbur hissedecektir.

* * *

4) Küresel dünyanın temel ihtiyacı ‘‘ulus üstü örgütlenme’’ (BM, NATO vb.) modellerini ABD bu dönemde kendi eliyle yıkmıştır. Halbuki küreselleşmenin meşruiyet kazanması için ABD bu tip örgütlere her dönemden daha fazla şimdi muhtaçtır.

* * *

Dünyada beleş hiçbir şey yok!
Yazının Devamını Oku

Hepiniz vahim hata yaptınız!

12 Nisan 2003
<B>KİMSE </B>şu gerçeği inkár edemez ki: <B>Kuzey Irak'ta ‘‘kırmızı çizgimiz’’ Kerkük ve Musul'da göz göre göre aşılırken bize kendimizi önce Allah'a sonra ABD'ye teslim etmek düşmektedir.<br><br></B> Bu durumdan esasen hükümet sorumludur. Ancak, diğer müteselsil sorumluların arazi olma hakkı da yoktur.

Atilla İlhan'ın müsaadesi ile insana ‘‘Öyle cumhurbaşkanları sevdim ki zaten yoktular’’ dedirten Ahmet Necdet Sezer, ne önerdiği bir türlü anlaşılamayan ‘‘Şair Başkan’’ Bülent Arınç, gerçekten Allahlık oldukları bu dönem iyice ortaya çıkan İslamcı enteller ve Saddamcı neo-faşist/eski-sosyalistler özeleştiri yapmak durumundadırlar.

* * *

Ancak; konu güvenlik olduğuna göre MGK ve TSK, hükümetten sonra asli sorumlu olmaktan kurtulamaz.

Onların da özeleştiri yapmaları elzemdir:

* * *

1) Ünlü 1 Mart tezkeresinden önce yapılan 28 Şubat tarihli MGK toplantısında ‘‘Kuzey Irak meselesinin’’ konuşulmaması, konunun hiç açılmaması, bu konuda askerin uyarı yapmaması akıl almaz bir görev ihlalidir. Güvenlik konusunda saçı, kılı, tesettürü konuşan MGK'nın ülkenin en vahim güvenlik konusunda bigane kalması tarihe geçecek bir vakadır.

Sonradan söylenenlerin fonksiyonel anlamı yoktur.

2) Bu konunun açılmamasının nedeninin ise ateşten topu askerin üzerine atmaya çalışan hükümete karşı misilleme olması, görev ihmalini çok daha derinlere itmiştir.

Bu iki ciddi kurumun itişmesi ile cahil ebeyvenlerin aralarındaki kavgada hırslarını almak için ortak evlatlarını dövmeleri arasında hiçbir fark yoktur.

3) TSK, önce kurum olarak kendisini, sonra ülkeyi ABD önünde mukayeseli avantajlı kılan ‘‘stratejik ortaklık’’ kavramını pratikte uygulamayarak, kendi elleri ile yıkmıştır. Kendi meşruiyetini hep stratejik önem analizine dayandıran TSK'nın strateji analizlerinde ne kadar eksik kaldığı bu dönem ayan beyan ortaya çıkmıştır:

a) Savaş bizden destek almadan pekala başlamış, ‘‘çöle saplanmadan’’ da amacına ulaşmıştır.

b) ‘‘Kuzey Kıbrıs'ın stratejik önemi’’ kavramı ise tamamen boş çıkmıştır. ABD, savaşta bu bölgeyi değil, Güney Kıbrıs'ı kullanmayı tercih etmiştir.

Gözümüzün önünde yaşanan digital savaşa karşı hálá Kuzey Kıbrıs'ı ülkenin Akdeniz'e açılan nefes borusu olarak adlandırmak komik kaçmaktadır.

4) Zamanında emekli bir generali eleştirdiğim için şahsıma verilen muhtırada ‘‘Emekli generalinden en alt kademedeki erine kadar bir bütünüz’’ diyen TSK, her fırsatta ekranlarda arz-ı endam eden emekli generallerin analizlerinin bu kadar fos çıkması karşısında ‘‘bütünlük arayışını’’ tekrar gözden geçirmek zorundadır.

Emekliler ise millete en azından bir özür borçludurlar.

Digital savaşı zerre kadar kavrayamayan, bu strateji uzmanlarının(!) döneminde bir savaş çıkmadığı için biz de Allah'a şükredelim.

5) TSK ile yaptığı ‘‘Kuzey Irak'ta güvenlik’’ müzakerlerini kasten uzatarak ve bizi oyalayarak bölgedeki politikasını ‘‘mecburen Kürtlerle’’ aniden yürürlüğe koyan ABD, iki gündür Türkiye'yi kündeye getirmektedir.

* * *

Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete politikasının sorumluluğundan kimse kaçmaya kalkmasın!
Yazının Devamını Oku

İmza ne menem bir şeydir?

10 Nisan 2003
<B>ESKİDEN </B>hayat ne kolaydı! Kişinin imzasına veya sözüne inanırdık. <B>‘‘Onun imzası senettir!’’</B> sözü nice antlaşmanın belkemiğini oluştururdu. * * *

Şimdi yeni bir moda çıktı:

‘‘İmzaladım ama.....!’’

‘‘Okumadan imzalamışım!’’

‘‘Ağlaya ağlaya imzaladık.’’

‘‘Bakan vicdanımla imzaladım, milletvekili vicdanımla kendi imzamı reddediyorum.’’

‘‘Biz imzaladık ama sayı yetmedi, Cumhurbaşkanı bir zahmet bizim imzamızı veto etsin!’’

‘‘Ayy, siz de benim imzamı ne kadar ciddiye alıyorsunuz canım!’’

‘‘Görünmez adam gibi bir şey olan derin devlet görünmez kalemle yazmış, biz kündeye gelip altına basmışız imzayı. İşte yine derin bir Alicengiz oyunu. Anlarsınız yaaa!’’

* * *

Madem okumadan imzaladığınız zaman ‘‘Çatlasan da patlasan da oynamıyoruz...’’ demek hakkı var, ben de bu köşeden karım Neriman'a sesleniyorum:

- Ben de Başbakan ve Dışişleri Bakanı gibi, evlilik sözleşmesini okumadan imzalamışım. Artık imzamı ‘‘saymeyoz!’’. Şimdi ev, araba, eşyalar, banka hesabı gibi cansız varlıkları ben alıyorum, sen çocuklar gibi canlı varlıkları alıyorsun! Herkesin çantası koluna, herkes kendi yoluna! Ne var yani, ben imzamı yalayarak silerim, olur biter.

* * *

Dünyada ilk kez bu hükümet Milli Görüşterorist addetmeyi akıl etti. Türkiye ile Almanya arasında imzalanacak terör antlaşmasının giriş bölümüne terorist örgütlere örnek olarak Milli Görüş de yazıldı.

Şimdi de Hükümet 'okumadan attığı' imzasını geri çekmiş.

Yine de, imzanın atıldığı tarih ile çekildiği tarih arasında Milli Görüş 23 Nisan çocukları gibi günü birlik ‘‘terorist!’’ olmuyor mu?

* * *

Bu hükümete ‘‘okumadan imzaladığı’’ için haklı olarak kızan Saadet Partisi'nin Necmettin Erbakan'ına ne demeli?

Necmettin Erbakan 30.9.1996 tarihinde Başbakan sıfatı ile 96/8716 No'lu Bakanlar Kurulu kararına dayanan, ancak hiçbir hukuki dayanağı olmayan ve ünlü Batı Çalışma Grubu'nu Başbakanlık'ta oluşturan Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği'ni bizzat imzalamıştı.

Benim de aralarında bulunduğum bir basın sohbetinde kendisine bu imzası hatırlatılınca önce bu merkezin tabii afetler ile ilgili olduğunu söylemiş, bir arkadaşımız kendisine Müslümanların çanına ot tıkayan bu yönetmeliğin içinde yer alan ‘‘kriz hali; devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü ile milli hedef ve menfaatlerine yönelik hasmane tutum ve davranışların, anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini....’’ ibarelerini okuyunca:

- Aaa! Orasını okumadan imzalamışım, deyivermişti.

* * *

Bir önerim var: Başbakan ve bakanlar önlerine konan káğıtları imzalıyorlar ya, bir de ikinci imza sütunu açılsın, oraya da ‘‘Valla billa, iki gözüm önüme aksın ki okuyarak imzaladım!’’ diye bir ikinci imza atsınlar.
Yazının Devamını Oku

Savaş sonrası Türkiye!

9 Nisan 2003
<B>BEN AKP iktidarının </B>başarılı olmasını içten diliyorum. Üç nedenle: 1) Herkes gibi ben de artık önümüzdeki 5 yılı görebileceğimiz siyasi istikrar istiyorum. Ekonomik istikrar ancak ve ancak siyasi istikrar üzerine kurulabilir.

2) Ortadoğu'da devasa değişikliklerin yaşanacağı şu dönemde, dünyanın demokrasi ile İslam'ı birleştiren bir çözüme her zamankinden fazla ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu model sadece Türkiye'de kurulabilir.

3) 3 Kasım işbirlikçi kapitalizmin intihar miladı ise, AKP yeni ve daha rasyonel bir ülke için önünde beyaz sayfa bulmuştur. Bu şansı Türkiye kullanmak zorundadır.

* * *

Ancak, şu ana dek işlerin iyi gitmediğini Süleyman Demirel'in Fırat'taki sağır çobanı dahi kabul ediyor.

Benim samimi uyarılarım:

1) AKP dağınık bir görünüm veriyor. İktidar sadece bürokrasi üzerinde değil, aynı zamanda kendi partisi üzerinde de muktedir olamıyor. Bu görünümün ivedelikle değişmesi gerekiyor.

* * *

2) Türkiye'nin dış politikası göçtü. Bir nebze tedavi için:

a) Türkiye kendisine Ortadoğu'da yeni bir rol biçmelidir. Bu rol ise katiyen İran ve Suriye ile işbirliği değildir. Türkiye kendisine, Türkiye ile Ortadoğu arasında köprü görevi yüklenen, Ortadoğu'yu küresel dünyaya yaklaştırmaya çalışan bir model oluşturmalıdır.

b) Türkiye, Kıbrıs meselesini Annan Planı çerçevesinde çözmek için gayret göstermelidir. Hükümet artık Denktaş politikalarının hem Kıbrıs, hem Türkiye, hem BM, hem ABD, hem de AB'de çöktüğünü görmek zorundadır.

Artık Rauf Denktaş, Türkiye'nin önünde sadece ve sadece bir engeldir.

c) Şimdiden uyarıyorum; 10 Aralık 1999'da Helsinki'de AB Konseyi'nin aldığı karara göre Türkiye, ‘‘Yunanistan ile arasındaki anlaşmazlıkları (Ege sorunu) 2004 yılı sonuna kadar çözmezse, çözümün adresinin Yunanistan'ın istediği gibi Uluslararası Adalet Divanı olacağını’’ kabul etmiştir.

Kıbrıs ve Ege sorununu çözmemiş Türkiye ‘‘muasır medeniyet’’ üyesi kabul edilmeyecektir.

* * *

3) IMF, kredi dilimini de dilimlere bölünce AKP'ye karşı güven bunalımı yaşadığını dünyaya ilan etmiştir. Hükümet ivedelikle ekonomide güven kazanma bombardımanına başlamalıdır.

4) Hükümetin son atamaları büyük çapta liyakati dışlayan, ‘‘ahbap çavuş ilişkisine’’ dayanan bir intiba vermektedir. Bu çok tehlikeli bir gelişmedir. Hükümet önemle Diyanet İşleri, TRT, Hazine, Merkez Bankası atamalarında paylaşımcı olmalıdır. Atanacak kişiler konusunda yönetim; partiden öte, ülkenin genel dengelerini ve önemle ekonomi alanında uluslararası saygınlığı gözetmek zorundadır.

5) Ekonomi yönetimi, muhakkak istişari kuruluşlar olarak ve işçi temsilcileri ile paylaşılarak düzenlenmeli, ekonomi yönetimi muhakkak tek merkeze indirgenmelidir.

* * *

Savaştan sonra Türkiye de yeniden düzenlenmelidir!
Yazının Devamını Oku