Paylaş
Tanzimat’tan beri sürüyor.
Cumhurbaşkanlığı tartışmaları da yine bu temelde sürecek.
"Esas" olan ile "usule ilişkin" olan bir diğerine karışacak.
Fransız sosyal bilimci Pierre Bourdeiu’nun terminolojisiyle devam edelim.
Çatışmanın sebebi, merkezin kendi "kültürel sermayesi"ni çevreye hákim kılma isteği.
Dayatılan bir yaşam biçimi.
Giyim kuşamdan, yaşam tarzına uzanan pek çok unsurun tamamı.
Yani, herhangi bir "kültürel sermaye grubu üyeliğinin" davranış kodları.
Aynı terminoloji ile bir "habitus".
* * *
Bu dayatmaya çevre de kayıtsız kalmadı.
Çok partili hayat, çevreye kendi değerlerini merkeze taşıma fırsatı verdi.
Bu taşıma, siyasi çatışmaları artırdı.
Kendi kültürel sermayesini çevreye dayatma isteği, karşı tepkiyi doğurmakta gecikmedi.
Bu kez de çevrenin değerlerini savunan partiler kolları sıvadılar.
Alternatif bir kültürel sermaye, bu kez çevreye ait bir "habitus" yaratılmaya başlandı.
"Taksim’e cami" söylemi de, arabaların arka camlarını süsleyen dini içerikli mesajların sık görünür hale gelmesi de bundandı.
Başörtüsü ya da türban, çevrenin en belirgin kültürel sermaye öğesiydi.
Hálá da öyle.
Doksanlı yıllarda, Cumhuriyet tarihinde ilk defa, bu rakip kültürel sermayelerin çatışması, kamusal alanda iyice görünür hale geldi.
Bunun üzerine, merkezin kültürel sermaye taşıyıcıları, karşılarına çıkan büyük oranda dine dayalı sembolleri kamusal alandan uzaklaştırdılar.
Onların sembollerinin karşısına kendi sembollerini çıkararak -otomobillerin camlarına yapıştırılan "Atam izindeyiz" benzeri çıkartmalar, rutin Anıtkabir ziyaretlerinin şeriata karşı sembolik gösteriler haline dönüştürülmesi, Cumhuriyet balolarının yeniden tertiplenmesi- rakibe yönelik yine Bourdieu’nun ifadesiyle "sembolik şiddete" dönüştü.
28 Şubat sürecinde Müslüm Gündüz, Fadime Şahin, Ali Kalkancı figürlerinden hareketle, çevre kültürel sermaye ve sembollerine yönelik aşağılama, karalama ve lanetleme unsurları içeren sembolik şiddet kampanyaları, çevre değerlere sahip müteşebbislerin "yeşil sermaye" tabiri altında "sembolik şiddete" maruz kalması bunun diğer örnekleriydi.
* * *
Aynı yoğunlukta olmasa da, AK Parti iktidarında bu çatışmanın izleri devam ediyor.
Bu yeni partinin, düne göre daha temkinli bir çizgisi var.
Muhalefeti de daha temkinli.
Buna rağmen benzer bir yerde takıldık.
Her zamanki gibi, esası değil, sembolleri tartışıyoruz.
Ve onların üzerinden "sembolik şiddet" uygulamaya başladık.
Örneğin, Cumhurbaşkanlığı seçimi.
Şimdiden iki taraf için de Cemil Meriç’in "ilkelin ideolojisi" diye adlandırdığı sloganlarla süren bir "inatlaşma"ya dönüştü bile.
Bir yanda "inadına" Çankaya’ya çıkarız tavrı.
Öte yanda çıkan yollara otururuz "inadı"...
Her iki taraftan beklenen aslında tam da aynı adım.
Aklıselime, kendisini karşısındakinin yerine koymaya o kadar çok ihtiyacımız var ki...
Paylaş