Paylaş
Bu sorunun bendeki cevabı: “Türkiye öyle bir şiddet iklimi içine sokuldu ki, ‘terör eylemleri’ için açık pazar haline geldi!”
Şunun şurasında 2015 yılı içinde yaşanmış olan ve hatta katliam boyutlarına varan “terör eylemi”nden bırakın ders almayı ve “terörün kaynağı”na ilişkin olarak birleşmeyi, ülkeyi yöneten “irade”, dilini iyice sivriltti ve “şiddet söylemi”ni arttırarak, “şiddet iklimi”ni besledi.
Bunu yaparken, ülkenin insanlarının kanını döken, canını alan “terörün en önemli kaynağı”nı yani IŞİD’i de hedef almadı. “PKK ile savaş” gerekçesi üzerinden yürütülen “Kürtleri ezme ve bastırma girişimi”ne öncelik verdi.
Sultanahmet saldırısı da, bu “çizgi”de bir kırılma, bir “geri dönüş” yaratmış değil.
Nereden mi anlıyoruz?
Sultanahmet’teki saldırıdan hemen sonra yaptığı konuşmadan.
Üstelik, o konuşmasında bu kez “hedef tahtası”na, birçoğu uluslararası alanda ve çeşitli bilim dallarında ülkesinin yüzakı olan akademisyenlerini hedef aldı.
“Kendilerine güya akademisyen diyen bir grup çıkıyor” diye hitap ettiği insanlar, “Barış için Akademisyenler” başlıklı bir bildirinin altına imza atan 1128 kişi. Türkiye’nin onlarca üniversitesine mensup olmaktan gayrı, dünyanın birçok üniversitesinde görev yapan, bilimsel çalışmalar yürüten çok sayıda bilim insanı.
“Kendilerine güya akademisyenler” demiyor bu insanlar. Onlara “akademisyen” sıfatını veren, İngiltere’nin tarihi Cambridge Üniversitesi’nden Almanya’nın Hegel’in ders verdiği, öğrenci sıralarında Karl Marx’ın oturduğu Humboldt Üniversitesi’nden ABD’nin Harvard, Yale, Columbia, Georgetown, New York, Wisconsin, Michigan, California, San Francisco, Michigan vs. üniversitelerine, Kanada’da Montreal’den British Columbia Üniversitesi’ne, Paris’in Sorbonne’ından Ecole des hautes études en sciences sociales’ine, Büyük Britanya’nın Londra Üniversitesi’nden Edinburgh Üniversitesi’ne, İtalyan, Belçika, Hollanda, İsveç üniversitelerinden, Almanya’nın çeşitli üniversitelerine uzanan çok geniş “bilim merkezleri.”
Türkiye’nin cumhurbaşkanı, Sultanahmet saldırısının gerçekleştiği gün, saldırıya iki satır değindikten sonra, konuşmasının büyük bölümünü büyük bir gazap ile ülkesinin 1100’den fazla bilim insanı vatandaşına “Ey aydın müsveddeleri, siz karanlıksınız, aydın değil. Cahilsiniz” sözleriyle hakarete ayırıyor.
Attığı “işaret fişeği” üzerine, “durumdan vazife çıkartarak”, onun “sevenleri”nden Sedat Peker, bir açıklama yayınlıyor;
“Bu sözde aydınlara ve akademisyenlere şunu özellikle söylemek istiyorum: Siz yatın kalkın bildirgenizde kötülediğiniz bu DEVLET'in POLİSİNE ve ASKERİNE dua edin. Sizler tüm dünyada yaptığınız algı operasyonlarınızla aşık olduğunuz teröristlerde ellerinde ki silahlarıyla MÜSLÜMAN TÜRK’ün KUTSAL DEVLETİ'ni eğer ki işlemez hale getirmeyi başarabilirse o zaman sizler için eyvah ki ne eyvah (Bu dediğime lütfen inanın çünkü çanlar o zaman sizin için çalacak.)!!!” dedikten sonra, açıklamasını şöyle noktalıyor:
"Tekrardan söylüyorum; OLUK OLUK KANLARINIZI AKITACAĞIZ VE AKAN KANLARINIZLA DUŞ ALACAĞIZ!!!”
Cumhurbaşkanı, “karanlık, cahil, sözde aydın” gibi söz ettikleri için bir de “Kendilerine akademisyen diyen güruh gibileri Türkiye’nin muhatabı değildir” dedi.
Cumhurbaşkanı’nın ağzından ifadesini bulan “nefret söylemi” ve “şiddet dili”, Harvard’dan Cambridge’e, Boğaziçi Üniversitesi’nden Abdullah Gül Üniversitesi’ne, İstanbul Üniversitesi’nden Dicle Üniversitesi’ne uzanan “bilim insanları”nı birdenbire Sedat Peker ile muhatap bırakıyor.
O da, onlara “oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız!!!” diye sesleniyor.
Bu hal, Sultanahmet’te Alman vatandaşlarının bir IŞİD’li canlı bomba eylemi sonucunda hayatlarını kaybetmiş olmasından, Türkiye’nin belki de altından
kalkamayacağı bir “ekonomik zarar”a uğratılmış olmasından daha önemlidir. Daha büyük bir “terör ve şiddet eylemi”dir.
Bir ülkenin ülkenin ve dünyanın her yanına dağılmış 1126 bilim insanının kendi cumhurbaşkanları tarafından böylesine bir hakarete maruz bırakılıp, “Cumhurbaşkanı’nın destekçisi” olarak mitingler düzenleyen –aynı kişinin Rize’deki destek mitingi ve orada dile getirdiği tehditlerin ertesi günü Ankara Katliamı olmuştu- bir kişi tarafından “oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız” diye “tehdit nesnesi” yapılmış olmasının dünya tarihinde örneği yoktur.
Söz konusu “hal” bu nedenle Sultanahmet saldırısından daha da vahimdir.
Türkiye Cumhurbaşkanı, bu arada, “gerçekleri görmesi için”, “Barış için Akademisyenler” bildirisine destek veren, dünyanın en saygın entelektüellerden birini Noam Chomsky’yi Türkiye’ye davet etti.
Noam Chomsky davete cevabı şu oldu:
"Türkiye, Erdoğan’ın birçok yoldan yardım ettiği IŞİD’i suçluyor, diğer taraftan IŞİD’den çok da farkı olmayan El Nusra’yı desteklerken. Ve Erdoğan, Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan ana güç olan Kürtlere karşı işlediği suçları lanetleyen kişileri suçluyor. Başka bir yoruma ihtiyaç var mı?"
Defalarca Türkiye’ye gelmiş olan ve “Türkiye gerçekleri”ni “Erdoğan’ın konuğu” olarak öğrenmesine ihtiyaç bulunmayan Noam Chomsky, belki de, “şiddet iklimi”nin hüküm sürdüğü ve kendisinin de dahil edilebileceği o “sözde aydınlar”ın “oluk oluk kanlarının akıtılacağı ve o kanlarla duş alınacağı” bir ülkeye gelmekten “can güvenliği”ni korumak için kaçınıyor olmalı.
Haksız sayılabilir mi?
“Terörizmin gerçek kaynağı”nı bilerek karartan, IŞİD saldırısının İstanbul’un yüreğine vurduğu gün bile Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de haftalardır süren sokağa çıkma yasaklarına, Türkiye’nin Kürt vatandaşlarının hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesine karşı çıkarak “müzakere koşullarının hazırlanması ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını” talep eden 1128 bilim insanını “cahil, karanlık” sözcükleriyle etiketleyen bir cumhurbaşkanının ülkesi Türkiye.
O cumhurbaşkanının sevenleri, böyle insanların “kanlarının oluk oluk akıtılacağını ve o kanlarla duş alacaklarını” ilân ediyor.
Bu ülkede, bundan sonra “IŞİD imzalı kanlı katliamlar”ın olmaması için ne sebep vardır?
Bundan öncekilerden ne ders alındı ki?
Sultanahmet’teki sonuncusundan alınmadığı da ortada...
Paylaş