Paylaş
DENİZCİ gözüyle bakarsanız İzmir’in üç tarafı denizlerle çevrili. 3.5 milyonluk şehir maalesef denizle muhabbetini bir türlü artıramamış. Sadece biraz günbatımı seyretmesini, biraz da geçen gemilere bakmasını biliyoruz.
Bir zamanlar yüzüyorduk, ileride yine yüzeceğiz diye bir tevatür var ama; sadece körfezin dışında şimdilik bu mümkün oluyor. Körfezi kullanmayı aslında çoğu zaman en son aklımıza getiriyoruz. İlk hedefimiz karadan ulaşmaya çalışmak bir yere...
Yakında yeni ve hızlı gemilerimiz gelecek. Umudumuz bu gemiler sayesinde körfezle barışmak... Ama gerçekten deniz ile barışık olmak, denizi yaşamak bu kadar sınırlı mı bizim için. Sadece sabah veya akşam bir gemiye binip karşı tarafa geçmekten ibaret mi deniz ile olması gereken ilişkimiz.
Deniz seven, denizleri ile yaşayan uluslar hergün irili ufaklı teknelerle dolduruyor denizlerini, körfezlerini.. Maddi durumumuz elvermiyor diyebilirsiniz... Asıl mesele de burada yatıyor. Bu kadar pahalı olmamalı deniz üzerinde geçirmeye çalışacağımız zamanın maliyeti.
Eski Karşıyakalı, rahmetli Ertuğrul Erol Ergir küçüklüğünde körfezden tuttuğu balıkları anlatırdı bana. Kendisi Girit’in Hanya şehrinin son Türk belediye başkanının torunuydu. Çok küçük gelmiş Karşıyaka’ya ve ilk sahip olduğu şey bir kayık. “Aslında dökülüyordu, ama onardım ve yüzdürdüm. Annem akşam yemek yok, git balık tut gel dediği zaman atlardım kayığıma getirirdim akşam yemeğini” diye anlatırdı hikayelerini. Çocukluğunun ve okul dışındaki en önemli aktivitesinin sandalı ile körfezde dolaşmak olduğunu sık sık dile getirirdi. Denizle barışık olmak böyle birşey olsa gerek.
Şimdi marinalar yapılmak isteniyor körfeze. Aslında marinadan çok AVM mantığı ile planlanıyor deniz üstü tesisleri.
Marinalar artık sadece teknelerin yanaştığı veya tadil edildiği bir iskeleden çok daha fazla ihtiyaca hizmet etmek amacı ile düşünülüyor. Bu nedenle yer seçiminde; ekoloji ve deniz biyolojisi bilimi yerine ticari güzergahlar önceliği alıyor. Bu düşünce zaten hassas dengelerle varlığını sürdürmeye çalışan İzmir Körfezi için, aslında çok ciddi bir tehlike. Zaten asırlarca Gediz Nehri ve Deltası ile mücadele verilmiş. Şimdi de kaş yapalım derken göz çıkaran marina güzergahları ile uğraşmak zorunda kalmayalım. Aslında “oraya yapmayalım buraya yapalım” diyenlerin de bu konuda ne kadar derin bir araştırma sonucunda bu sözleri söylediği tartışılır.
İlgili kişi ve kurumlar birbirleri ile mücadele etmeyi tercih ediyor. Oysa başta bilimsel verilerin ortaya konması; Ulaştırma Bakanlığı, Çevre Bakanlığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi, yerel belediyeler, üniversiteler, Deniz Ticaret Odası, Mimar ve Mühendis Odaları, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve daha burada adını sayamadığım tüm kesimlerin işbirliği içinde çalıştığı bir araştırma sonucunda bu marinaların yerlerinin ve konumlarının saptanması gerekmez mi?
İzmir’in gelecek 100 yılının şekillenmesinde çok etkin rol oynacak bu tesislerin; daha hassas ve duyarlı bir anlayış içinde oldu bittiye getirilmeden yapılması, denizle barışmak ve deniz yaşamak konusunda İzmirlilere yeni bir ufuk açacaktır.
Basın Bayramı’nı kutlayamadım
24 temmuz Basın Bayramı... Daha doğrusu sansürün kaldırılmasının yıldönümü... Diğer bir deyişle de Abdülhamit’in 2. Meşrutiyet’i ilanı... Osmanlı Matbuat Cemiyeti adıyla örgütlenmiş gazetecilerin büyük bölümü meşrutiyeti sevinçle karşıladı. Sansürün karşısına dikilebileceklerdi artık. 1876’dan kalma sansür kararnamesini uygulatmayacaklardı. Yani sansür memurları yayından önce gazeteleri kontrol edemeyecekti...
Meşrutiyetin ilan edildiği günün gecesinde İkdam Gazetesi’nin sahibi Ahmet Cevdet ile Sabah Gazetesi sahibi Mihran Efendiler, gazete provalarını görmek için gelen sansür memurlarını aynı sözlerle geri çevirdiler: Gazeteler hürdür, sansür yasaktır.
Artık maalesef birçok gazetenin patronları kimseyi geri çeviremiyor.
Aile olarak üç kuşaktır gazetecilik yapıyoruz diyebilirim. Yakında dördüncü kuşak da buna eklenebilir. Ama ne diyeyim Basın Bayramı’nı kutlamaya elim varmadı...
Paylaş