Cem Keçe

Evliliği yürütemiyoruz, boşanmayı beceremiyoruz

22 Haziran 2014
Millet olarak çoğu zaman evliliği sağlıklı yürütemiyoruz, adam gibi boşanmayı beceremiyoruz. Çatışmanın olmadığı evlilik olmaz, olamaz.

Gündelik hayatın stresi ve zorlukları bireylerin ailesel değerleri ve kişisel düşünceleriyle birleşince, çiftlerin kimi zaman fikir ayrılıkları ve tartışmalar yaşamaları kaçınılmaz olabiliyor. Ailedeki çatışmalar tırmandığında bundan herkes olumsuz etkileniyor ve nihayetinde çocukların uyumları ve ruh sağlıkları bozuluyor. Çok az çift evliliklerindeki sorunları çözmek için profesyonel yardım alıyor, evlilik terapisine gidiyor. Ama asıl şaşırtıcı olan neredeyse kimse evlilik öncesi bir eğitim almayı veya boşanma sürecini sağlıklı geçirmek için destek almayı aklından bile geçirmiyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, evlilik çağına gelmiş ve aile kurmak amacıyla bir araya gelen çiftlerin, evlilik hayatına hazırlanmalarını amaçlayan “Evlilik Öncesi Eğitim” programları ve tavsiye ettikleri bilgilendirici kitapları var. Bu eğitimle ve kitaplarla çiftlerin evliliğe “iyi bir başlangıç yapabilme” fırsatı yakalamaları amaçlanıyor. Bu program tavsiye niteliğinde ama bunun yasal olarak zorunlu kılınması ve bu hizmeti devletin ücretsiz olarak sunması gerekiyor.

ZORUNLU OLMASI GEREKİYOR

İki kişinin aile kurmak üzere ruhen ve bedenen, ömür boyu bir araya gelmesi olarak bilinen “evlilik”, bireylerin hayatlarındaki en önemli olaylardan biri... Bir dönüm noktası olan ve hayatın geri kalanını büyük ölçüde etkileyen evlilik hayatında başarılı olabilmek birey, çift, ebeveyn ve çocuklar dörtlüsünün dışında sosyal çevre ve iş hayatını hatta geleceğimizi de etkileyebiliyor. Bu nedenle, devletin sorumluluğu altında, çiftlerin evlilik öncesi eğitim alması ve bu hizmetin devlet tarafından karşılanması huzurlu insan, sağlıklı cinsellik, mutlu bir evlilik ve aile yaşantısı için büyük bir ihtiyaç... Çünkü evlilik uyumunda eşlerin evlilik öncesi hazırlığının ve evlilik problemleri henüz ortaya çıkmadan eğitim almalarının önemi bütün dünyada bilimsel çalışmalarla ortaya konuluyor. Bu düşünceden hareketle evlilik öncesi eğitim zorunlu kılınması ve derhal ülke genelinde yaygınlaştırılması gerekiyor.

NEDEN BİR İHTİYAÇ

Mali işler, iletişim stilleri, çiftlerin birbirlerinden ve evlilikten beklentileri, bireylerin evlilikteki rolleri, cinsel hayat ve samimiyet, çocuklar ve ebeveynlik, çatışma çözme gibi başarılı bir evlilik için gerekli olan tüm bileşenlerin öğretilerek, evlenecek olan çiftlere destek sağlanabilmesi için evlilik öncesi eğitimin verilmesi gerekiyor. Profesyonel lisanslı aile ve evlilik danışmanları, kişinin kendisini tanımasını, bir evliliğin nasıl yürütülebileceğini, insanların nasıl birlikte mutlu kalabileceğini, bir ilişkinin sağlıklı ve uzun süre nasıl devam ettirilebileceğini öğretmenin yanında çok özel tavsiyeleri çiftlere sunmalı... Kişi kendini tanımadıkça bütün eşler yanlış seçimdir... Bunun dışında, evlilik öncesi danışmanlık alan çiftler, olası problemler sonucu boşanmaya karar verdiklerinde de, aldıkları eğitimin sonucu bu süreci daha az sancılı ve sağlıklı atlatabilecekler. Çünkü evlilik öncesi danışmanlıkla sorun çözmeye ve partneri tanımaya yönelik deneyimler kazanılmış olacak. Dolayısıyla, olası sorunlar karşısında çiftler, birbirlerini suçlamadan, sadece problem odaklı konuşmalar yapabilecek, sağlıklı ve net kararlar alabilecek ve böylece travmatize olma ihtimalleri en aza inebilecek. Evli çift aynı zamanda birer ebeveyn ise aile içi sorunların çocuklara yansıtılmadan hallolabilmesi için mutlaka evlilik öncesi eğitim alınması gerekiyor. Bu nedenle de, çiftlerin evlilik öncesi eğitimlere devlet tarafından zorunlu olarak yönlendirilmesi ve bu yönlendirilmelerle alınacak psikolojik yardım hizmetinin yine devlet tarafından ücretsiz olarak karşılanması çok büyük önem taşıyor. Çünkü aile toplumun temelidir, sağlıklı kurulacak bir aile geleceğimizin teminatıdır.

Yazının Devamını Oku

Yeni Evlenecek Genç Çiftlere Zorunlu Cinsel Eğitim Verilmesi Gerekiyor

20 Haziran 2014
Sıcak bahar ayları geldi, yaz yaklaşıyor, düğün mevsimine giriyoruz. Birçok genç yetişkin şu günlerde dünya evlerine girmeye hazırlanıyor. Düğün günleri yaklaştıkça çiftlerin gözlerindeki heyecanın yanı sıra hafif bir de kaygı göze çarpıyor. Mobilyadan beyaz eşyaya, kuyumdan davetiyeye, düğün salonundan kuaförüne, hekiminden cinsel terapistine kadar 20'den fazla sektörü hareketlendiren evlilik pazarı, 13.2 milyar liralık devasa bir ekonomik büyüklüğe ulaşmış görünüyor. Düğün mevsiminde...

İLK GECE SORUNLARI HAYATI ÇEKİLMEZ KILABİLİYOR...

Yaz aylarının düğün mevsimi olarak biliniyor. Yazla birlikte evlenen çiftlerin sayısı artış görülüyor. Evliliğin ilk gecesi yani gerdek gecesi ülkemizde hala çok büyütülen meselelerin başında geliyor. İlk gece cinsel sorunla karşılaşan ve uzun yıllar bununla mücadele etmek zorunda kalan çiftlerin sayısı her geçen gün artıyor. Kadınlarda ilk gece acı, ağrı ve çok kanama olmasıyla ilgili seks korkuları yaşanırken, erkeklerde ise eşini cinsel açıdan mutlu edememe ve cinsel ilişkide başarısız olma korkuları çok yaygın olarak görülüyor. Çünkü toplumumuzda ilk gece çok büyütülüyor, özellikle kadınlar çocukluklarından itibaren ilk ilişkinin çok ağrılı ve acı verici yaşanacağı, çok kanama olacağı ve dişlerini sıkarak katlanmaları gerektiği şeklinde yalan ve yanlış bilgilerle (cinsel hurafelerle, cinsel mitlerle) büyütülüyor. Ancak ilk gece korkusu sadece kadınlarda yok, erkeklerde de olabiliyor. Erkekler çok belli etmeseler bile ilk ilişkiyi kafalarına çok takıyorlar. Özellikle ilk ilişkide başarısız olma korkusu erkeklerin en büyük kabusu olabiliyor, bu nedenle sertleşmeme, sertliğin kaybı, ya da erken boşalma gibi sorunlar yaşayabiliyorlar. Eğer çiftler cinsel sorunları kabul edip, en kısa zamanda cinsel terapiye başvurmazlarsa, bu sorunlar yıllarca sürebiliyor ve hayatı çekilmez kılabiliyor.

CİNSEL İLİŞKİYE GİREMEME DURUMU İLK GECE ORTAYA ÇIKIYOR...

Özellikle genç çiftlerde Cinsel İlişkiye Girememe (CİG) durumu ilk gece karşımıza üç şekilde ortaya çıkabiliyor. Seks yapma korkusu olarak bilinen ve kadının korkularından dolayı kasılması ve ilişkiye izin vermemesi durumu olan (1) vajinismus, erkeğin psikolojik nedenlere bağlı olarak cinsel ilişkiye girememe durumu olan (2) bağlanma (sertleşme sorunu, ileri derece erken boşalma, cinsel isteksizlik) ve çiftin cinsel deneyim ve bilgi eksikliğinden dolayı ortaya çıkan (3) balayı sendromu... Çoğu zaman bu üç sorunun temelinde cinsellikle ilgili olumsuz duygular, yanlış bilgiler ve beklentiler yatıyor ve bu sorunlar çiftin hayatını ilk geceden itibaren kâbusa çevirebiliyor. Çünkü teknoloji açısından gelişmemize rağmen cinsel konulardaki bilgi kirliliğiyle ülkemiz geriye doğru gidiyor. Günümüzde gençlerin cinselliği konuşabilecekleri ve doğru bilgiyi edinebilecekleri kişiler ve kurumlar çok az... Ülkemizde eskiden sağdıçlık kurumu vardı ve sağdıçlar evlenmeden önce genç ve tecrübesiz çiftlere ilk geceye, karı-koca olmaya dair bilgiler veriyordu. Şimdi bu kurum ortadan kalktı ve gençler cinselliği aile ile konuşamıyor, okulda öğrenemiyor, internetten, porno filmlerden ve arkadaşlarından bilgi edinmeye çalışıyor ve bu bilgiler de genellikle sağlıklı olmuyor. Bu nedenle yeni evlenen çiftler cinsellik hakkında hiçbir bilgileri olmadan ilk geceyi yaşıyorlar ve çok ciddi sorunlar ortaya çıkıyor.

Yazının Devamını Oku

Cinsel Fantezilerle Beyninizi Şaşırtın

18 Haziran 2014
İnsanoğlu her gün seviştiği odayı, sevişirken dinlediğini müziği, yatak odasının düzenini, cinsellikte birtakım rutin olarak yaptığı şeyleri değiştirerek beynini şaşırtabiliyor. Bu şekilde çok fazla kullanılmayan beyin hücreleri çalışır hale getirildiğinde, kişi orta yaşlarda bile bir gencin cinsel isteği kadar aktiviteye sahip olabiliyor. Çünkü insan beyni paraşüt gibi, açılmadıkça çalışmıyor. Sürekli aynı yönde yapılan şeyler cinsel istek ve arzuları azaltabiliyor, beyni...

RUTİNİN DIŞINA ÇIKMAK GEREKİYOR...

İnsanın cinsel eğilimlerini çözebilmesi, hayatının başka alanlarına inebilmesine yardımcı olabilen cinsel fanteziler genellikle 5 ana temanın altında toplanıyor; (1) yasak olanı elde etme, (2) güç gösterme, (3) güce teslim olma, (4) kendini teşhir etme ve (5) izlenme… Bu 5 ana tema cinsel dürtüleri harekete geçiriyor ve aşk oyunları adı altında birtakım pratik uygulamalara zemin yaratıyor. Kişi cinsel fantezilerle, hayal gücüyle ve aşk oyunlarıyla beynini çalıştırmaya sevk edebiliyor ve cinsel isteğini arttırabiliyor. Kişinin sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşam amacı ve hedefi varsa, beyin de bu amaç ve hedefe adım adım ulaşma yollarını hayal ederek, fantezi kurarak, rutinin dışına çıkarak ve daima pozitif düşünerek buna ulaşabiliyor.

CİNSEL YAŞAMIN DÖRT SİLAHŞORU...

Cinsel yaşamın dört silahşoru olan “merak, ayıp, günahkârlık algısı ve yasaklar” cinselliğin doya doya yaşanmasına engel olabiliyor. İnsanlar yaşamlarının diğer alanlarında sınırsız bir şekilde hayal kurabiliyor, bunlardan suçluluk duymak akıllarına bile gelmiyor, bu hayallerin gerçeğe uygun olmasını da beklemiyor. Ama iş cinselliğe geldiğinde yetişme çağlarından itibaren aşılanan cinsel değer yargılarıyla insanlar cinsel davranışlarını sınırlamaya yöneltiliyor. Bırakın cinsel davranışları gerçekleştirmeyi; bunları hayal etmek dahi zorlaşıyor. Oysa cinsel fanteziler insanoğlunun hayal dünyasının sınır tanımayan ve sınırlanamayan yaratıcı motifleri... Cinsel fantezi kurmak kolay, güvenilir ve kişinin kimseye ihtiyaç duymadığı bir eylem...

Yazının Devamını Oku

Terapiste Başvurmak

17 Haziran 2014
Kişi herhangi bir sıkıntıyla karşılaştığında önce kendi öz kaynaklarını harekete geçirmelidir.

Kişide ortaya çıkan bir ruhsal sıkıntı; doğru ve etkili bir değerlendirmeyle, ne kadar süredir, hangi zamanlarda, ne sıklıkla ve ne yoğunlukla ortaya çıktığını tespit etmeyle, iyi bir gözlem yapmayla, ailenin koşulsuz desteğiyle, yerinde müdahalelerle ve doğru bir bilgi edinmeyle, bazen kolaylıkla aşılabilmektedir. Ancak zaman zaman da bu yöntemlerin sonuç vermediği durumlar olabilir ve çözülemeyen sıkıntılar çoğunlukla büyüyerek içinden çıkılması gittikçe zorlaşan bir kısırdöngü halini almaya başlayabilir. İşte bu noktada bir TERAPİSTİN DESTEĞİNİ ALMAK faydalı olacaktır. Ayrıca terapi sadece ruhsal sıkıntıların çözümlenmesi ile sınırlandırılamaz aynı zamanda sağlıklı bireylerin daha bilinçli olmasına da yardımcı olarak hizmet verebilir. Çünkü terapi kişinin duygu ve düşüncelerinden dolayı yargılanmadan güvenli bir ortam içinde sorunlarını incelemesine imkan yaratır ve geçmişte yaşanan sorunlarla şimdikileri anlamlı bir şekilde birleştirerek farklı bir bakış açısı getirir.

NE ZAMAN TERAPİSTE BAŞVURMALIYIM?

“Ne zaman terapiye başvurmalıyım?” sorusu birçok kişinin kafasındaki sorulardan biridir. Bu sorunun kesin bir yanıtı yoktur. Ancak kişi; duygusal sorunlarının çözümü için kendine zarar verici davranışlar içine giriyorsa, iştahtan kesildiyse, uyku düzeni bozulmuşsa, ilişkilerinde aşırı problemler yaşıyorsa, büyük bir kayıp yaşadıysa, stresini daha fazla kontrol edemiyorsa, kendine güven eksikliği ya da başarısızlık duygusu yaşıyorsa, cinsel hayatta sorunlar yaşıyorsa, iş yerinizde zorluklar baş göstermeye başlamışsa, konsantre olamıyorsa, kendini mutsuz, çaresiz ve umutsuz hissediyorsa, terapiye gidip gitmemeyi sorgulamaya başlamışsa, vb. durumlarda bir terapiste başvurmak için doğru zaman gelmiş demektir. Kişinin yaşadığı olumsuzlukları kabullenip bir terapiste başvurması tedavinin yarısıdır. Diğer yarısını da TECRÜBELİ BİR TERAPİSTİN yardımıyla kolaylıkla halledecektir.

HER SORUNUN KAYNAĞI KİŞİNİN İÇİNDE GİZLİDİR…

Yazının Devamını Oku

Depresyonun Nedenleri

16 Haziran 2014
Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı araştırmalar, insanı sürekli ve inatçı olarak keder ve uyuşukluğa sokan, değersizlik hissi meydana getiren ve günlük normal aktivitelerden alıkoyan depresyonun, 2020 yılında hastalıkların oluşmasına birinci sırada yer alacağını gösteriyor. Beslenme ve uyku değişikliğine neden olan ve insanı periyodik olarak ölümü düşünmeye zorlayan depresyonun nedeni hala araştırılıyor. Depresyonun birçok nedeni var ama iki ana kaynağı “doğuştan getirilen psikolojik...

GENETİK DEPRESYON

Aile geçmişinde depresyon olan ve sık sık nedensiz yere kendini bunalımda hissedenlerin psikolojik nedenlerinin daha ayrıntılı bir şekilde incelenmesi gerekiyor. Hayatta benzer sıkıntılar, ruhsal ve bedensel travmalar, şoklar veya zorluklar yaşayan insanlardan bazıları depresyona girerken, bazıları kısa bir moral çöküntüsünden sonra kendisini kolayca toparlayabiliyor. Çünkü bazı bilimsel araştırmalar depresyonun genetik bir miras olduğunu ortaya koyuyor. Duygusal strese hassasiyeti belirleyen 5-HTT geninin “kısa” kopyasına sahip olanlar, uzun kopyasına sahip olanlardan daha fazla ağır depresyon riski taşıyor. 5-HTT geni seratonini kontrol ediyor. Bu nedenle duygusal stres ile depresyon arasında genetik ilişki olduğu biliniyor. Genetik olarak depresif olan insanların zihinleri, daha doğrusu beyinlerinin işleyişi farklılaşıyor. Yani bazı maddeler daha çok salgılanıyor, iyimserliği aşılayan seratonin hormonu gibi bazı maddeler daha az... Hatta beynin yapısında bile değişiklikler olabiliyor. Magnezyum, sinir sisteminin aşırı duyarlılığını azaltarak sakinleşmeye yardımcı olduğu için “anti-stres minerali” olarak biliniyor. Bu nedenle magnezyum eksikliği depresyona yol açıyor. Ayrıca bazı durumlarda kişi genetik mirası taşıdığı halde depresyona girmiyor. Çünkü büyürken öyle beceriler geliştiriyor ki, sorunlarla başa çıkıp depresyona girmeden yoluna devam edebiliyor. Eğitim süresi içinde çocuklar ve gençler bir sürü problemle karşılaşıyor. Bu süre içinde bu sorunlarla baş etme becerisini geliştiremeyenlerin ve “karamsar bakışa sahip”kişilerin depresyona girme eğilimi daha fazla oluyor. Çünkü karamsar insanlar daha mutsuz oluyor, daha çok hastalanıyor, daha çabuk ölüyor ve depresyona daha eğilimli oluyor. Ancak buna rağmen depresyon bir kader değil, tedavi edilebiliyor, genetik miras da olsa insanlar bu sorunu, hayatın içindeki sorunlarla baş edebilme becerisini öğrenerek, düşünce sistematiğini değiştirerek, psikoterapistin desteğiyle ve kişisel çabayla bardağın dolu tarafını görerek, psikoterapi ve ilaç tedavisinin birlikte kullanılmasıyla aşabiliyor. Çünkü özsaygı geliştirme sürecinin biyolojik olarak ciddi bir şekilde engellendiği genetik depresyon, kişisel bir zaaf ve irade gücüyle yenebilecek bir şey değil…

DURUMSAL BOCALAMALAR…

Depresyonun diğer ana kaynağı olan durumsal bocalamalar, kişinin çevresindeki bir şeyden etkilendiği anlamına geliyor. Mutsuz olmak için pek çok neden var ve kayıp, sarsıntı ve acıyla karşılaşınca bunalmak insanca bir tepki... Kayıptan kaynaklanan “akut depresyon” acı gibi zaman içinde azalıyor ve mutsuzluk gibi bir duygu ama “kronik depresyon” zamanla geçmiyor, hatta giderek yaşama egemen olabiliyor ve bu durumda hayatı yegâne algılama kanalı bunalımlı ve karamsar gözler oluyor. Kronik depresyon yaşayan kişi öfkeli ve benmerkezci tepkiler veriyor, kişisel gücünün farkında olmuyor, kendisini ve başkalarını sevmekten kaçıyor ve kendini hayatın sorumluluğunu üstlenecek kadar güçlü hissetmiyor. Duygu yoksunluğu veya duygu yoksunluğu yaratan boğucu bir duygu karmaşası olarak tanımlanabilen kronik depresyon kişide çaresizlik hissi yaratıyor.

Yazının Devamını Oku

Hormonlar, seks ve güneş

15 Haziran 2014
Cinselliğin mevsimi olmamasına rağmen yaz aylarının gelmesiyle birlikte cinsel istekte artış gözlemleniyor, insanlar havalar ısındıkça daha çok seks yapmaya başlıyor.

Yapılan araştırmalar, cinsel yaşamın mevsiminin bahar ve yaz ayları olduğunu gösteriyor. Çünkü insanlar sekse çağrıyı genellikle koku ve görüntüyle yapıyor. Yazın erotik, görsel uyarılar ön plana çıkıyor ve insanlar daha rahat giyiniyorlar, dolayısıyla cinsel istekte artış olabiliyor.

PSİKOLOJİK ETKİ

Güneş ışığı cinsellik için çok önemli...
Güneş ışıkları kesildiği zaman mutluluk ve seks hormonları olan serotonin, depamin, oksitosin ve testesteron seviyeleri düşüyor, insanlar daha mutsuz ve isteksiz oluyor. Doğanın baharda yeniden canlanması gibi, insanların cinsel hayatı da mutluluk ve seks hormonlarının arttığı baharda ve yazın canlanıyor ve daha çok endorfin salınmasına yol açıyor. Dopamin beyin orta bölgesinde bulunan duyguları, hareketleri, zevk, acı algılarını etkileyen önemli bir beyin kimyasalı...
Düzgün salgılandığı zaman kişinin çakır keyif olmasını, güzel bir hoşluk ve mutluluk hissetmesini, motive olmasını sağlıyor. Seratonin hormonu kişinin enerjik olmasını sağlıyor, sakinlik ve güven hissi veriyor, iştah ve uykunun düzenlenmesine yardımcı oluyor. Özellikle de çikolatada bol bulunan triftofan isimli aminoasit beyinde serotonine dönüşerek mutluluk hissi veriyor.

ENDORFİN SALINIMI

Vücudunun kendisini koruma mekanizmalarından biri olan endorfin, insan vücudunda ağrıyan dokularda ağrının azalması için beyin dokuları tarafından üretilen hormonlara verilen isim...

Yazının Devamını Oku

Romantik Yorgunluk Cinsel İsteksizlik Yapabilir!

11 Haziran 2014
Yorgunluk, bedensel ve ruhsal enerjinin kaybına yol açan, rahatsız edici ve insanın içini karartan bir duygudur.

Eğer son günlerde yorgunsanız, yeteri kadar güçlü ve enerjik biri olduğunuzu hissetmiyorsanız, bir süre sonra başka sağlık sorunlarının da ardı ardına filizlendiğini görebilirsiniz. Örnek olarak baharın yavaş yavaş etkisini gösterdiği bugünlerde sinsice yaklaşan bir tehdit yatak odalarınızı vurabilir. "Bahar yorgunluğu" olarak bilinen durum, cinsel isteksizliğe yol açabilir. Ancak rahat olun, baharla birlikte ortaya çıkan ve "romantik yorgunluk" adını verdiğimiz geçici yorgunluk hali, genellikle birkaç haftayı geçmez.

Takvimlerin aşk mevsimi olarak adlandırılan ilkbaharı göstermesine az bir zaman kaldı. Ancak önümüzdeki birkaç ay, bireylerde bilinenin tersine bir etki yapabilir. İlkbaharla birlikte havadaki elektrik yükü artar ve mevsimle birlikte birçok kişide bahar yorgunluğu olarak bilinen birtakım değişimler baş gösterebilir. Bahar yorgunluğu, cinsel isteksizlik, genel bitkinlik hali, güçsüzlük, isteksizlik, uykusuzluk veya huzursuzluk gibi şikayetlerle kendisini gösteriyor. Doğayla iç içe olan yerleşim yerlerinde havadaki pozitif iyonların artması insana zindelik verebilirken, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi büyük şehirlerde yoğun olan negatif iyonlar, cinsel isteksizliğe, gerginliğe, duygusal iniş çıkışlara, uykusuzluğa, iştahsızlığa, eklem ağrılarına ve yorgunluğa yol açabiliyor.

CİNSELLİĞİ TEHDİT EDEBİLİR

Hava ve mevsim değişiminin insan biyoritmini olumsuz etkilediği bilimsel bir gerçektir. Bu dönemde yeterli uyku alındığı halde gün içinde yorgunluk hissi yaşanabilir. Bahar yorgunluğunun nedeni, kış şartlarına uyum sağlayan vücudun, baharda havanın ısınmasıyla birlikte başlayan sürece uyum sağlayamamasıdır. Bahar stresine giren bünye, ihtiyaçlarını ve enerjisini kontrol edememenin getirdiği bir kaygı içine girebilir. Bu kaygıyla beden yoğun enerji gerektiren cinsel aktiviteleri erteleyebilir.

Yazının Devamını Oku

İnternet Cinselliği Bitiriyor mu?

10 Haziran 2014
Günümüzde teknolojinin parlayan yıldızı hiç şüphesiz ki, sanal alem olmaya devam ediyor ve görüldüğü üzere, internet iletişimde sınır tanımıyor. Özellikle son birkaç senedir sosyal ağ paylaşım sitelerine (Blogspot, Facebook, Flixster, Fourmspring, Mypace, Path, Siberalem, Twitter, Windows Live, vb.) olan ilginin hızla arttığı gözlemleniyor.

Konu teknoloji olunca, internet iletişimi ve internet vasıtasıyla yapılan her şey, masa üstü bilgisayarlarından sonra laptop, cep telefonlar, tabletler ve akıllı cihazlarda yapılır hale geldi... Hal böyle olunca, kadın-erkek demeden, her yaştan insan istediği zaman, istediği bilgiye ve kişiye, hatta hiç tanımadığı kişilere dahi rahatlıkla ulaşabiliyor. Ayrıca, teknoloji insan hayatına o denli çok işledi ki, insanlar iş yerlerinde, evlerinde ve girdikleri sosyal ortamlarda ya bilgisayar başında sörf yapıyor ya da son teknoloji telefonlarından sanal âleme akıyor. Bu durum, dış mekânlarda da aynı… Bu nedenle hem insanlar karşı cinsle internet üzerinden görüntülü ve sesli sohbet yapma ihtiyacı duyduğu için gerçek cinsellikten uzak duruyor, hem de sosyal bağın ve özellikle iş ortamının internet ağı üzerinden gerçekleşebilirliğinin artması nedeniyle ikili ilişkiler olması gerektiği gibi olmuyor.

SANAL ALEM ÇİFT İLİŞKİSİNİ OLUMSUZ ETKİLİYOR!

Günümüz koşullarında internet erişiminin olmadığı ev ve iş yeri kalmadı… Bilindiği üzere iş yerlerinde bile haberleşmek, istek bildirmek, tavsiye vermek, veri göndermek, sunum yapmak ve hatta fırça atmak için bile sosyal ağlar (e-mail adresleri, google talk gibi anlık konuşma sağlanabilecek paneller) kullanılıyor. Dolayısıyla, pek çok işveren ve işçi her türlü iletişimlerini internet üzerinden halledebiliyor. Hal böyle olunca, internet erişiminin ve iş yerlerinde uygulanan internet sisteminin verdiği rahatlıkla hem işveren çalışanından evde çalışmasını talep edebiliyor hem de çalışan yetiştiremediği işleri evde yapmayı tercih edebiliyor. Hal böyle olunca çiftlerin hem bireysel hem de cinsel hayatları olumsuz etkileniyor. Dolayısıyla, eve iş getirmek, belki de tek yüz yüze iletişim sağlanan ortak alanını istila ediyor. Bu durum da, günün özlemini giderebilecek kadar birbirine zaman ayıramayan, ortak alanda farklı köşelerde sessiz sedasız oturmak zorunda kalan ve yatma vakti geldiğinde yalnızlığa mahkûm kalan çiftlerin artmasına, bireysel ilişkilerin ve cinselliğin ikinci hatta üçüncü sıraya atılmasına neden oluyor.

GERÇEĞİ VARKEN SANAL OLANI TERCİH ETMEYİN…

Yazının Devamını Oku