Paylaş
Geçen akşam yapılan ikinci tartışmada gerek seviyenin iyice düşmesi gerekse Trump’ın gerekli ivmeyi yakalayamaması Hillary Clinton’ı ciddi anlamda öne çıkarmaya başladı. Bütün bunlar bir yana, Türkiye tarafından bakıldığında birçok ülkede yapılan değerlendirmeler gibi bizde de hangi Başkan adayı bizim açımızdan iyi olur tartışmaları hız kazandı.
Hillary Clinton mı, Donald Trump mı? Hangisi Türkiye’nin menfaatleri açısından daha iyi olur? IŞİD meselesini çözmek için PYD ve YPG ile işbirliğine devam edeceğini hatta arttıracağını açıklayan Clinton mı? Esad’ı metheden ve onunla iyi ilişkiler kurulmasını isteyen Trump mı?
Belki de asıl soru, kampanya döneminde adaylar tarafından söylenenlerin, verilen vaatlerin ne kadar önem taşıdığı ve ne kadar gerçekleri yansıttığı olmalı.
ABD seçimlerinde unutulmaması gereken ilk mesele, dış politikanın ekonomiye etkisi bir kenara Amerikan halkı için çok da mühim olmaması. Yıllardır yapılan değerlendirmelerde ABD seçmeninin oylarını kullanırken ekonomi, işsizlik, sosyal politikalar, eğitim, insan hakları ve tabii ki güvenlik mevzularını ön sırada tuttuğunu ve bunların ardından dış politikaya önem verdiklerini görüyoruz. Ancak ve ancak dış politika hamleleri ABD’nin iç güvenliğini ya da ekonomisini etkiliyorsa o zaman dış politika seçmen için öncelik olarak öne çıkan, ama hiçbir zaman ilk üçe giremeyen bir faktör oluyor.
Vietnam Savaşı bile asker ölümleri Amerikan sosyal hayatının, aile hayatının, ekonomik etkisi ise gerçek hayatın bir parçası olup Amerikan halkının günlük yaşamına sirayet etmeye başladı, o zaman istisna haline geldi.
Tabii ki buradaki kastım seçmen davranışı ve oy verme eğilimi. Devlet her daim dış politikayı öncelikli tutma politikasına devam etmiştir.
Peki, bu durumda en iyi aday kim? Bu soruyu net bir şekilde anlamak için belki de Türk dış politikasını da yakından ilgilendiren bir örnek vermek mümkün olabilir.
Yıllardır Ermeni diasporasının Türkiye’ye karşı kullandığı sözde soykırım meselesi her başkanlık seçim döneminde de gündeme gelir. Az istisnası olmakla beraber hemen hemen her başkan bu sözde tasarının tanınması hususunda destek sözü verir. En yakın örneği de ABD Başkanı Obama olmuştur. Gel görelim ki başkan adayı, başkan seçildikten sonra kampanya esnasındaki vaatlerinin aksine bu tasarı geçmesin diye uğraşır. Obama da böyle yapmıştır.
Başkan adaylarının bu şekilde yol izlemesinin nedeni açık. Başkan adayı seçilirken oya ve maddi desteğe ihtiyacı vardır. ABD’deki Türk lobimiz her geçen yıl güçlenmekte, ancak tarihsel olarak ABD’de Ermeni diasporası nispeten daha etkin. Başkan adayları ise seçilebilmek adına Ermeni diasporasından gelecek desteği hiçe sayamaz ve bu gruba yönelik vaatlerde bulunurlar. Ancak başkan seçilip de koltuğuna oturduktan sonra dış politikayı eline alınca başka bir gerçekle karşılaşır: ABD’nin kendi menfaatleri için Türkiye gibi bir ülkeyi yok sayamazsınız. İşte, bu yüzden başkanlık koltuğuna oturan, başkan adaylık sürecine tam ters hareket eder.
Başka güzel bir örnek ise 11 Eylül sonrası yaşananlardır. Dünyanın dört bir tarafında birçok kimse George W. Bush’u sadece bizim açımızdan değil birçok ülke açısından 11 Eylül süreci ile alakalı eleştirmiş ve suçlamıştır. Bush’un yaptıklarının ve 11 Eylül sonrası izlediği politikalarının desteklenecek, benimsenecek bir tarafı yoktur.
Ama asıl konu buradaki meselenin gerçekten Bush mu olduğudur. Eğer Bush öncesi dönemde dünyada büyük sempatiye sahip olan Bill Clinton 11 Eylül sonrası dönemde de başkan olsaydı ortaya çok farklı bir tablo mu çıkardı? Kanaatimce az bir fark olmakla beraber çok büyük farklılıklar görmezdik. Çünkü ABD başkanları devletin genel duruşunun üzerinde sınırlı etkiye sahiptirler. Devletin süregelen politikalarını 180 derece değiştiremezler. Bazı tarz ve tavır farklılıkları tabii ki vardır, ancak genelde devletin duruşu aynıdır.
İşte, bu yüzden Clinton mı, Trump mı bizim için iyi tartışması aslında biraz da öngörülemez bir tartışmadır. Çünkü ABD başkanının dış politikasını bugün ne derlerse desinler asıl belirleyecek olan başkanın görev süresince yaşanacak dış politika gelişmeleridir. Başkanlar, en nihayetinde küresel konjonktüre göre tavır alıp tepkilerini belirler.
Bizim menfaatlerimiz için başkanın kim olduğundan ziyade küresel konjonktürün ve bölge şartlarının bizim menfaatlerimizden yana olmasını istemek en büyük gerçeklik olur.
Paylaş