Uzmanlara göre çocukken 5 kez ‘güneş yanığı’ geçirmek, ömür boyu ‘melanoma’ adlı son derece tehlikeli deri kanserine yakalanma riskinizi yüzde 80 artırıyor. Yine uzmanlara göre, en tehlikeli deri kanseri sayılan melanomaya yakalanma sıklığı, son 30 yılda ülkemizde yüzde 237 oranında arttı. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik Rekonstriktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tahir Gürler, melanom kanseri ile ilgili çok önemli bilgiler paylaştı:
BELİRTİLERİ NELER?
“Yıllar önce gazete ve televizyon haberlerinde karşılaştığımız, ‘her türlü spreyin yapımında kullanılan itici gazlar, atmosferdeki ozon tabakasını inceltiyor. Bu da yarın öbür gün, deri kanserlerinde artış olarak başımıza bela açacak’ şeklindeki haberlerin doğruluğu artık tamamen ortaya çıkmış durumda. Deri kanserleri arasında en önemli ve ölümcül olabilen tür, malign melanom denilen kanser. Genellikle deri üzerindeki benlerden gelişen bu tümörün, güneşle ve incelmiş ozon tabakasıyla ilişkisi kanıtlanmış gibi. Özellikle, güneş altında çalışanlarda veya bronzlaşmak adına korunmadan yapılan güneşlenmelerde, beyaz tenli, ince derili, bol benli kişilerde daha sık görülen bu kanserde erken teşhis çok önemli. Uzun zamandır mevcut bir benin karakter değiştirmesi (büyümesi, renk değiştirmesi, kanamaya, kabuklanmaya başlaması, yanında yeni benlerin oluşması) şeklindeki şikayetler, insanları uyandırmalı ve derhal konunun uzmanı bir hekime başvurmasını sağlamalıdır. Ayrıca kol, bacak gibi bölgelerinde 15’ten fazla veya vücudunda 50’den fazla beni olan kişilerin, yıllık dermoskopik yöntemlerle bu benlerini takip ettirmeleri gerekiyor.”
21 MAYIS’A DİKKAT
EGE Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde yıllar önce kurulan Melanom Konseyi’nin bu tür hastaların tedavi ve takip sürecini, dünyadaki en gelişmiş merkezlerle aynı süreç ve metotlarla sürdürdüğünü ifade eden Prof. Dr. Tahir Gürler, bugüne kadar büyük başarılara imza attıklarını söyledi. Konseyin, melanomda farkındalığı artırmak amacıyla 21 Mayıs’ta ‘halk günü’ düzenlediğini dile getiren Gürler, “Bu toplantıda malign melanom geniş bir şekilde incelenip anlatılacak. Benimle birlikte, dünya düzeyindeki hocalar bilgilerini paylaşacak. Geç kalındığında yüksek oranda ölümcül olan malign melanom hakkında çok önemli bilgi sahibi olunacak. 21 Mayıs’ta Ege Üniversitesi Hastahanesi Muhittin Erel Anfisi’nde saat 09.00-13.00 arasında yapılacak bu etkinliğe tüm hastalarımız, yakınları ve bütün halkımız davetli” dedi.
Oruç tutmanın vereceği huzur ve ziyafet sofralarına dönüşen iftar sofralarının görüntüsü heyecanlandırmaya başlarken, kronik hastalıkları olanları ‘oruç tutabilecek miyim’ sorusuna yanıt arıyor. Sağlam bir bünyeniz varsa oruç tutmak sağlığınızı bozmaz, güçlendirir. Sağlık sorunlarınız söz konusu olduğundaysa oruç tutarken biraz daha dikkatli olmanız gerekir. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Akın, özellikle kalp hastalarına şu uyarılarda bulundu:
NEYİ, NE KADAR YİYELİM?
“Ramazan yaklaştıkça özelikle kalp hastalarının bilgilendirilmesi gerekiyor. Koroner kalp hastalığı tanısı almış, kan basıncı yüksek olup tedavi altında olan, kalp yetmezliği tedavisi gören, kalp ritim bozukluğu ve kalp kapak hastalığı tanısı almış hastalarımız Ramazan ayı boyunca doktorlarıyla görüşerek, düzenli ilaç kullanıp önerilere ve yeme–içme düzenine uyarak sağlıklı bir şekilde ibadetlerini yerine getirebilir. Hastalığı ile ilgili kontrol sağlanamayan, kontrol altında olmayan, ilaçlarını düzenli kullanamayan, devamlı yakınmaları olan ve hastaneye yatmaları gereken hastalarımızın oruç tutmaları ise yaşamsal risk oluşturabiliyor. İftar ve sahurda aşırı su ve tuz yüklenmesi, kalp yetersizliğinde kötüleşme ve klinik tabloda bozulmaya neden olabilir. Sıvı ve mineral dengesizliği, ritm bozukluklarını tetikleyebilir. Hipertansif atakların ortaya çıkışını kolaylaştırabilir, zaman zaman kan basıncının düşmesine sebep olabilir. Hastalarda halsizlik, fenalık hissi, hatta baygınlık atakları gelişebilir. İftar ve sahurda sebzelerden fakir, hayvani yağlardan ve sakatatlardan zengin gıdalardan uzak durmaları, aşırı ve hızlı yememeleri, yüksek karbonhidratlı gıdaları tüketmemeleri, su ve tuza dikkat etmeleri gerekiyor. Ramazan boyunca uyku saatleri, yeme düzenindeki değişiklikler, aç ve susuz kalmak metabolizmamızı etkileyebilir. Sahurda tam tahıllı ekmek ve protein tüketmeyi ihmal etmemeliyiz. Tatlılara da sınırlama getirmek şart.”
Kısacası modern tıp, 100 yıl kadar önce kaybettiği ‘ruhu’nu yeniden keşfediyor. Değişimin en çok göze battığı alanların başındaysa tedavi yöntemleriyle teşhis araçları geliyor. Bunun son örneklerinden birini Enerji ve Tıbbi Uygulamalar Derneği Başkanı Opr. Dr. Mustafa Erşin, klasik tıbba olan inancıyla binlerce hastaya şifa kaynağı oldu. Erşin’in bir doktor olarak hasta ve hastalığa yaklaşımı, 12 yaşında bir hastaya basit bir apandisit ameliyatı yapıp bir türlü iyileşmeyen bir yara ile karşılaşınca değişti. Çözüm yolları ararken ‘Magnetoterapi’yle tanıştı. Erşin’in bu noktadan sonra sağlığa ve doktorluğa bakışı tamamen değişti. İnsanı farklı bir bakış açısıyla görmeye başlayan ve ‘hastalık yoktur hasta vardır’ diyen Erşin, tamamlayıcı tıbbın neden hastalar ve doktorlar tarafından büyük bir öneme sahip olduğunu şöyle anlattı:
BESLENME ÖNCELİKLİ
“Hücrelere olması gerektiği doğru frekansın hatırlatılmasıyla sağlığa kavuşmak mümkün. Ben bu yöntemlerin mantığını kavradıktan sonra artık şaşırmıyorum. Mucizelere inanmazsan onu göremezsin. Geleneksel ve tamamlayıcı tıp, fiziksel ve ruhsal hastalıklardan korunma, bunlara tanı koyma, iyileştirme veya tedavi etmenin yanında sağlığın iyi sürdürülmesinde de kullanılan, farklı kültürlere özgü teori, inanç ve tecrübelere dayalı, izahı yapılabilen veya yapılamayan bilgi, beceri ve uygulamaların bütünüdür. Batı tıbbını destekleyici ve tamamlayıcı yöntemlerdir. Biz doktorluk eğitimi aldık ama ben bugün hala hekim olmaya çalışıyorum. Tıp fakültesini bitirmiş kişiye tabip denir ve o da doktordur. Akademik bir unvandır. Kişi bilgi sahibidir ama hekim değildir. ‘Kişinin beden, zihin ve duygu yapısını bilmeden o hastaya bir iyileştirme yapabilmek mümkün değil ve bu bilgileri bilmeyen hekimlik yapmasın’ demiş İbni Sina. Bunun başında da öncelikle beslenme geliyor. Aynı şekilde İbni Sina bu konuda da ‘sizin yedikleriniz sizin ilacınızdır, şifanızdır’ demiş. Bunu yazmış kitabında ve bu kitap 600 yıl boyunca okutulmuş.
Bu kapsamda gördüğümüz zaman da kişinin hastalığına yaklaşmadan önce hem beden ve duygu yapısına hem de beslenmesine, çevre şartlarına bakmak gerekir.”
Özel Tınaztepe Hastanesi Onkoloji Bölümü uzmanlarından Prof. Sanal kanser tedavisinde hastaların, hekimlerden ve diğer sağlık çalışanlarından öncelikli olarak güleryüz ve sabır beklediklerini kaydetti. Tedavi sürecinde hasta-hekim arasında kurulacak profesyonel bir iletişimin iki taraf için de kolaylıklar sağlayacağını ifade eden Sanal, şunları söyledi:
KÖTÜ ÖRNEKLER VERİLİYOR
“Kanser hastaları, dertleri ve kaygıları olan hastalardır. Onları en çok etkileyen şey de çevre faktörü yani komşular, akrabalardır. Hastaya yardım etme adına birçok yanlış bilgi verip, zaten var olan endişelerini daha da artırırlar. Halkımız hastalara hep kötü örnekleri nakleder. Bu da hastanın anksiyete düzeyini yükseltir. Bu nedenle hastanın doktoruyla çok iyi bir diyalog içerisinde olması gerekir. Hasta, aklına takılan her şeyi rahatlıkla doktoruna sorabilmeli. Bunların içerisinde hem beslenme alışkanlıklarıyla ilgili hem hastalığıyla ilgili hem de normal yaşamını sürdürürken dikkat etmesi gereken sorular olabilir.”
SABIRLI TEDAVİ YENİYOR
Onkoloji hastalarına gösterilecek sabrın güven duygusunu pekiştirmede etkili olacağını vurgulayan Sanal, “Doktorlarla görüşürken hastanın bilgilendirilmesi, bilinçlendirilmesi gerek. Onkoloji hastasının birçok sorusu olacaktır. Hekim bu soruları sabırla cevaplamalıdır. Özellikle onkoloji hekimleri için sabır çok önemli; hastaya güven verici bir faktör. Bu sorumluluk onkoloji hemşirelerinde de olmalı. Yurt dışındaki onkoloji hemşireleri bununla ilgili özel eğitim alıyor. Türkiye’de de böyle olmalı” diye konuştu.
Kalbi hasta ediyor, beyni unutkan yapıyor, bağışıklığı baskılıyor, bedeni yorgun, halsiz, bitkin bırakıyor. Kısacası olabildiğince erken dönemde tanınması, süratle el konulup çözümlenmesi gereken bir problem. Son yıllarda ciddi bir yaygınlık gösterdiği de herkesin malumu... Depresyon tedavi edilmediği takdirde, hastaya ve ailesine büyük acı ve sıkıntılar yaşatan, iş gücü kayıplarına neden olan, büyük olasılıkla tekrarlayan hastalık dönemleriyle müzminleşen ve kimi zaman da intihar girişimlerine yol açarak ölümle sonuçlanabilen tıbbi bir hastalık.
KADINLARDA DAHA ÇOK
Başkent Üniversitesi Zübeyde Hanım Uygulama ve Araştırma Merkezi Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Afşin Sağduyu, depresyon hakkında şu bilgileri verdi: “Depresyon, yaygın ve ciddi sonuçlara yol açan önemli bir halk sağlığı sorunu. Buna rağmen hastaların 4’te 1’inden azına doğru teşhis konulabiliyor. Doğal üzüntü ya da sıkıntıdan farkı, belirtilerin şiddeti ve süresiyle, işlevselliği ve yaşam kalitesini bozmasıdır. Kadınların yüzde 20-25’i, erkeklerin yüzde 15’i yaşamlarının herhangi bir döneminde depresyon geçirir. Tüm dünyada kadınlarda görülme sıklığı erkeklerden iki kat fazla. Çocukluktan itibaren hemen her yaşta ve sosyoekonomik düzeyde ortaya çıkabilir. Hastaların 3’te 2’si intiharı düşünür, yüzde 10-15’i de intihar girişiminde bulunur.”
BELİRTİLERİ NELER?
* Derin bir keder, yoğun karamsarlık, zevk alamama ve istek kaybı.
* Bu işaretelerin en az iki haftadır devam ediyor olması.
* İştah azalması ve kilo kaybı (bazen tersi), uykusuzluk (bazen fazla uyuma).
Sağlıklı dişleriniz ve dişetleriniz yoksa hastalanma olasılığınız artar. Dahası, dişinize gizlenmiş bir enfeksiyon kalbinizi, böbreğinizi veya damarlarınızı tehdit edebilir. Uzmanlar, geleceğimizi tehdit eden sağlık sorunları listesinde en başa koroner kalp hastalıklarını ve kanseri koyuyor. Bu hastalıkların vücuttaki ‘iltihaplanma’ süreçleriyle yakın bir ilişkisi olduğunu ısrarla yineliyorlar. İltihaplanmanın yaşlanmayı hızlandırdığı, yalnızca yukarıdaki hastalıklardan değil romatizmal hastalıklardan obeziteye, bağışıklık problemlerinden, böbrek, karaciğer sorunlarına pek çok alanda sağlığı tehdit ettiği de bilimsel bir gerçek. Ama gelin görün ki diş sağlığı konusunda hepimizin pek de duyarlı olmadığı kesin. Çoğumuz diş sağlığımızı, daha da önemlisi bir bütün olarak ağız sağlığımızı yeteri kadar ciddiye almıyoruz.
ÇOCUKLUK DÖNEMİNE DİKKAT
Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazan Ersin, sağlıklı nesiller yetiştirebilmek için ağız-diş sağlığının önemi ve sağlıklı beslenme konusunda özellikle annelerin bilgilendirilmesi gerektiğini ifade ederek, bu konuda hazırladıkları sosyal sorumluluk projesini anlattı. Bebeklik ve çocukluk döneminde beslenmenin çocuğun genel sağlığını etkilediği gibi diş sağlığı yönünden de çok önemli olduğunu kaydeden Ersin, bu nedenle özellikle annelere beslenme konusunda tavsiyeler verilmesi gerektiğini vurguladı. Çürük yapıcı yiyeceklerin tercih edilmemesi, şekerli yiyeceklerin tüketiminin sınırlandırılması ve şekerli gıda tüketimini takiben etkili ve düzenli ağız bakım alışkanlığının kazandırılması gerektiğini dile getiren Ersin, özellikle hazır paketli ürünlerin tüketiminin azaltılması ve ara öğünlerde sağlıklı atıştırmalıkların tercih edilmesi konusunda ailelerin bilgilendirilmesi gerektiğini söyledi. Ersin, “Çocuklarımızı fast-food, hamur işleri, tatlılar, kızartmalar ve sağlıksız hazır paket yiyecek ve içeceklerden uzak tutmalıyız” dedi.
ANNELERİN EĞİTİLMESİ
İÇİN PROJE HAZIRLANDI
Son yıllarda özellikle koruyucu diş hekimliğinin önem kazandığını ifade eden Prof. Dr. Nazan Ersin, çürük oluşmadan dişlerin fırçalanması ve beslenmeye dikkat edilerek koruma altına alınmasının çok önemli olduğunu bildirdi. Bu nedenle ağız diş sağlığı eğitiminin önem arz ettiğini kaydeden Ersin, şöyle devam etti: “Ebeveynlerin sağlıklı bir ağız sağlığının nasıl olması gerektiğiyle ilgili eğitilmesi ve özellikle düzenli diş hekimi kontrollerine gelinmesi gerektiği belirtilmeli. Ayrıca annelerin bilinçlendirilmesi için Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı’ndan asistanım diş hekimi Handan Çelik ile planladığımız sosyal sorumluluk projemizle annelerin küçük gruplar halinde eğitilmesi, ağız-diş sağlığının önemi ve çürük yapıcı zararlı yiyecekler yerine sağlıklı atıştırmalıkların önemi hakkında yapacağımız projemizde annelerin bilinçlendirilmesi planlanıyor.”
Görülme sıklığı dünyada 100 binde 28 iken ülkemizde bu oran biraz daha fazla: 100 binde 37. Amerikan Kanser Derneği’nin verilerine göre erkeklerin yaşam boyu prostat kanseriyle karşılaşma riski yüzde 16.7, yaşam kaybı riski ise yüzde 2.5. Her 5-6 erkekten birinin hayatı boyunca prostat kanseriyle karşılaşma riski bulunuyor. Dünyada her 3 dakikada bir kişiye prostat kanseri tanısı konulurken, 14 dakikada bir de prostat kanserine bağlı yaşam kayıpları gerçekleşiyor. Prostat kanseri erken evrede yakalandığında tedavi başarısı yüksek kanser türleri arasında yer alıyor. Prostat kanseri oluşumunu engellemek şimdilik mümkün olmasa da erken teşhisle tedavisi mümkün. Erken teşhiste tek seçenek prostat biyopsisi. Özel Tınaztepe Hastanesi Üroloji Bölümü Uzmanı Prof. Dr. Gürhan Günaydın, prostat biyopsisiyle yapılan erken tanının hayati önem taşıdığını vurgulayarak, bu işlemin hastanın tercihine göre genel anestezi altında da yapılabildiğini söyledi.
PSA TESTİ VE MUAYENE
Orta yaş ve üzerindeki erkeklerde ne zaman idrarla ilgili bir sorun yaşansa, sıklıkla akla prostata bağlı olabileceği geldiğini ifade eden Prof. Dr. Günaydın, şöyle dedi: “Prostat bezi, bir olumsuzluk yaşadığında genellikle bunu idrar şikayetleriyle belli eder. Ancak en önemli rahatsızlığı olan prostat kanserinin kendine has hiçbir şikayeti yoktur. İşte bu yüzden 50 yaşından sonra her erkeğin, şikayeti olmasa bile yılda bir kez prostat kontrolünden geçmesi çok önemli. Ailede prostat kanseri öyküsü olduğunda ise bu takip 45 yaşından sonra, gerekirse daha yakın aralarla ve tavizsiz yapılmalı. Bu sinsi hastalığı yakalayabilmekte kullanılan PSA testi ve parmakla muayene bilgilerinin değerlendirilmesi sonucunda üroloğun deneyimi, prostat biyopsisinin yapılması kararıyla sonuçlanabilir.”
HASTA HİÇBİR
ŞEY HİSSETMİYOR
Çoğunlukla lokal anestezinin yeterli olduğu işlemde genel anestezi yöntemiyle yapılan prostat biyopsisinin hem hasta açısından daha konforlu olduğunu hem de tedirgin ve gergin hasta grubunda daha sağlıklı sonuçlar elde etmenin mümkün olabildiğini anlatan Prof. Dr. Gürhan Günaydın, şu bilgileri verdi: “Herhangi bir ameliyat kararını soğukkanlı ve neredeyse korkusuzca kabul edebilen erkek hastalar, iş prostattan parça alınmasına gelince nedense dünya başlarına yıkılmış gibi hisseder. Çünkü prostat biyopsisi makattan ve standart olarak lokal anestezi ile yapılan bir işlem. Uygun şartlarda ve özenli ellerde lokal anesteziyle yapıldığında pek çok hasta için kabul edilebilir olarak tanımlanan bu işlem, özellikle sonradan tekrar biyopsi yapılması gerektiğinde bazen hasta için çok sıkıntılı olabiliyor. Genel anestezi eşliğinde yapılan prostat biyopsisinde, hem hasta hiçbir şey hissetmiyor hem de rahat olduğu için yeterli sayıda parça alınarak daha sağlıklı sonuçların elde edilmesi mümkün hale geliyor. Biyopsi tekrarı gereken hastalarda ise genel anestezi seçeneğinin olması, onlar için oldukça rahatlatıcı olabilir. Genel anestezi eşliğinde yapılan prostat biyopsisi sonrasında birkaç saat dinlenen hasta, aynı gün evine gidip ertesi gün de işine dönebiliyor.”
Yaşam tarzınızdaki değişimlerle kalp hastası olma ihtimalinizi azaltmak sizin elinizde. Prof Dr Oktay Ergene’nin başkanlık yaptığı Kardiyovasküler Akademi Derneği’nin Kış Kongresi Uludağ’da toplandı. Prof Dr. Osman Akın Serdar ve Doç. Dr. Özlem Arıcan Özlük önderliğinde, zengin bilimsel içerik ve yüksek katılımcı sayısı toplanan kongrede, en önemli sağlık sorunu olarak kabul edilen kalp-damar hastalıklarıyla ilgili gelişmelerin ve yenilikler ele alındı. Ülkenin önde gelen kardiyologları ile genç kardiyoloji uzmanlarını bir araya getiren kongrede olağanüstü bir bilgi ve deneyim paylaşım ortamı yaratıldı. Zengin bilimsel içerik ile desteklenen kongrede, sempozyumlar, bilgi güncellemeleri, günlük uygulamadaki gelişmeler, tartışmalar, vaka üzerinde görüşler, girişimsel kardiyoloji gibi farklı başlıklar altında toplantılar gerçekleştirildi.
BASİT ÖNLEMLERLE
Dernek Başkanı Prof. Dr. Oktay Ergene, kalp damar hastalıklarını önlemek için tansiyon yüksekliğinin önüne geçmek, hareketli yaşamak, kolesterol düzeylerini dengede tutmak gibi basit ancak çok etkin olan adımları atmanın önemine dikkat çekti. Ergene, “Bu bağlamda ülkemizde farkındalığı artıracak ulusal kapsamlı çok merkezli araştırmaları ve etkinlikleri sürdürüyoruz” dedi.
UYGULAMALI EĞİTİM
Kongre kapsamında Doç. Dr. Özlem Arıcan Özlük sorumluluğunda ‘uygulamalı ileri ekokardiyografi eğitimi’ verildi. Üç boyutlu ekokardiyografi ile ilgili temel teknik ve bilgiler ilgili katılımcılara dağıtılan bilgisayarlar üzerinden anlatıldı.