:Kovid-19 pandemisi global ölçekte hepimizin sağlığını tehdit eden bir kriz yaratmıştır.Temelde enfeksiyona ve solunum sistemi etkilenmesine bağlı bulgular yaratmaktadır.Kuru öksürük, ateş, solunum sıkıntısı en sık görülen şikayetlerdir.Bu semptomlar çok hafif veya çok şiddetli olabilmektedir.Beyin tutulumunun sık olması nedeniyle nöroloji hekimlerince de takip edilebilmektedir.Kabaca söyleyecek olursak virus insan vucuduna girdikten sonra yaygın iltihabi bir reaksiyon yaratmakta ve semptomlar buna bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.Koranavirüslerin tümünde olduğu gibi Kovid-19 da beyin hücrelerine girip etki etme yeteneğine sahiptir.Beynimize bazen burundaki koku hücrelerini, bazen de sistemik kan dolaşımını kullanarak girmektedir.Bu tür viruslere ‘norotropik virusler’ denmektedir.Sistemik iltihabi reaksiyonla birlikte maalesef beyin hücrelerinde kayıp yaratmaktadır.Kalp ve solunum sistemini yöneten beyin hücrelerinin fonksiyonlarının olumsuz etkilenmesiyle birlikte kalp ritim bozuklukları ve solunum yetmezliği ortaya çıkmakta veya şiddetlenmektedir.
Ayrıca, beynin hafıza ve günlük işleri yürüten bölgelerinin etkilenmesiyle nörolojik ve psikiyatrik bulgular ortaya çıkmaktadır.Hafif hallerde sadece baş ağrısı, durum daha da şiddetlendiğinde ise beyin iltihabı, epileptik nöbetler ve beyin damar hastalıklarına bağlı felçler, koma hali ortaya çıkabilmektedir.Sigara içenlerde beyin tutulumu çok daha sık olmaktadır.Hastaneye yatırılan Kovid-19 hastalarının yüzde 15-25’inde nörolojik semptom ve şikayet görülmektedir.En sık karşılaşılanları baş dönmesi ve baş ağrısıdır.Beyin damar hastalığına bağlı felç, beyin kanaması, şaşkınlık-ajitasyon hali, epileptik nöbetler ise ciddi nörolojik tutulum bulgularıdır.Periferik sinir sistemi tutulduğunda ise koku ve tat kaybı en sık karşılaşılan bulgulardır.Kadınlarda daha fazla görülmekte, uzun haftalar sürebilmektedir.Koku kaybı beyne virus girişinin ön belirtisi olabilmektedir.Koku hücreleri beynin hafıza hücrelerinin bulunduğu yere doğrudan bağlanmaktadır.Bu kapıdan giren virus öncelikle hafıza hücrelerimize saldırmaktadır.
Şiddetli veya hafif düzeyde el ve ayaklarda güç ve duyu kaybı yaratan periferik nöropatilere de rastlanılmaktadır.İskelet kası tutulumu (miyopati) da çok sık görülmekte, şiddetli kas ağrısı ve daha ileri vakalarda kas kaybına bağlı güçsüzlük olabilmektedir.***Hastaneye yatırılmadan Kovid-19 geçirenlerde nörolojik olarak uzun dönemde en sık görülen durum bilişsel-zihinsel yavaşlama ve bozulmadır.Maalesef tehlikenin bu kadarla kalmadığını gösteren yeni çalışmalar da yavaş yavaş bildirilmektedir.Elimizdeki bilgiler genellikle hastaneye yatırılarak tedavi edilenlere ne olduğu ile ilgilidir.Hastaneye yatmadan tedavi edilenlerde uzun dönemde neler olduğunu yavaş yavaş, yaşayarak öğreneceğiz.
Hafif ve geçici solunum semptomları ile hastalık tanısı almış ve hastaneye yatması gerekmeyen, zatürre olmayan, oksijen seviyesi düşmeyen hastalarda aylar sonra da devam eden ve hayatlarını olumsuz etkileyen kalıcı etkiler var mıdır?Bu soruya “Evet’ yanıtı veren hastalarda en sık görülen 10 nörolojik şikayet şöyle bulunmuştur:1. Bilişsel-zihinsel bozulma veya yavaşlama (yüzde 81)2. Baş ağrısı (yüzde 68)3. Uyuşma karıncalanma (yüzde 60)4. Tat alma bozukluğu (yüzde 59)5. Koku alma bozukluğu (yüzde 55)6. Kas ağrıları (yüzde 55)7. Sersemlik, baş dönmesi hissi (yüzde 47)8. Ağrı (yüzde 43)9. Görme bulanıklığı (yüzde 30)10. Kulak çınlaması (yüzde 29)Nörolojik olmayan ve aylar sonra devam edebilen şikayetler; yorgunluk (yüzde 85), depresyon-anksiyete (yüzde 47), nefeste daralma hissi (yüzde 46), göğüs ağrısı (yüzde 37), uykusuzluk (yüzde 33), tansiyon ve nabız hızında değişiklik (yüzde 30), mide-bağırsak şikayetleri (yüzde 29). ***Son söz:Kovid-19 daha 2 yıllık bir kabustur.
Kovid-19’un beynimize saldırabildiğini de gayet iyi bilmekteyiz.Bu hastalığı geçirenlerde nörolojik hastalıkların takip eden yıllarda daha sık olup olmayacağını, bu kişilerin demans, parkinson gibi dejeneratif nörolojik hastalık risklerininin ne kadar arttığını, ileride daha fazla oranda felç geçirip geçirmeyeceğini, epilepsi oranlarının ne olacağını takip ederek göreceğiz.Şahsi kanaatim maalesef olumsuz sonuçlarla karşılaşacağımızdır.“Ben gencim, nasılsa hafif geçiririm” diyorsanız belki haklı olabilirsiniz ama erken orta yaşlarda sizi olmadık nörolojik hastalıkların pençesinde görmek istemeyiz.Maske, mesafe ve hijyen kurallarına her zaman çok dikkat edin.Aşı ile ilgili fikrime gelince:Önünüzde iki seçenek var ya aşı olacaksınız ya da önünde sonunda Kovid-19.Tercih sizin...
Ambliopi göz tembelliği olarak anılan ve görme keskinliğinde tek veya iki taraflı belirgin düşüklükle karakterize olan bir durumdur. Eğer bir göz, gözlükle ve ameliyatla düzeltilmesine rağmen tam göremiyorsa ve iki göz arasında iki sıra ve daha fazla görme gücü farkı varsa göz tembelliğinden bahsedilir ve kişinin üç boyutlu görmesi bozulur. Sonuç olarak ambliopi, görmenin organik bir lezyon olmaksızın tek veya iki taraflı azalmasıdır.
NEDENLERİ NELERDİR?
Ambliyopi erken çocukluk döneminde normal görsel gelişimini tamamlayamamış göz için kullanılan bir terimdir. Gözlerin normal kullanılmasını ve gelişimini engelleyecek durumlarda ortaya çıkmaktadır. Her 100 kişiden 2’sinde göz tembelliği görülebilir. Bu hastaların bir kısmında genetik bir yatkınlık bulunmaktadır. Bu yüzden özellikle ailesinde ambliyopi hikâyesi bulunan çocukların erken yaşlarda göz doktorunca muayene edilmesi önemlidir. Ambliopi için kritik dönem hayatın ilk 3 ayıdır. Hassas dönem ise görsel gelişimin tamamlandığı 9 yaştır. Doğduğumuzda çok yakın mesafeyi seçebilecek kadar görüyoruz. Görme duyumuz sonrasında gelişiyor. Konuşmayı öğrendiğimiz gibi görmeyi de öğreniyoruz. Görmeyi öğrenme sürecinde de görsel çevremizin tam aydınlanmış ve berrak olması lazım. Bunu engelleyen herhangi bir neden ambliopiye neden olabilir.
NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Bu çoğu kez zor bir durumdur. Çünkü çocukların görme muayeneleri 3-4 yaş öncesinde oldukça güçlük arz eder. Aile bireylerinin ambliyopiyi tanıması genellikle pek mümkün olmaz. Bir çocuk bir gözünün iyi, diğerinin kötü gördüğünü sıklıkla fark edemez. Muayene sırasında çocuğun gözlerinin ayrı ayrı gösterilen objelere fiksasyonunun nasıl olduğu, bu objeleri takibi ve takibinin süresi değerlendirilir. Sıklıkla çocuklar ambliyopik olan gözleriyle bakmak istemezler. Ambliopik gözün doktor tarafından elle kapatılması halinde tepki verirler.
NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Endüstriyel atıkların oluşturduğu çevre, hava, su kirliliğinden GDO ve gıda kontaminasyonuna giden geniş bir yelpazenin günümüz insanını ciddi risklere maruz bıraktığını dile getiren Dr. Hozer, bunlara yanımızdan hiç ayıramadığımız cep telefonlarının SARS etkisi ve teknolojilerin kolaylaştırıcılığının getirdiği olumsuz etkileri de eklemek gerektiğini vurguladı, geleceğe ilişkin öngörülerini paylaştı:
HER EV BİR MİKROHASTANE
Hastalıklardan korunma, yaşam süresini uzatma ve beden ile ruh sağlığını korumak koruyucu hekimlik ve halk sağlığı bilim dalının ortak çalışma konuları. Bugünler, tıp, sağlık, tanı ve tedavi kavramlarının yeniden tanımlandığı bir geleceğin başlangıcı. Neredeyse her gün yeni tıbbi terminolojilere aşina oluyoruz. Etik ve hukuki kavramlar yeni yorumlara yelken açıyor. Bebekler artık birer proje. Doğumlar toplumsal ya da kamusal yarar anlayışı içinde planlanıyor ve daha doğmadan hastalıklı genlerin ayıklandığı bireylerden oluşacak bir toplum modellemesinin ayak sesleri işitiliyor. Ana tema sürdürülebilir sağlıklılık. Aslolan, hastalık oluştuktan sonra tedavi etmek değil, hastalığın oluşmasını engellemek. Artık tedavi hizmetinden pasif yararlanan hastalar yok. Tüm süreçlere etkin olarak katılınan, giderek güç dengesinin hastalar lehine arttığı bir gelecek söz konusu. Günümüzde müşteri hakları olarak sıklıkla dile getirilen olgu artık hasta haklarına dönüştü. İnsanlar sağlıklı yaşama odaklanıyor. Gereksinim duydukları bilgi parmaklarının ucunda. Karşımızda bilinçli ve etkin bir hasta profili var. Bu hastalar için kişiye özel tıpla genetik mühendisliği ve DNA rekombinant teknolojisi kullanılarak hastalıklı genlerin ayrılması ve kişiye özel ilaç ve tedavi sistemlerinin uygulanmadığı bir tedavi neredeyse çöp vasfında. Ev ortamına adapte edilebilecek MEMBS denilen uzaktan erişimli tıbbi sistemlerin mikrohastane vasfında entegre edildiği smarthome’larda yaşayacak insanların da daha azı ile yetinmesi mümkün görülmüyor.
HARCAMALAR SÜREKLİ ARTIYOR
Devletler de giderek artan kamusal sağlık harcamalarından mustarip. Ülkelerin total bütçeleri içinde sağlık harcama oranları (GSYİH) Kıta Avrupası’nda yüzde 10’ların altında seyrederken, Amerika ve Japonya’da yüzde 15’lere kadar çıkıyor. Buna paralel olarak kişi başı harcamalar da örneğin ABD’de 5 bin doları bulurken, Almanya, Fransa ve İngiltere’de 2 bin 500 dolar seviyelerinde. Ülkesel bazda total sağlık harcamalarının finansmanı Avrupa ülkelerinde yüzde 80 gibi kamu tarafından sağlanırken, ABD’de kamu finansman oranı maksimum yüzde 50’yi buluyor. OECD verilerine göre sağlık hizmeti alan kişilerin kendilerinin yaptığı harcamalar ise total meblağın yüzde 10’u ile yüzde 40’ı arasında değişiyor. İlaç masrafları ise sağlık bütçelerinin yüzde 20’sini oluşturuyor. Kişi başı da 100 ila 600 dolar arasında değişiyor. Küresel sağlık harcamaları her yıl ortalama yüzde 5 artıyor. Bu yıl itibariyle 11 trilyon doları aşmış durumda. Son noktada ülkelerin sağlık bütçeleri devasa boyutlara ivmelenirken, koruyucu hekimlik, infeksiyon hastalıkları, geriatri, nörolojik hastalıklar, plastik ve rekonstrüktif cerrahi ile sibernetik bilimlerin ön plana geçeceği bir gelecekte biz insanlara düşen, ideal kilomuzu korumak, bol egzersiz yapmak ve organik beslenmeye dikkat etmek şeklinde özetlenebilir.
“Stres ve içinde debelendiğimiz mutsuzluk-huzursuzluk denizinin tsunami dalgaları tansiyon yükselmesinden şeker hastalığına, uyku bozukluklarından çeşitli kronik fiziksel hastalıklara, başarısızlıklara doğru bizi savuruyor” diyen Dr. Erkin, üstelik torba torba ilaçlara rağmen hem hastaların, hem de doktorların kronik hastalıklara karşı çaresiz kaldığını vurguladı. Fobilerin, takıntıların, panik atakların eskisinden çok daha fazla kişiye yaşamı zehir ettiğini dile getiren Uzm. Dr. İnci Erkin, sadece gülebilmenin bile ne kadar büyük fark yaratabileceğini şöyle anlattı:
GÜLMEYİ UNUTTUK
Einstein görecelik kavramını anlatırken, “Sıcak bir sobanın üzerinde 1 dakika oturmak 1 saat gibi gelir. Oysa ki, güzel bir kadınla geçen 1 saat 1 dakika gibidir” demişti. Havaların sert değişimleri, ekonomik krizin devam etmesi, küresel iklim değişikliklerinin etkileri, bizleri mutsuz kılan pek çok olayı yaşıyor olmak hepimizi sıcak soba üstünde oturuyorcasına yakıyor. TV’lerde özellikle sabahları yayınlanan ‘reality show’larda sıkça vahşi cinayet haberleri var. Minicik çocuklar, kadınlar öldürülüyor, dövülüyor, “Neler oluyor bize?” diyoruz. Tüm bu nedenlerle neredeyse gülmeyi unuttuk. Oysa gülmeye hasret kalınca bağışıklık sistemi bile çöküyor. Gülmek, kahkaha atmak insanoğlunun en temel gereksinimlerinden biri. Bilimsel araştırmalara göre normal şartlarda bir erişkin günde yaklaşık 17 kez gülüyor. Gülmek, kendimizi iyi hissetmemizi sağlayan bir eylem, mizaha verdiğimiz fizyolojik bir yanıt. Güldüğümüz zaman beynimiz her iki yarım küresini birlikte o kadar güzel kullanıyor ki... Hatta sadece yüz kaslarımız değil, ellerimiz, kollarımız ve göğüs kaslarımızda bu keyifli hareketlere katılıyor.
NE MUTLU SİZLERE
Etrafınızdaki mizah duygusundan yoksun ve tepkisiz insanların ciddi sağlık problemleri olabilir. İnsan elbette her zaman kahkahalarla gülmek durumunda değil... Hepimizin sıkıntılı, üzüntülü dönemleri var. Ama gülmemeyi alışkanlık haline getirmiş, suratı bir karış insanlardan da uzak durmakta yarar var. Gülme fakiri olanların da kişisel gelişim programlarıyla kendilerine yardım etmeleri ve mutlu olmayı öğrenmeleri olası. Gülmek, stresle baş etmede bizlere son derece yardımcı. Üstelik, gülerken verdiğimiz zihinsel molaların yararları pek çok. Hatta harp, yokluk, sıkıntı durumlarında devreye giren karamizah dahi bize bu yararlı molaları sağlayabiliyor. Mizahı algılayışımız yaşanmışlıklar ve yaşla birlikte değişiyor. Çocuklar etraflarındaki dünyayı henüz keşfederken pek çok olay onlara saçma ve komik geliyor. Kendi bedensel faaliyetleri bile (gaz çıkarma gibi) onlara eğlenceli geliyor, kıkır kıkır kıkırdıyorlar. İşte o nedenle çocuklar hep şen. Gülmek, stres hormonlarını azalttığı için bağışıklık sistemimizi güçlendiriyor. Demek ki; kahkaha sadece pirzolaya eşit değil, antikor, antibiyotik ve kemoterapi gibi de etki gösterebiliyor. Kahkahalarla güldüğümüz zaman bazen hıçkırmaya ve öksürmeye başlıyoruz, bu da solunum sistemimizdeki mukus tıkaçlarını sulandırıp atmamıza yardımcı oluyor. 100 kez kahkahalarla gülmek, egzersiz bisikletinde 15 dakikada harcadığınız efora eşdeğer. Hatta güzel gülüyor, şen kahkahalar atabiliyorsanız, diyafragm, karın, solunum, yüz, bacak ve sırt kaslarınızı o kadar güzel çalıştırmış oluyorsunuz ki, ayrıca aerobik egzersize gerek kalmıyor. Gülmekten karnı ağrıyanlar: Ne mutlu size!
ABD’de her 8 kadından birinde, yani yüzde 12.5’inde meme kanseri geliştiğini ve meme kanserinden ölme riskinin yüzde 3.4 olarak hesaplandığını ifade eden Prof. Dr. Ok, kadınlarda en sık görülen kanser tipi olmakla beraber, mamografik tarama ve erken tanı sayesinde 1998-2007 arasında meme kanserinden ölümlerin her yıl yüzde 1.9 azaldığını, böylece kanser ölümleri sıralamasında ikinciliğe gerilediğini söyledi.
Sağlık Bakanlığı ve Türkiye Meme Hastalıkları Dernekleri verilerine bakıldığında ülkemizde kadınlarda en sık görülen kanser tipinin meme kanseri olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Engin Ok, “Görülme sıklığı ise 2009-2014 arası yüzbinde 45.9. Epidemiyolojik çalışmalar meme kanseri için çeşitli risk faktörleri belirlemiş durumda. Üreme öyküsü ve hormonsal faktörler, obezite, alkol, fiziksel aktivite, östrojen düzeyleri ve maruziyet süreleri üzerinden etki eden risk faktörleri. İngiltere’de yapılan çalışma meme kanserinin yaklaşık yüzde 27’sinin değiştirilebilir yaşam tarzı ve çevresel faktörlerle ilişkili olduğunu ortaya koyuyor. Bu rakam ABD için yüzde 38 olarak bildiriliyor” dedi, şu bilgileri verdi:
Kadın cinsiyet, erkeğe göre 100 kat artmış riski ifade eder. Yaş ilerledikçe risk artar. 50-55 yaşlarında eğri düzleşirken, 80 yaşından sonra hafif bir düşme eğilimi görülür. Bir kadının yaşam boyu meme kanseri olma riski 8’de 1’dir (Yüzde 12.56).
Üremeyle ilgili faktörler ve meme kanseri riski: Yumurtalık hormonları meme gelişimini başlatır, menstruel döngü meme hücre çoğalmasına neden olur, pubertede hormonlardaki artış hücrelerin çoğalmasını artırmak yönündedir ve bu hücre bölünmesi menopozla birlikte son bulur. Bu anlamda meme kanseri riskini etkileyen üreme faktörlerini şu alt başlıklarda incelemek doğru olacaktır.
İlk adet yaşı (menarş): Erken ilk adet yaşı artmış meme kanseri riskiyle beraberdir. İlk adet yaşındaki her 5 yıllık gecikmenin meme kanseri riskinde yüzde 22 azalma yaptığı tahmin edilmektedir. 19’uncu Yüzyıl’ın ikinci yarısından itibaren gelişmiş ülkelerde ortalama ilk adet yaşı 16-17’den 12-13’e düşmüştür. Bu yaşlardaki iyi beslenme ilk adet yaşını düşüren başka bir faktördür.
İlk doğum yaşı: Hiç doğum yapmamış kadınlarda meme kanseri riski, doğum yapmış olanlara göre daha yüksektir. İlk tam süreli gebeliğin erken yaşlarda olmasının yaşam boyu meme kanseri riskini azalttığı birçok epidemiyolojik çalışmada belirtilmektedir. Hiç doğum yapmamış kadınla 30 yaşında ilk doğumunu yapmış kadının meme kanseri riski aynıdır. Dolayısıyla 30 yaşında ilk doğumunu yapmış bir kadının 20 yaşında ilk doğumunu yapmış bir kadına göre meme kanseri riski yüzde 30 daha fazladır. Hiç doğum yapmamış kadınlarla kıyaslandığında risk azalması hemen değil, ilk gebeliği izleyen 10-15 yıl içinde ortaya çıkmaktadır.
Sağlıklı ve uzun bir ömür herkesin en büyük dileği.
Sağlık sadece hastalık durumunun olmayışı değil, ilaveten bireyin ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hali içinde olmasıdır.
Sağlıklı olmanın en önemli şartlarından biri ise insanın yediklerine ve içtiklerine dikkat etmesidir.
Halen dünyada meydana gelen ölümler arasında ilk sırayı kalp-damar hastalıkları oluşturmaktadır.
Kalp-damar hastalıklarının değiştirilebilen ve değiştirilemeyen risk faktörleri vardır.
Yaş ve cinsiyet değiştirilemeyen risk faktörleridir.
ORTA KULAK İLTİHABI NEDİR?
Otitis media, orta kulak boşluğunun iltihabını tanımlar. Bu tablo 3 aydan daha uzun süre devam ettiğinde ortaya çıkan belirti ve bulgular, kronik (uzun süren) otitis media olarak tanımlanır. Orta kulakta sıvı varlığı, kulak zarında bir delik olması veya orta kulak kemikçiklerinin hasarlanması durumlarında hastalarda işitme kaybı meydana gelir. Hastalığın ilerlemesi halinde orta kulaktaki enfeksiyon kemik yapılara ulaşabilir (mastoidit), iç kulağa yayılabilir ve bu da sensörinöral (sinirsel) işitme kaybına ve baş dönmesine (labirentit) sebep olur. Orta kulaktaki önemli yapılardan yüz siniri bu enfeksiyonlardan etkilenirse hastada yüz felci tablosu gelişir. Daha az görülen ancak ciddi ve ölümcül olabilen komplikasyonlar (istenmeyen durum) arasında beyin apsesi, menenjit, otitik hidrosefali (beyin sıvısının basıncındaki artış), petrozit (kafa tabanı enfeksiyonu), sigmoid ven trombozu (toplardamar içienfeksiyonu) yer almaktadır.
Kronik otitis media başlıca 3 şekilde karşımıza çıkabilir:
1. Enfekte olmayan kronik otitis media: Kulak zarında bir delik vardır, ancak orta kulakta enfeksiyon veya sıvı yoktur. Kulak kuru kaldığı sürece orta ve iç kulaklar bu durumdan uzun bir süre etkilenmeden kalabilir. Deliğin onarılması sadece işitmeyi iyileştirmek ya da enfeksiyonu önlemek için gereklidir.
2. Süpüratif (iltihaplı) otitis media: Bu tablo, kulak zarında bir delik ve orta kulakta bir enfeksiyon olduğunda ortaya çıkar. Antibiyotiklerle tedavi genellikle aktif enfeksiyonu temizlemeye yardımcı olur.
3. Kolestatomlu otitis media: Kulak zarındaki kalıcı bir delik bazen bir kolestatoma (orta kulakta deri hücrelerinin ve birikintilerinden oluşan bir doku) yol açabilir. Kolestatom kulak kemikçiklerinde hasar yaratabilir, beyin absesi, menenjit ya da yüz felci gibi komplikasyonlara (istenmeyen durum) sebep olabilir.
DAHA ÇOK KİMLERDE GÖRÜLÜR?
Ağrıyı diğer tıp bulgularından ayıran en önemli özellik öznel olması, yani kişiden kişiye farklılık göstermesidir. Ağrılı bir uyarana karşı her insanın yanıtı farklıdır. O yüzden bir trafik kazası sonucu ya da doğum sırasında bir kişi avazı çıktığı kadar bağırırken, diğeri sesini çıkarmayabilir. Ağrı kısa süreli ya da akut ve uzun süreli, kronik olarak iki biçimde alınabilir. Ağrı akut durumlarda alarm olarak faydalı bir görev üstlenirken, kronik ağrı ise tam tersine basit bir bulgu değil başlı başına bir hastalıktır. Kronik ağrı aynı zamanda iş gücü kaybına ve önemli ölçüde maddi zarara da sebep olur.
KADINLARDA DAHA YAYGIN
Kronik ağrı merkezi sinir sisteminde, periferik sinir sisteminde, beynin çeşitli bölgelerinde değişikliğe yol açan ciddi bir olaydır. Bir ağrının kronik ağrı olarak nitelendirilebilmesi için 3-6 aylık zaman dilimin geçmesi gerekir. Bu dönemde vücudunuzda ağrının yanı sıra başka bozukluklar da baş göstermeye başlar. Bu dönemde hastanın çok yönlü değerlendirilmesinin yanı sıra o dönemde hangi hekime başvuracağının belirlenmesinde de yarar vardır.
Kronik ağrı da bir hastalık olarak aynı tansiyon yüksekliği, diyabet-şeker gibi genetik özelliklere sahiptir. Anne ve babasında migren olan bir kişide migren görülme olasılığı yüksektir. Cinsiyet de kronik ağrının ortaya çıkmasında önemli rol oynar. Kadınlarda kronik ağrı olasılığı erkeklere göre daha yüksektir. Hormonlar, duygular, sosyal ve kültürel inançlar ağrıyı etkiler.
BU GERÇEĞİ KABUL EDİN
Kronik ağrı ile kendi kendinize başa çıkma yollarından en önemlileri şunlardır: * Kronik ağrınız olduğu gerçeğini kabul edin. * Kendinize hedefler tayin edin, hobi ve toplumsal etkinliklerinizi artırın. * Kronik ağrı yüzünden kendinize ve ailenize kızmayın, ağrınıza kızın. * Ağrı kesicileri hekimin tavsiyesine göre düzenli olarak alın. İhtiyaç azaldığında yavaş yavaş kesmeye çalışın. * Fiziksel durumunuzu en iyiye getirmeye çalışın. * Kondisyonunuzu artırın. * Gevşemeyi öğrenin, gevşeme egzersizlerini düzenli olarak uygulayın. * Kendinizi sürekli meşgul edin, aktivitelerinizi artırın. * Aile ve yakınlarınızla sağlıklı ilişkiler kurun. * Diğer ağrı çeken insanlarla bir araya gelin, onlarla dertlerinizi paylaşın. * Umudunuzu yitirmeyin.
KAMPANYA BAŞLATILMIŞTI