Paylaş
“Hay hay” dedik, kameramanla atlayıp gittik.
2-3 saatte röportajları, çekimleri bitirdik. Dönüş uçağımıza daha çok var. Yerel muhabir ısrarcı: Hanım darılır bakın, ille de bizim eve gidelim, size bir çay içirelim.
Hay hay dedik, gidelim.
Yalnız dedi. Önce benim ofise uğrasak, 5 dakikalık işim var da.
Hay hay dedik, uğradık.
Ofis dediği yerel televizyon kanalı. Ofisin kapısının önünde kamerasını aldı omzuna. Elinde mikrofon, birkaç kişiyle sokak röportajı yaptı, hızlıca montajladı. Sonra kendisinin dekore ettiği haber masasına oturdu. Kamerayı sabitleyip canlı yayında haberleri okudu.
Düşün daha o yıllar 90’lar. Ne cep telefonunda kameralar var ne youtube ve youtuber’lar. Yerel televizyonlar yeni yeni pıtırcıklanmış.
Aaaa dedik tek başına bir televizyon kanalını çekip çeviriyor. Kanalın hem muhabiri, hem haber spikeri, hem çaycısı hem CEO ve CFFO’su. Berlin Senfoni Orkestrası’nın maestrosu gibi tek başına yönetiyor bütün yayınları. Pes dedik ve de bravo. Ağzımız yavru şaşkın ördek gibi açık.
Derken ev yolunda fırına girip 40 tane ekmek aldı.
Ay dedik ne yaptınız, biz yemeğe kalmayacağız. Yok yok dedi, içli içli gülümsedi.
Kendi gibi güleryüzlü eşi coşkuyla karşılayıp salona aldı bizi. Ve fakat gel gör ki arka arkaya eşofmanlar giymiş bir sürü kadın ve adam giriyor salona, hoşgeldiniz minvalinde elimizi sıkmaya. Hepsi de sırım gibi uzun boylu ve çoğunlukla sarışın.
Yerel muhabir onlara iki kaş göz hareketi yaptı. Ortadan kayboldular ve 5 dakika sonra kadınlar pırıltılı ve yaldızlı, erkekler transparan tişörtlü ve taytlı kostümlerle tekrar karşımıza çıktılar.
Çalmaya başladıkları müzik eşliğinde başladılar Nadya Komaneçi gibi lastik gibi dans etmeye.
Üstelik kafesten çıkardıkları kocaman bir KOBRA yılan eşliğinde.
Artık beni hayal et.
Ayağımda pofuduk ev terlikleri. Kulağımda, dakikalardır şıngır şıngır karıştırmakta olduğum geleneksel çay bardağının sesi. Ağzım 5 karış açık. Şaka mı bütün bunlar? Yoksa kafam mı kaçık?
Meğer bunlar bir Rus sirkiymiş. Vize problemleri çıkıp Suriye’ye geçemedikleri için Türkiye’de mahsur kalmışlar, paraları da bitmiş. Bizim yerel muhabir de sınıra onların haberini yapmaya gittiğinde hallerine acımış, hepsini toparlayıp evine getirmiş.
Sen de 3 ben diyeyim 4 haftadır, ne yapalım artık hepsi de Allah misafiriymiş. Konu komşuda ne kadar yatak yorgan varsa silme döşüyorlarmış yerlere, hepsine yatacak bir yer uyduruyorlarmış.
Hani bizi de alın desen, nüfuslarına alacaklar. O kadar cana yakınlar.
Bugün dönüp de baktığımda çekime gittiğim haberin konusunu öldürsen hatırlamam ama bizi oraya davet eden muhabirin yaşattıklarını asla unutamam. Bize önerdiği haberden çok daha renkliydi kendi hayatı. Ve bunun farkında bile değildi.
Halbuki biz tuhaf hikayelerin kokusunu hızlıca almaya alışık, çakallardık. Yerel muhabirin hem iş yeri, hem de evinde yaşadıklarımızı da yayınlamak üzere tek tek kayıt altına aldık. Ama o bir türlü anlayamadı, kendisini neden ilginç bulup da kameraya çektiğimizi.
Benim anılarım da bir nevi anlat, anlat tükenmez askerlik hikayeleri gibi.
Yani demem o ki canımın içi. Yapılan son bir araştırmaya göre (belki İskoç belki Norveç üniversitelerinden birinde) sosyal medyada, instagram’larda herkese başkasının hayatı ilginç geliyormuş. İnsanlar kendi hayatlarını sıkıcı buluyormuş.
Halbuki kaldır perdelerini, dön de kendi hayatına bir bak. Kimbilir ne sürprizler ne güzellikler saklıyor içinde.
Bak ille de bir kulp bulacağım, sonunda fiyonk takacağım ya hikayelerime. Sosyal bir içeriğe bağladım yine.
Eski deneyimlerimle, yarın için elbiseler dikmeyi severim kendime.
Bırak başkalarını. Sev hayatını. O 1 tane.
Paylaş