24 Mayıs 2009
YUMURTAYI alıp masada parmağınızla ittiriverin; oval yapısından dolayı dönüp dönüp eski yerine gelecektir.<br><br>Bu yüzden yumurtanın yuvarlanıp yuvadan düşme olasılığı azdır.
Eğer yumurta başka bir biçimde, diyelim ki yusyuvarlak olsaydı, yuvalarda durmayan yumurtalar yüzünden kuş sayısı azalacaktı.
Onlar azalınca tilkiler de azalacaktı...
Tilki azalınca fareler çoğalacaktı...
Fareler çoğalınca yeterince patates, mısır, turp, mercimek, bakliyat... Kısacası insanoğlunu besleyen yer ürünleri olmayacaktı...
Bunlar olmayınca Osman da olmayacaktı...
Halbuki Osman var...
*
Kuş bir taşın ya da dalın üzerine tüneyip kakasını yaptığında bile, kuşun da kakasının da bir hikmeti vardır.
Yazının Devamını Oku 23 Mayıs 2009
NE zaman “mayın tarlaları kaldırılıyor” şeklinde bir haber okusam,oyuncağının aynısını başkasının elinde gören çocuklar gibi “O benim...” derim.
O benim haberimdi çünkü...
Gazeteciliğe başladığım ilk gün yazdığım ilk haber... İlk kitabımın ilk öyküsü... Daha sonraları da her haber bulamadığımda oturup yazdığım şey:
“Mayın tarlaları kaldırılıyor...”
Ama hiçbir zaman kaldırılmadı mayıntarlaları... Kaldırılmadığı için de ben durmadan “Mayın tarlaları kaldırılıyor” haberleri yazdım... Yıllar boyu editörler benim böyle bir haberim olduğunu bilirlerdi, haber boşluğu varsa, her zaman bana gelirlerdi:
“Senin bir haberin vardı hani...” Sevinip fırlardım:
“Evetttt...”
Oturup yazardım:
Yazının Devamını Oku 22 Mayıs 2009
SAĞ şeritte eski Doğru Yol Seyahat firması, yeni isim ve yeni kaptanla seferlerine yeniden başladı. Direksiyona oturan Hüsamettin Kaptan; genelde kışla çıkışlarında tanklara çarparak darbe alan ve altı kez trafikten men edilen, yedi kez yeniden trafiğe çıkan Süleyman Usta’nın ikinci kaptanıdır.
Süleyman Usta, ehliyeti elinden her alındığında, direksiyonu kendisi tutmak kaydıyla, kaptan koltuğuna Hüsamettin Kaptan’ı oturtmuştur.
Uzun süredir biletli yolcuların “Hani niye gitmiyoruz?..” tepkisi üzerine direksiyona geçen Hüsamettin Kaptan’ın güven veren deneyimi, politika otobanını etkileyecek gözüküyor.
Sol şeritte ise Ecevitler’in sepetli motosikleti değişime uğradı.
Rahşan Ecevit sepette oturmak kaydıyla, bir süre Zeki Sezer’in sürdüğü sepetliyi bundan böyle Masum Türker kullanacak.
Yeni sürücünün daha ilk etapta, içindeki Rahşan Hanım ile birlikte sepeti bırakıp motoru götürmesine bakılırsa, De Se Pe biraz daha tarihe karışıyor...
Sol şeritteki Ce Ha Pe halk otobüsüne gelince; son seçim virajını biraz daha iyi alsa da, kamuoyunda bir kaporta-boya beklentisi var...
Doğalgaz tartışması ile öne çıkan Kemal Kılıçdaroğlu ile “tüplü” hale getirilen Ce Ha Pe halk otobüsü özellikle inişlerde hız yaparken, yokuşlarda da iyi gitmesi için, yolcuların inip ittirmesi hâlâ gerekiyor...
En sağ şerit bildiğiniz gibi...
Hızı yüzde 46’dan, 38’e düşen AKP İtikat Turizm ve Seyahat A.Ş.’de moraller bozuk...
Yolcularının bedava ikrama ilgisini bilip “Çaylar şirketten” promosyonunu deneyen AKP İtikat ve Turizm A.Ş.’de yeni arayışlar sürüyor.
Kabineye alınan ikisi kadın hostes, yeni muavinler işe yarayacak mı?
AB patentli Euro Dizel yakıt ve medya alt yağlaması ile daha ne kadar yol alınır?..
Peki, anayasadaki trafik kural ve işaretleri değiştirilip, AKP İtikat Turizm ve Seyahat A.Ş. firması için “dönülmez”ler “dönülür”, “girilmez”ler “girilir” yapılsa... Sağ şeritte aşırı hızdan radara yakalanmalarda, ceza kesme yetkisi bizzat Kaptan Tayyip’e verilse...
Böylece AKP İtikat Turizm ve Seyahat bildiği gibi gitse, işe yarar mı?..
Yoksa...
Yoksa yolcular geri vitesle ileri gidilemeyeceğini mi anladılar?..
Yazının Devamını Oku 21 Mayıs 2009
BAŞINDAN beri anlatmak istediğim buydu:<br><br>Din yüce bir duygudur.
En zor anlarımızda... Kimsenin bize yardım edemeyeceği zamanlarda... Hiç kimsenin yardıma gelemeyeceği, diyelim ki bir gece karanlığında, yüreklerimizdeki o yüceliğe sığınırız...
Bir iki kelime ile o müthiş saçak altına koşarız:
“Tanrım bana yardım et...”
Korktuğumuzda sesleniriz...
Mutlu olduğumuzda mırıldanırız:
“Şükürler olsun...”
Yıkıldığımızda elimizden tutmasını isteriz...
Özlem duyduğumuzda kavuşturmasını...
Yazının Devamını Oku 20 Mayıs 2009
"ŞÜPHELİ..." "Sahtecilik..."
Bunlar Cumhurbaşkanı hakkında mahkeme kararında geçen sözcükler.
(......)
Aslında dava uzundu:
Genel Başkanları Erbakan "kayıp trilyon" davasından hapse mahkûm oldu. AKP’liler cezasını "evde" çekmesini sağladılar.
Ama Hoca yazlığa gidecekti...
"Yazlıkta da olur" dediler...
Bu güzel bir infaz şekliydi.
Yüzme havuzu yazlığın içinde olduğu için artık "Havuz başında da olur..." demelerine gerek görülmedi...
Ya aynı suçtan yargılanamayan Abdullah Gül?..
O bu arada Türkiye’nin "cumhurbaşkanı" olmuştu. Yani Hoca’sı mahkûm, kendisi cumhurbaşkanı...
Tuttu Hoca’yı affetti...
(......)
Ama hukuk bazen iyi işler.
Biliyorsunuz önceki gün yargı, "şüpheli" diye nitelendirdiği Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de öbür 70 kişi gibi "evrakta sahtecilikten" yargılanmasına karar verdi...
Ergenekon davasında rektörler, dekanlar, paşalar, kafalarına bastırılarak götürüldüklerinde "Yargıya müdahale etmemek lazım... Yargı kendi mecrasında işler..." diyen Cumhurbaşkanı buna çok kızdı...
Rektörler, dekanlar, paşalar kafalarına bastırılarak götürüldüğünde "Yargı işini yapacak takoz koyanlar var..." diyen Başbakan’ı aradı...
Başbakan da kızdı...
*
Şimdi ne olacak bilmiyoruz...
Bence iktidar, Erbakan için yeryüzünde ilk kez uygulanan o "havuzbaşı formülünü" uygulayabilir ve hemen toplanarak "Mahkumiyetini Cumhurbaşkanı olarak Çankaya’da çeker..." şeklinde bir karar alabilir.
Sonra ikinci aşama gelir:
Gül, kendi kendini affeder...
Olmaz diye bir şey yok...
*
Yoksa Cumhurbaşkanı’nız, yargı kararındaki tanımlama ile "şüpheli" olarak mı oturacak Çankaya’da?..
Bu olmaz...
Delik testi su tutmaz...
Yazının Devamını Oku 19 Mayıs 2009
TÜRKAN Hoca o yazımı çok sevmişti:<BR><BR>"Kadınlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde ’yetim-öksüz’ kalan çok olur. Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler...
Çekmecenin dibinde artık kimsesizdir eski tarak.
Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim kalmıştır tabaklar.
Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.
Sık sık boynunu büker ’sarıkız’.
Teki kalmış o eski bardağın anlamını bilen olmaz, değerini kimse anlayamaz krom hac tasının.
Balkon artık sessizdir.
Koridor kimsesiz.
(.......)
Bir kadın gittiğinde...
Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında; bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci...
Bir anne gider...
Bir dost...
Bir arkadaş...
Bir sevgili...
Ne çok kişi yok olur aslında, bir kadın gittiğinde..."
*
Oysa ben o yazımı sevmemiştim.
Çünkü bir kadın gittiğinde, aslında çok şey bırakıyordu arkada.
Bugün televizyonunuzu açıp bakın; bu kadar ifade, anlam, mesaj, söz... Bugün ağlayan o kendisi gibi binlerce yüz, kaç insan bırakabilir arkasında?..
Diyelim ki "çağdaş yaşam"ın anlamını bu topluma kim bu denli anlatabilmişti?.. Ya da içine düştüğümüz felaketin boyutlarını?..
*
Yine de o yazıyı sevmişti Türkan Hoca:
"...Hep böyle olur; bir kadın gittiğinde; övgüler, uyarılar, yakınmalar, dualar yetim kalır.
Kapı eşiğindeki ’Dikkat et...’ler duyulmaz, annesi gitmiştir ’geç kalma...’nın.
Kadınlar, arkalarında büyük boşluklar bırakarak giderler.
Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında. Ve bir kadın gittiğinde pek çok ’yetim’ bırakmıştır arkasında..."
Yazının Devamını Oku 17 Mayıs 2009
SABAH kapıdan çıktığınızda, iğde ağaçlarından yayılan o güzel kokuyu içinize çekmek için burnunuzu havaya kaldırsanız...
Balkonlardan-pencerelerden çiçekler sarksa başınıza...
Parkın önünden geçerken, köpekle oynayan çocuğa bakıp, kendi çocukluğunuzu hatırlasanız... İçinizden köpeğinizin adını özlemle geçirseniz...
Bir dahaki sefere parka girmeye ve o kavaklar arasındaki ahşap bankta biraz oturmaya karar verseniz...
O meşe ağacı hâlâ köşede olsa...
Bakkal selam verse, marangoz kamyonetten tahtaları taşırken gülümsese size... Ve siz ıslık çalıp, bahçelerden yola sarkmış ağaçların dallarına birer şaplak vurmak için zıplasanız...
İçinizden şöyle deseniz:
“Burası benim sokağım...”
* * *
Yazının Devamını Oku 16 Mayıs 2009
CUMHURBAŞKANI "Fırsatı kaçırmamak lazım" dedi ama "kaçırılmaması gereken fırsatın" ne olduğunu bir türlü söylemedi. Böylece ona inananlar bir şey kaçırmamamız gerektiğini biliyor ama neyi kaçırmamamız gerektiğini bilmiyorlar.
Bir haftadır gerek muhalefet, gerek aklı başında aydınlar, gerekse köşe yazarları "Neyi kaçırmamamız gerekiyor?" diye soruyorlar.
Cumhurbaşkanı’nın ağzını bıçak açmıyor.
Sessiz...
Üç olasılık var:
Bir; öyle kaçırmamamız gereken bir fırsat zaten yoktu...
İki; kendisi de bir şeyi kaçırmamamız gerektiğini biliyor ama bir tek neyi kaçırmamamız gerektiğini bilmiyor...
Üç; söylemeye utandı...
*
Ben en çok şu üçüncü şıktan şüpheleniyorum sanki...
Nitekim MHP lideri Devlet Bahçeli sordu:
"Hangi ihanete katkımız isteniyor?..."
............
Demek ki Devlet Bahçeli "kaçırmamamız gereken fırsatı" kestirdi:
PKK ile uzlaşarak, Apo’yu affederek, Kürtlerin özerklik istemlerini ve Kürt kimliğini Anayasa’ya koyarak yakalanacak müthiş bir fırsat...
Ama Devlet Bahçeli’ye göre:
"İhanet!.."
Devlet Bahçeli, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde eksik oyları tamamlayarak Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanlığına taşıyan kişidir.
Çok geç, ama çok önemli bir şey söylüyor:
"İhanet!.."
*
Devlet adamlığı böyle zamanlarda belli olur...
Yoksa şeref kıtasını selamlarken, kırmızı halının sağ çizgi hizasında yürüyüp ve yuvarlak halkanın ortasına gelince durup şöyle yana dönerek, "Merhaba asker!" demek değildir devlet adamlığı...
Zor iştir...
Öyle herkes devlet adamı olamaz...
Devlet adamı olmayan, işte böyle "Fırsatı kaçırmayalım" der... Ama "kaçırmamamız gereken fırsatın" ne olduğunu dahi söyleyemez toplumuna...
Ve kendisini oraya taşıyan velinimetine dahi o soruyu sordurur:
"Hangi ihanete katkımız isteniyor?.."
Ve devlet adamı susar...
Yazının Devamını Oku