Paylaş
Thomas Hammarberg 2006’dan bu yana, 47 üye ülkede insan haklarına saygının ve farkındalığın artırılmasına yönelik çalışmalardan sorumlu Avrupa Konseyi İnsan Hakları komiseri. Daha önce Uluslararası Af Örgütü genel sekreterliği ve BM İnsan Hakları Özel Temsilciliği yaptı, Uluslararası Olaf Palme Merkezi’nde çalıştı.
Hammarberg, mevcut görevinde bulunduğu yaklaşık altı yıl boyunca yazdığı farklı makalelerini derledi ve bir kitap haline getirdi. İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabın adı ‘Avrupa’da İnsan Hakları’. Yaşlı kıtada insan haklarının durumunu farklı başlıklar altında ele alan bir toplam.
“Avrupa’da insan haklarına dair siyasi retorik, gündelik gerçeklikten farklı. Hemen hemen her politikacı özgürlük ve adaletin korunmasından yana olduğunu söyler. İnsan hakları standartları konusunda Avrupa çapında ve uluslararası düzeyde mutabakata varılmıştır. Ancak bunlar istikrarlı olarak uygulanmaz. 47 devletin neredeyse tamamını ziyaret ettim. Gördüklerim ve duyduklarım sabrımı taşırdı” diyor.
TÜRKİYE’NİN KATKISI
Hammarberg’in sabrının taşmasına Türkiye’nin hatırı sayılır bir katkı sağladığı muhakkak. 300 küsur sayfalık kitapta Türkiye’nin özellikle adının geçtiği başlıklar basın özgürlüğü, Romanlar’ın yersizleştirilmesi, homofobi ve transfobi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle çocuk hakları. Hrant Dink suikasti, Sulukule’deki dönüşüm, iş olanağı tanınmayan transeksüellerin fuhuşa itilmesi, TBMM’deki kadın vekil sayısının azlığı, cezaevlerinde çocukların yetişkinlerle aynı koğuşa konmasıysa bu başlıklar altında değinilen özel örnekler.
Buraya diğer birkaç tespitini de aldım. Elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin, sabrını taşırmak için elimizden geleni yapmamış mıyız?
* Bazı hükümetler, insan haklarını diğer devletlere karşı bir propaganda malzemesi olarak kullanarak kusurlarını küçültür ya da örtbas eder.
* Zaman zaman hükümetteki politikacıların ve bazı medya organlarının, kendi ülkelerindeki kusurlar, üzerinde anlaşılmış insan hakları standartlarının uygulanmasını denetlemek üzere kurulmuş mekanizmalar tarafından ortaya çıkarıldığında, şiddetle itiraz ettikleri de olur. Ulusal gurur, gelişmeyi sağlayacak adımları düşünmeye yönelik açıklığı gölgede bırakır.
* Bugün Avrupa’da gazeteciler tehdit edilmekte ve hatta sadece işlerini yaptıkları için hapse atılmaktadır. Gazeteciliğin amacı iktidarı elinde tutanları hoşnut etmek ya da hükümetin sözcüsü olmak değildir. Medyanın, topluma bekçi köpekliği yapmak gibi önemli bir rolü vardır.
* Son yıllarda önde gelen araştırmacı gazeteciler sadece kaynaklarının korkup sessizliğe gömülmesi durumuyla karşı karşıya kalmamış, kendileri de en vahşi taciz ve hatta cinayetlerin kurbanı olmuşlardır.
Thomas Hammarberg, 10-14 Ekim 2011’de İstanbul, Diyarbakır ve Ankara’da incelemeler yaptı, yetkililerle görüştü. Hazırladığı rapor birkaç gün önce yayınlandı. Gözaltı ve tutukluluk sürelerinin uzunluğu, ciddi insan hakları ihlallerinin cezasız kalması, terörle mücadelede insan hakları ihlalleri ve yargı bağımsızlığı raporun ana çerçevesini oluşturuyor. Rapora göre yargıda reformlara rağmen ilerlenememesinin nedeni hakim ve savcıların devleti korumayı insan haklarını korumanın üstünde tutması. Terör tanımının genişliği de, komiseri endişelendirmiş.
Yılın kelimesi ne olsun
Amerikan Diyalekt Topluluğu, bu yıl da yılın kelimesini seçti. Yine üç kelime arasında yaşanan rekabette ipi göğüsleyen ‘occupy’ (işgal et) oldu. Diğer adaylar ‘yüzde 99’la ‘FOMO’ idi. FOMO bir kısaltma; sosyal medyadaki bilgilere boğulmaktan kaynaklı anksiyete anlamında kullanılıyor. ‘Occupy’ ise malum, ‘yüzde 99’u temsil ettiklerini söyleyen Wall Street işgalcilerinin sloganı. Eylül’de başlayan hareket ABD’nin birçok şehriyle birlikte; Londra, Madrid, Berlin ve Paris gibi Avrupa şehirlerine de yayılmış, Time Dergisi meçhul protestocuyu yılın kişisi seçip kapağına taşımıştı.
1889’da kurulan Amerikan Diyalekt Topluluğu, 1991’den beri yılın kelimesini seçiyor. New York Times, bu geleneği fenomen olarak ilan edeli çok oldu.
Bizde de böyle bir fenomen olsa ve yılın kelimesini seçsek, 2011’in şanslısı hangisi olurdu sizce? İşte adaylarım: Sehven, Stockholm Sendromu, soykırım, tutukluluk, gözaltı, ileri demokrasi, dokunmak, yanmak, cemaat...
İstanbul ve Ankara da barış dilediğinde...
Çorap markası Penti, Türkiye genelinde ‘Dilek Ağacı’ projesi gerçekleştirmiş ve ağaca bağlanan 512 bin dilekten bir harita çıkarmıştı. Buna göre İstanbul, Ankara, Bursa, Eskişehir, Adana ve Antalya’da en çok aşk, İzmir’de para, Van, Hakkari, Şırnak, Bitlis, Batman, Diyarbakır, Elazığ ve Manisa’da ise barış dilenmişti. Yüzdelere bakıldığında aşk, 29 puanla birinci. Ardından yüzde 27 ile para, yüzde 21 ile sağlık, 9.5 ile eğitim, 8.5 ile iş ve son olarak yüzde 5 oranla barış geliyor.
Umarım yüzde 29’cular ‘savaşma seviş’ sloganını şiar edinmiştir de aşk dilemiştir. Aşkı küçümsüyor değilim ama barışı ummak ülkenin doğusuna dair olmamalı. Çünkü ancak İstanbul ve Ankara da barış dilediğinde barışın bir şansı olabilir.
Paylaş