Paylaş
Kuruluş manifestolarının son kısmından: “Deneme aşamasındadır ve hep deneme aşamasında olmayı tercih eder. ‘Dansçı-oyuncu-tiyatrocu-müzisyen-video...’ Çok amaçlı bir yapı oluşturmayı düşlemektedir. İlhan Berk’in ‘Çıplak Ayak’ şiirinde dediği gibi ‘bir düş ülke’dir ya da bu ‘düş ülkeyi’ arar...” Bu manifestoyu kaleme almalarının ardından tam 20 sene geçmiş. 2003’te, Beyoğlu’nda kurulan bu ‘düş ülke’ bir çağdaş dans topluluğu olan Çıplak Ayaklar Kumpanyası (ÇAK). O günden beri, takipte olanların pek iyi bildiği üzere, ‘deneme aşamasının’ keşif ve imkân dolu yolundan hiç sapmadılar. Sahneledikleri her işte, seyircinin önünde türlü türlü düşler kurdular, kurdurdular. Bireyin iç dünyasındaki karmaşık alana dalıp çıktıklarını, memleket ahvaline dair sözlerini sakınmadan, özgün hareket dilleriyle önümüze serdiklerini gördük her seferinde. Bedenlerine kimi zaman geniş bir naylon parçası eşlik etti, kimi zaman gündelik hayattan objeler ve yine o objelerle ürettikleri müzikler...
‘Taşıdıklarımız’ ÇAK’ın son dönem işlerinden. Geçen sene Bergama Tiyatro Festivali’nde, kentin en etkileyici alanlarından Asklepion Antik Kenti’nde gerçekleşen ilk gösteriminde oyunu izleme şansı bulmuştum. Bergama’nın tepesindeydik, güneş üzerimize batarken, toprak zeminde iki dansçı/oyuncu, Leyla Postalcıoğlu ile Mihran Tomasyan ve bir müzisyen/ oyuncu Berke Can Özcan, az sonra neler olacağını hiç tahmin edemeyeceğimiz yepyeni bir düş alanı inşa etmeye başlamıştı.ÇAK’ın her izleyenin ayrı bir hikâye duyacağı işlerinden biri.
Leyla Postalcıoğlu ile Mihran Tomasyan aklınıza gelebilecek/ gelmeyecek türlü türlü objeyi bedenlerine yüklendikleri (ya da giydikleri demeli) bir performansla karşımızdaydı. Bir hayatı, bir evi, doğumdan ölüme bir yolculuğu düşünürken ne gibi objeler, şeyler geçer aklınızdan? Bir pervane mesela, içi bakliyat dolu plastik kavanozlar, kitaplar, ipler, borular, dantel örtüler, kasklar, iş eldivenleri, PVC borular, uzun saplı fırçalar, fileden bir saksı, ahşap parçalar... Yanı başlarında performansa eşlik eden müzik de Berke Can Özcan’ın kendi inşa ettiği bir müzik sistemi. Özcan sakladığı, biriktirdiği objelerle dansçılar için müzik üretiyor. Dansçılar ‘taşıdıkları’nı yüklenmeye başladıkça dengeler kaybolabiliyor. Düşüyor, kalkıyor, devam ediyorlar, ‘giyinmeye’, ‘yüklenmeye’ ve ‘taşımaya’...
Topluluğun, Francisco Camacho’nun sanat yönetiminde yarattığı ‘Taşıdıklarımız’ her izleyene başka türden bir nefes aldırıyor. İçim sıkışarak, kendi yolculuğumu, sıkış tepiş evimi ama aslında sıkış tepiş hayatımı, yüklerimi yutkuna yutkuna anımsayarak izledim o akşam. Bambaşka bir zaman ve mekânda bir daha izlesem, neler geçecek içimden bilmiyorum. Finalde de tuhaf bir sadeleşme ve sakinleşme hissi kalıyor.
Kopamadıklarımız
Bir yerden bir yere gitmeyi, bağlı ve bağımlı olduklarımızı, anılarımızı, kopamadıklarımızı, fiziken üstümüzde başımızda, evimizde taşıdıklarımızı ama bir de birike birike içimizde topaklananları, belki göçebeliği, köklerimizi, bir yere ait olma ihtiyacımızı... Sahip olduklarımızın, sahip olmayı arzuladıklarımızın gerçekten bize ait, bizim istediğimiz şeyler olup olmadığını... Bütün bunlarla birlikte büyümekte ve yorulmaktayken düştüğümüz komik halleri de görselleştiriyor ‘Taşıdıklarımız’. ÇAK’ın ‘deneyerek’ anlattığı, en çarpıcı ve her izleyenin ayrı bir hikâye duyacağı işlerinden biri.
SAHNEDE BUNLAR DA VAR
BİR BABA HAMLET
Baba Sahne
İki beceriksiz kafadar, Shakespeare’in ‘Hamlet’ini sahneye koymaya kalkar ve olaylar çok tuhaf yerlere gider... Sebastian Seidel imzalı güldürü, halk tiyatrosu geleneğine selam çakarak, taşlama hattından hiç sapmayarak ve hem sözel hem bedensel diliyle açık bir şekilde ‘tribünlere oynayarak’ seyirciyi kahkahalara boğuyor. Şevket Çoruh ve Günay Karacaoğlu’nun yetkin oyunculuklarıyla... Ve olaylar elbette çok uzak bir yerlerde geçiyor. 31 Temmuz Pazartesi ve 1 Ağustos Salı, 21.00’de İzmir, Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu’nda.
DELİ BAYRAMI
DasDas
Devekuşu Kabare klasiği ‘Deliler’in Metin Akpınar süpervizörlüğündeki DasDas yorumu, seyirciye hem sıkı bir nostalji duygusu yaşatıyor hem çokça güldürüyor. Bir yandan da 1987’den beri buralarda değişen pek bir şey olmadığını bir kez daha bize hatırlatıyor. Mert Fırat, Didem Balçın, Volkan Yosunlu, Ayşegül Cengiz ve Alper Baytekin’li kadro kendilerine eşlik eden genç oyuncularla birlikte ‘ensemble’ ruhunu dengelemeyi başarmış. 2 Ağustos Çarşamba, 21.00’de KüçükÇiftlik Park’ta.
TEK KULLANIMLIK HİKÂYE
Kumbaracı50
Sıradan bir mahalle, üç sıradan adam, sıradan dertler... Volkan Çıkıntıoğlu gündelik, basit ama içi dolu bir dille, herkesi sarıp sarmalayacak bir tonla, hiç de basit bir mevzu olmayan ‘iklim krizi’ni ele alıyor. Gülhan Kadim’in rejisiyle, Kumbaracı50’nin deposundaki atıl malzemeler kullanılarak tasarlanan oyun Meriç Rakalar başta olmak üzere Murat Kapu ve İsmail Sarı’nın maharetli oyunculuklarıyla çok eğlenceli bir hikâye anlatıcılığı örneğine dönüşmüş. 3 Ağustos Perşembe, 21.00’de KüçükÇiftlik Park’ta.
Paylaş