GECELERİ DE SOKAKLARI DA MEYDANLARI DA...
‘NORA2’/BAHÇEGALATA
Henrik Ibsen’in ‘Nora’sı ‘feminist bilinçlenmesini’ yaşayıp evini, kocasını ve çocuklarını terk ettiğinde 1800’lerin dünyasında yaşıyordu. Bu kurmaca karaktere, Lucas Hnath eliyle bir ‘devam hikâyesi’ yazılmıştı. ‘Nora2’, Nora’yı kapıyı çarpıp çıktıktan 15 sene sonra bir zamanlar evi olan yere döndürüyor. Böylece seyirci de aradan geçen sürede bu cesur kadının kendine ait bir hayatı nasıl kurduğunu öğreniyor; geride bıraktığı kocası, kızı ve evlilik müessesesiyle hesaplaşmasına tanık oluyor. Saim Güveloğlu’nun yönetiminde Tülin Özen, Nihal Geyran Koldaş, Zeynep Çötelioğlu ve Tansu Biçer’in izlemesi çok keyifli, başarılı performanslarıyla... Yarın 20.30’da Alan Kadıköy’de.
Kadın cinayetleri politiktir
‘KÜVETTEKİ GELİNLER’/TATBİKAT SAHNESİ
KADIN HAKLARI İÇİN...
UYANDIĞIMDA SESİM YOKTU/BU YAPIM: Açık bir şekilde baskı gören, örtülü bir baskının içinde kendini bulan, toplumun ona dayattıklarından dolayı kendini ifade edemeyen, sesleri kısılmış, hırpalanmış, hatta canice öldürülmüş kadınların hakları için yazılmış bir başkaldırı oyunu... Kadının kendi gücünü hatırlaması, ayakta durabilmesi ve özgürce kendini ifade edebilmesi için kadınların sesi olmaya niyetlenen oyun, Amy Nostbakken ile Norah Sadava’nın kaleminden çıkmış. Burcu Görek ile Dilara Gül’ün rol aldığı ‘Uyandığımda Sesim Yoktu’ seyirciyi çağdaş feminizmin çelişkileri üzerine de düşünmeye çağırıyor.
7 Mart Salı, 20.30’da Caddebostan Kültür Merkezi’nde.
Afet Platformu’ndaki sivil toplum kuruluşlarından birinin üyesi
ya da gönüllüsü olan seyirciler #sahnedendayanışma kontenjanına başvurup oyuna misafir olabilecek.
HAYATIN YÜCELİĞİNE OLAN İNANÇ…
Ataşehir’deki DasDas, İhtiyaç Haritası’nın dayanışma merkezine dönüştü. Moda Sahnesi, üst komşusu Türkiye İşçi Parti’sinde hazırlanan kolilerin depolandığı bir üsse çevrildi. Şehir Tiyatroları’nın terzileri afetzedelere giysi üretmeye başladı. Depremden birkaç saat önce söyleşi yaptığım oyuncu arkadaşlarımla; ikinci gün, belediyenin yardım merkezinde malzeme ayrıştırıp koli taşıyorduk. Toplumun her kesiminden olduğu gibi tiyatrocular da 6 Şubat’tan beri ya afet alanında ya da bulundukları kentlerdeki dayanışma organizasyonlarında.
6 Şubat 2023’ten sonra Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Tek bildiğimiz bilimin ve dayanışmanın gücüyle ayakta durmak zorunda olduğumuz.
Tiyatrolar şimdi oyunlarıyla, başımıza gelen felaketlerin müsebbiplerine söyleyecekleri sözleriyle sahnelere dönüyor. Tiyatro Kooperatifi’nin dayanışma çağrısına katılan topluluklar, oyun gelirlerini deprem bölgesiyle paylaşacak.
#SahnedenDayanışma çağrısına dahil olmak isteyen seyirciler için küçük bir seçki hazırladık.
Çarpıcı performans
‘GOMİDAS’, YOLCU TİYATRO
İnsanlar suçlanır. Zindanlara hapsedilir. Öldürülür. Linç edilir. Baskıcı iktidarların hüküm sürdüğü herhangi bir zaman ve yerde bunlar tekrar tekrar yaşanır. Tarih haksız yere ömrü çürütülmüş insanlarla doludur. Ama hakikate hiçbir şey olmaz. Öyle mıh gibi durur, sonsuza dek. Hakikati hiçbir baskı öldüremez.
Amerikalı büyük tiyatro yazarı Arthur Miller’ın kült eseri ‘Cadı Kazanı’nın İstanbul Şehir Tiyatroları’ndaki -bu çarpıcı eser Şehir Tiyatroları tarihinde ilk kez sahneleniyor- gösteriminden çıktığımda aklımda bu cümleler dolanıyordu. O esnada bir grup seyirci akademide yaşadıkları ‘cadı avı’ndan, nasıl suçlanıp mesleklerini kaybettiklerinden bahsediyordu.
‘Cadı Kazanı’ndaki tüyler ürpertici olaylar her ne kadar 1692 senesinin Salem kasabasında geçse de Miller’ın oyunu 1950’ler ABD’sindeki ‘komünist avı’nın alegorisidir. Aralarında Miller’ın da olduğu çok sayıda sanatçıya ‘komünizm suçlamasıyla’ yaşatılan zulüm, Salem’de ‘cadılıkla’ suçlanıp asılan insanlara yapılanları andırır. Sistematik yalnızlaştırmayı, kara listeye alınmayı, arkadaşlarını ihbar etmeyi, ‘itirafa’ zorlanmayı içeren bir iklim yaratılmıştır. Aslında ‘Cadı Kazanı’ tüm zamanların ‘cadı avları’nın alegorisidir.
Oyun şüphesiz Şehir Tiyatroları’nın bu sezonki en iddialı işi. 19 oyuncunun rol aldığı bu heybetli yapımı Yiğit Sertdemir yönetiyor. Sahneleri ilerledikçe tüyleri ürpertme dozu artan bu sert oyunu tablo tablo işlemiş Sertdemir.
Ormanda dans eden kızların ‘şeytana ruh topladıkları’ şüphesinin dalga dalga yayılmasıyla başlar hikâye. Kiliseye bağlılığın en büyük gereklilik olarak görüldüğü bir toplumda başlarına gelecekten korkan genç kadınlar ‘çareyi’ cadılık suçlamasını başkalarına atmakta bulur. Kasabanın papazı, dışarıdan gelen ‘şeytan kovma uzmanı’ papaz, kurulan mahkeme derken yüzlerce insanın hapsedildiği, onlarcasının idama mahkûm edildiği günler başlar. İtiraf etmeyenlerin asılması an meselesidir. Hikâyenin odağındaysa idam kararına rağmen hakikatinden sapmayan çiftçi Proctor vardır. Salem’de başa ‘iftira’ geçmiştir ama Proctor ‘kendi vicdanını günaha sokacaklardan’ değildir...
BİRİ VE BİRİSİ VIVUSART (BEŞ ÜZERİNDEN ÜÇ YILDIZ)
Yazan: Martin Heckmanns
Yöneten: Volkan Yosunlu
Oyuncular: Banu İncedere, Kadir Burak Baydar, Merve Başel, Tunahan Çilingir
Süre: 65 dakika
Ne zaman, nerede: 25 Şubat Cumartesi 20.00’de, 26 Şubat Pazar 16.30’da DasDas’ta.
Bilet fiyatları: 120 ve 150 lira
Sarı Sandalye, Galatasaray Üniversitesi Tiyatro Topluluğu kökenli bir ekip. Üniversite tiyatrosu ruhunu ‘Kral Übü’nün her anında hissettim. Kült bir metne ince eleyip sık dokunarak yapılmış bir dramaturji, ekip içi uyumu sergileyen bir kolektif performans ve parıldayan reji fikirleri... Kaotik, şaşaalı, döngüsel bir hareketle süren, oyunculardan yüksek performans, seyirciden pür bir dikkat isteyen ‘Kral Übü’ ilaç gibi geldi.
19’uncu yüzyılda yaşamış Fransız yazar Alfred Jarry absürt tiyatronun ‘kurucu babası’ kabul edilir. Türün ‘büyükleri’ Samuel Beckett ve Eugene Ionesco’nun da ‘Jarry’nin paltosundan çıktığı’ düşünülür. ‘Kral Übü’yse ‘Macbeth’in paltosundan çıkmıştır. Ya da ‘tacından’... Neticede, uğruna kanlar boca edilen ‘taç’tan, sınırsız güç arzusundan doğar ‘Übü’ler...
‘Kral Übü’, Polonya kralının süvari birliğinin başındayken ‘Übü Ana’nın kışkırtmaları eşliğinde ‘iktidarı’ ele geçiren kaba saba, cahil, doyumsuz, zalim ‘Übü Baba’nın öyküsüdür. Shakespeare’in benzer ihtirasların peşindeki karakterlerine göndermeler içerir.
Eğlence garantili
‘Cimri’-Tiyatro BeReZe: Sezonun yenilerinden. Molière’in klasiği ‘Cimri’ye klasik ötesi bir yorum.
Küçük kadrolu, yaratıcı işlerini takibe bayıldığımız BeReZe’nin en kalabalık kadrolu oyunu olarak (sahnede iki müzisyenle birlikte 11 performansçı var) dikkatimizi çekmesi bir yana, Molière’in komedi özünün hakkını veren bir iş. Metni kısaltarak ele alan ekip, oyundaki aşk hikâyesinin içine kuir bir yorum yerleştirmiş. Ekip bu kez, BeReZe’nin Tophane’de bulunan kendi mekânının hemen her köşesini oyun alanına çevirmiş. Sahne arkasından ışık odasına, perde arkasından sahne altına her yerde dolanan bir ‘Cimri’ bu! Enerjisi yüksek performanslarla eğlence garantili…
Bu akşam 20.30’da BeReZe Gösteri Evi’nde.
Ferhan Şensoy’dan miras oyun
‘Şahları da Vururlar’-Ortaoyuncular:
Sahnenin merkezinde şık bir şekilde donatılmış yuvarlak yemek masası ve altı sandalye... Sahneyi dolduran 90’lar Türkçe popundan şarkılar... Ritmi, neşesi yüksek bir oyuna geldiğimizin sinyallerini veriyor. Oyunun ismiyle duyurduğu üzere ‘yıllar sonra’ bir araya gelen bir grup lise arkadaşının ev partisindeyiz.
Oyun güncel, politik jestler ve esprilerle gece boyunca izleyiciyi dürtüyor.
Evli çift Zeynep’le Kemal’in evinde toplandıklarını öğreneceğiz az sonra. İkilinin arasındaki gerilim oyun ilerledikçe kendini daha çok belli edecek. Ceyda’nın boşanmış, özgür bir yol tutturmuş başarılı bir işkadını olduğunu, Ali’nin ölçülü bir banka çalışanı olduğunu göreceğiz. Lise ve üniversite yıllarını ‘eski Türkiye’de geçirmiş, her şeyi ‘doğru yapmış’, çalışarak, emek vererek, sistemin onlara hak verdiği kadarını kazanarak yaşamlarını idame ettiren dört eski arkadaş karşımızdaki. Bir araya geldikleri bu akşamda kâh geçmişi anarak, kâh nostaljik şarkılarla eğlenerek, kâh güncel meseleleri tartışarak ‘seviyeli’ bir buluşma geçirmektedirler. ‘Sıkıcı’ olduklarını söylemek yanlış olmaz ki burada bir nevi içerik/biçim uyumu da söz konusu. Zira ilk sahnelerde oyuncular da tutuk, seyirciye de birbirlerine de mesafeliler.
Ta ki geceye bir başka eski arkadaş, ‘istenmeyen misafir’ Mithat Kara ile onun yarı yaşındaki eski asistanı, yeni eşi Esin dahil olana kadar... Mithat karakteri ve bu karakteri üstlenen oyuncu Gökay Müftüoğlu oyunun ortasına elinde bir ‘ses bombası’yla; günümüzden patlattığı bir şarkıyla, gerçekten de bomba gibi düşer. Akabinde de Mithat’ın ‘patlattığı’ bombanın tesiriyle dallanıp budaklanacaktır bu beş eski arkadaşın hikâyesi...
Sistem adamı Mithat
Mithat ilk dörtlünün aksine yeni Türkiye’de yolunu bulmuş bir profildir: Parayla ilişkisi, muhafazakâr değerlere uyumu, kadınlara bakışıyla tam bir sistem adamıdır. Lümpen tavırlarının lise yıllarına kadar uzandığını kendisine gösterilen ‘ilgisizlikten’ anlarız.
Hüseyin Alp Tahmaz imzalı oyun, bir grup eski arkadaşın sırları, o güne dek açık açık konuşulmamış girift ilişkileri, vicdan yükleri gibi temaları ele alırken yer yer yerli melodram tadında aksa da dikkati merkezde tutmayı başarıyor. Emrah Eren oyuncu yönetiminde de rejide de ustaca bir iş çıkarmış. Mithat’ın girişiyle hareketlenen gece boyunca güncel ve politik göndermeler, jestler, esprilerle de seyirciyi dürtüyor oyun.