Bahar Çuhadar

Şahika Tekand’dan hayata güçlü bir müdahale

23 Kasım 2019
Studio Oyuncuları’nın yeni oyunu ‘Io’, “Tragedyalar bugün bize ne söyler” sorusuna iddialı bir yanıt. Kendisine âşık Zeus’la birlikte olan Io, Zeus’un karısı Hera tarafından cezalandırılarak ineğe dönüştürülür ve...

Şahika Tekand ve kurucusu olduğu Studio Oyuncuları geçen hafta 23. İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyer yaptıkları ‘Io’ ile sadece festivale çok güçlü bir açılış yapmakla kalmadı, aynı zamanda “Tragedyalar bugün bize ne söyler” sorusuna iddialı bir yanıt verdiler.
‘Io’, Tekand’ın kaleme aldığı, özgün bir tragedya metni olarak da tiyatro yazınına büyük bir katkı. Tabiri caizse ‘sıfır kilometre’ bir tragedya. Mitolojinin ‘görünmez kılınmış’ kadın karakteri Io’nun hikâyesinde Tekand’ın açtığı yeni bir hat. Zeus üzerinden iktidarla, güçle, ataerkiyle bir hesaplaşma çabası.
Her açıdan ‘yok oluş’a sürüklenmekte olan günümüz dünyası insanını ‘akla, eleştirel düşünceye’ davet. ‘Kader’in mutlak olmadığına, insanın aklını kullanarak gücü ele alabileceğine dair bir hatırlatma. Tiyatro yolculuğunda 30 seneyi deviren Şahika Tekand’ın özgün ‘oyun’ anlayışına (kendi deyişiyle ‘game konsepti’), bir kere daha hayranlıkla karışık bir merak ve saygıyla bakmamıza vesile olan bir iş...
Kendisine âşık Zeus’la birlikte olan Io, Zeus’un karısı Hera tarafından cezalandırılarak ineğe dönüştürülür. Acısının katmerlenmesi için bir de kene musallat eder Hera, Io’ya.
Kıtadan kıtaya gezmek zorunda bırakılan Io’nun öyküsünü temel alıyor oyun. Şahika Tekand, üzerine bağımsız bir tragedya yazılmaya ‘değer görülmemiş’ Io’nun, insanlığa gerçekleri söylemek üzere dönüşünü kurguluyor.

Zeus korkuyor!

Yazının Devamını Oku

Herkese Kumbaracı 50 ilhamı... 20 senedir gözümüz saat 6’da!

17 Kasım 2019
25 sene önce İTÜ’deki seçmeli tiyatro dersinde buluşan mimarlık ve mühendislik öğrencileri bugün ‘Altıdan Sonra Tiyatro’ ekibi olarak 20’nci yaşlarını kutluyor. Bunca yıldır 6’dan önce kurumsal mesailerini yürütüp 6’dan sonra oyun sahneleyen çekirdek kadronun, Türkiye bağımsız tiyatro sahnesinin önde gelen topluluklarından biri oluşunun hikâyesine buyurun...


Ekibin bu sezon sahnelediği yeni oyun ‘Hayalet Kumpanya’dan...

Bundan 25 sene önceye gidip İstanbul Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) okuyan mimarlık ve mühendislik öğrencilerinin seçmeli tiyatro dersine girip “Siz 2000’lerde Türkiye’de bağımsız tiyatro denince akla ilk gelen topluluklardan olacaksınız. Üstelik mühendisler, mimarlar, akademisyenler olarak yapacaksınız bunu. 50’den fazla ödül alacaksınız. Bu ekip 20’nci senesini görecek” deseydik... Ne derlerdi acaba?

1990’ların ikinci yarısında ‘İTÜ Güzel Sanatlar Tiyatro Topluluğu’ olarak, Bora Seçkin yönetiminde tiyatro dersleri alıp oyunlar çıkaran bu ‘teknik öğrenciler’ 1999’da ‘Altıdan Sonra Tiyatro’ adıyla, o vakit çok da kalabalık olmayan İstanbul tiyatro atmosferine bırakmıştı kendini.

20 senede okullar, kariyerler, evlilikler, dünyaya gelen çocuklarla ‘bildiğimiz türde’ hayatlar sürerken, bu 12 isim, akşamları 6’dan sonra bir araya gelip tiyatro yapmaya devam etti. Ailelerin “Bitmedi mi bu merak” sorusu yanıtsız kaldı. Ya da daha doğrusu, 20 yıla yayılan kolektif bir yanıt inşa ettiler: Altıdan Sonra Tiyatro, Türkiye sahnelerinin en üretken ve güçlü yapılarından biri olarak şimdi 20’nci yaşını kutluyor.

55 bin Kumbaracı50’nin 10 senede ulaştığı seyirci sayısı

2009’da Beyoğlu Kumbaracı Yokuşu’nda açtıkları Kumbaracı50, semtteki dönüşüme direnen iki özel tiyatro mekânından biri olarak yüzlerce oyuna ev sahipliği yaptı, yapıyor. Repertuvar oyunları ‘OBEB’, ‘Öldün, Duydun mu?’ gibi işler de dahil olmak üzere sezonda ortalama beş yeni oyunla seyirciyle buluşuyorlar.

Ve evet, bugün 10 kişi olan çekirdek ekip hâlâ gündüz kurumsal, akşam tiyatro mesailerini yapıyor. Ve hayır, hâlâ tiyatrodan para kazanmaları gibi bir şey söz konusu değil. Tersi var ama...

Yazının Devamını Oku

Şimdi o elindeki ‘vicdan’ı yavaşça yere bırak...

9 Kasım 2019
Hipokrat, her birimizin vicdanlarımızı yarıştırdığı bugünlerde, “Başına gelene kadar bilemezsin!” diyen, korunaklı hayatlarımızı iğneleyen bir oyun. Geneline yayılan pürüzlerin ayıklanmasıyla çok daha çarpıcı bir işe dönüşme potansiyeli var...

İzlemeden önce okuma şansına sahip olup, “keskin, net, kısa ama ritmik ve son derece güncel” bir yerli metinle tanıştığıma heyecanlandığım bir oyundu ‘Hipokrat’. Erdi Işık, her birimizin -en çok da sosyal medyada- ‘duyarlılıklarımızı ve vicdanlarımızı’ yarıştırdığı bugünlerde, “Başına gelene kadar bilemezsin!” diyen, korunaklı hayatlarımızı iğneleyen bir metin yazmıştı. Biri kadın, biri erkek iki parlak cerrahın birer gecede yaşadıklarını hikâye ederek... En iyi okullarda okumuş, bütün sınavlardan derecelerle çıkmış, dilediklerince yaşayabilen, iyi, adil, vicdanlı, ötekilere karşı duyarlı, trafik kurallarına bile uyan iki ‘düzgün’ vatandaş, toplumda kabul ve saygı gören iki insan...

Yemin ettim bir kere!
Cerrahlar Yeşim ve Furkan’la kendileriyle baş başa kaldıkları kısa bir zaman diliminde karşılaşıyoruz Her ikisinin de eylemleriyle, zihinlerinden, kalplerinden geçenle, korkuları, olduklarını düşündükleri kişi ve aslında gerçekten oldukları kişiyle -bol panik halinde- yüzleşmek durumunda kaldıkları bir gecelerine ortak oluyoruz. Furkan icapçı olduğu bir yılbaşı gecesinde, partiden erkenden ayrılıp hastaneye gitmek zorunda kalmıştır. Yeşim ise büyük umutlarla buluştuğu sevgili adayı onu hayal kırıklığına uğratınca, geceyi erken sonlandırmak için bir bahaneyle kendisini çalıştığı hastaneye atmıştır. İkisini de bekleyen acil birer ameliyat vardır... İkisinin de apar topar girdikleri ameliyatları ‘başarısızlıkla’ sonuçlanmış, ikisi de kendisini tuvalete kilitlemiştir. Furkan, yılbaşı gecesi araba çarpan Suriyeli çocukla, Yeşim de düğün gecesi kendisinden yaşça çok küçük karısı tarafından bıçaklanarak öldürülen Ahmet’le, ‘Hipokrat yemini’ne sadık kalarak, tüm önyargılarını geride bırakarak ilgilenmeyi başarmış mıdır?
Yer yer ritm sorunu var
İki cerrahın hikâyesini, kendilerine ayrılan alanda, eşzamanlı bir akışla, Kayhan Berkin’in yönetiminde izliyoruz. Kâğıt üzerinde beni heyecanlandıran metni, oyun boyu aynı heyecanla takip edemediğimi üzülerek söylemeliyim. Oyunu, beni hayal kırıklığına uğratan şeyi çözmeye çalışarak izledim. Duvarlarından klozet oturağına tüm sahne tasarımında kullanılan tuvalet kâğıdı ruloları güzel fikir belki ama oyuncuların en ufak hareketiyle rulo yığınlarının sarsılmasının önüne geçilseydi... Işık tasarımı yapılırken (oyunu gördüğüm) Toy İstanbul’un seyir alanından sahneye tam hâkim olmamamın sebep olduğu sıkıntılı oturma pozisyonu biraz daha dikkate alınsaydı... Oyuncular Canan Ergüder ve Kenan Ece tek tek anlatının pek çok anında iyi işler çıkarmalarına rağmen hem genele yayılan dağınık ritm hem de yer yer iki oyuncu arasındaki belirgin ritm sorunu söz konusu olmasaydı... Tuvalet kabini tasarımında bazı detaylar gerçekten kullanılırken kapı, lavabo gibi detaylar için pantomime başvurulmasa ve reji bütünlüğü bozulmasaydı... Neden gerek duyulduğunu gerçekten hiç anlamadığım ‘Suriyeli çocuk hayaleti’ sahnede birden ‘korkuluk’ gibi belirmeseydi... İronisi, eleştirisi ve iyi performanslarıyla çok daha tamamlanmış, kendinden emin duran bir oyun izlemiş olduğumu hissedecektim.
Oyuna yayılan bu pürüzler; kanımca çok daha eğlenceli, dinamik ve kendi halimize de bakmaya vesile olacak güçlü bir oyun adayı ‘Hipokrat’ı bir parça zayıflatmış. Rejinin ve sahne tasarımının gözden geçirilip, iki ayrı oyunun birbirine iyice geçip bütünleşeceği bir versiyonla, çok daha çarpıcı bir işe dönüşmesine hiçbir mani yok elbette...

Yazının Devamını Oku

Karnında ateş, üstünde sadece ‘çölün gözü’: Dansöz

26 Ekim 2019
Şâmil Yılmaz’ın yazıp yönettiği, Sezen Keser’in tek kişilik performansıyla vücut bulmuş ‘Dansöz’ sezona hayli çarpıcı bir başlangıç. Salt bir ‘dansöz’ hikâyesi değil; aynı zamanda ‘bakmak’ üzerine küçük bir manifesto girişimi.

Sokağın hikâyesini hem sert hem ince bir gözle yazıp sahneye taşıyan; sokağın dilini dünya dertleriyle, insanlık arazlarımızla birbirine karıp “Durum özetle bu” der gibi önümüze koyan bir yazar. Şâmil Yılmaz. Topluluğu Mek’an Sahne’yle yine Ankara sokaklarından, bu kez Ankara pavyonlarından bir hikâye anlatıyorlar.
Dansöz Meryem, dans tutkusu karnında ateş olup parmak uçlarından atmosfere yayılmış, dans etmezse, ama ille de kendi bildiği, ‘Hayfa’sının ona senelerce bellettiği gibi dans etmezse ölüp gidecek gencecik bir kadın. O ‘sesi’ ilk duyduğu anda girmiş kanına dans tutkusu, belli ki onunla doğmuş zaten. Onun için doğmuş ya da...
Danstaki kadim bilgelik
Ankara’da, pavyon şarkıcısı annesiyle yaşadığı ‘kondu’sunda kendi kendine ettiği danslar ne bedenine ne evin içine sığar olunca dışarı taşıyor. Ta ki ona dansın özünü, kadınların dansındaki kadim bilgeliği, “çölün gözünün altında”, “tek Allah’ın nazarı üstündeymiş gibi” oynamayı öğreten Mısırlı dansöz Hayfa ile tanışana kadar... Meryem’in bir Ankara pavyonunda dans etmeye başladığı; annesi, sevdiği Murat, patronu İhsan’la çevrelenen ‘yeni dünyası’nda dans da değişiyor, Meryem de...
Şâmil Yılmaz’ın yazıp yönettiği, Sezen Keser’in tek kişilik performansıyla vücut bulmuş ‘Dansöz’ sezona hayli çarpıcı bir başlangıç. Salt bir ‘dansöz’ hikâyesi değil; aynı zamanda ‘bakmak’ üzerine küçük bir manifesto girişimi.
Bakma biçimlerimiz, gördüğümüz/göremediğimiz mahrem alanın sınırları, bakışlarla kurulabilen iktidar ve baskı üzerine; ‘seyir’ kısmındaki bizi düşündüren, hayır, doğrusu ‘hissettiren’ bir iş. ‘Erk’in kadınla, hayvanla, kendinden ‘zayıf’ olduğu yanılsamasıyla baktığı tüm öteki varlıklarla ezelden beri kurduğu tahakküm ilişkisine de sert bir zarafetle sözünü söyleyen bir anlatı ‘Dansöz’.
Tüm bunları hiç de arabesk kolaylığına kaçılmadan yazılmış bir hikâye, hikâyeyi sağlam şekilde saran bir dramaturgi (Ozan Utku Akgün) ve Sezen Keser’in sözlerinden çok bedeni ve bakışlarıyla etkili bir şekilde sahnelediği performansına borçlu.

Yazının Devamını Oku

Sevmeyi, şiiri, müziği, hayal etmeyi kimden öğrendin kız Dirmit!

29 Haziran 2019
Latife Tekin’in aynı adlı romanından; ince ince çalışılarak uyarlanmış bir tek kişilik iş: ‘Sevgili Arsız Ölüm/Dirmit’. Sezonu kapatmak için eşsiz bir seçenek.

Sevgili Arsız Ölüm/Dirmit
Tiyatro Hemhal Yazan: Latife Tekin
Uyarlayan: Nezaket Erden, Hakan Emre Ünal
Yöneten: Hakan Emre Ünal Oyuncu: Nezaket Erden
Süre: 80 dk. Bilet Fiyatları: Öğrenci 35, tam 45 TL.
Ne zaman, nerede: 6 Temmuz Cumartesi, 20.30’da Moda Sahnesi.


Yazının Devamını Oku

Anlatı distopik, atmosfer saykodelik!

18 Mayıs 2019
Tiyatro D22’nin ‘Hakikat, Elbet Bir Gün’ü ‘şirazesinden çıkmış’ bir memlekette olanları resmediyor.

HAKİKAT, ELBET BİR GÜN (BEŞ ÜZERİNDEN DÖRT YILDIZ)

TİYATRO D22

Yazan: Berkay Ateş

Yöneten: Serkan Salihoğlu

Oyuncular: Gizem Erdem, Seda Türkmen, Berkay Ateş, Can Kulan, Emir Çubukçu

Süre: 110 dakika

Bilet fiyatı: Tam 60, öğrenci 40 TL

Ne zaman, nerede:

Yazının Devamını Oku

Sahnedeki özgürlüğün kurumsal hayatta karşılığı yok

11 Mayıs 2019
Jeofizik mühendisi Esra Bağışgil dört sene öncesine kadar bir akaryakıt şirketinde yöneticiydi. Bugün, Gary Owen imzalı, çağın acımasızlığını keş genç kadın Epphie’nin hikâyesiyle anlatan ‘Iphigenia’ adlı tek kişilik oyunla sahnede... Tiyatroyla tanıştıktan sonra mesleğini, kurulu düzenini geride bırakan Bağışgil’le hikâyesini konuştuk...

Kurumsal hayatı bırakanların güneyde pansiyon açmasına alışığız. Siz mesaili düzeninizi, güvencenizi bırakıp da belirsiz bir dünya olan tiyatroya geçmeye nasıl karar verdiniz?

-Çocukken bale yapmıştım, lisede basketbol ve voleybol oynadım ama tiyatroyla, izleyici olmak dışında bağım yoktu. Şirketin tiyatro topluluğunun provalarını izlerken, gördüğüm farklı dünyada olmak istedim ama korktum da... Dokuz yıl bir yerde çalışınca şartlar ne olursa olsun orası güvenli alanınız oluyor. Provaları izledikçe aklıma giriyordu. Oyunculuk eğitimi almaya karar verdim. İlk eğitimimi Craft’ta, şu anki yönetmenim Tuğçe Tanış’tan aldım. Tuğçe ilk derste “Kimler oyuncu olmak için burada?” diye sordu, parmak kaldıramamıştım. Kişisel gelişim için geldiğimi söyledim. “Oyuncu olmak istiyorum” demek zamanımı aldı. Sahneye her çıkışımda, günlük yaşamımda ne kadar çok hissi bastırdığımı, kendimi sıkıştırdığımı anlamaya başladım. İşle ilgili yaşadığın stres, baskı seni içine alıyor. Sahnede serbestsin, hiçbir hissini bastırmana gerek yok, üstelik eğlenerek yapıyorsun. Kurumsal hayatı bırakmak için herkesin farklı sebepleri olabilir ama oyunculuk kendimi keşfetmeme neden oldu. Her ay yatan maaş, sigorta, güvence yok; bilinmez bir deneyim ama istediğim işi yapacak olmak ağır bastı. Ufak bir birikim ve eşimin de desteğiyle dört ay sonra, 2015 Mart ayında işimden istifa ettim.

Sonrasında nasıl bir süreçten geçtiniz?

-Karardan sonra hafiflemiş hissettim. Ama yeni ve heyecanlı bir süreç başlıyordu. Craft’taki eğitimden kalan zamanımda kuram kitapları ve oyun okumaya başladım. İki yıl sonra Craft’ı bitirdim, Jacques Lecoq pedagojisi üzerinden eğitim veren Fiziksel Tiyatro ve Komedi Okulu’na başladım. Workshop’lara katılıyorum. Bir oyuncunun bedenini, sesini, kaslarını aktif tutması gerektiğini düşünüyorum. Şan dersleri alıyorum.

‘Iphigenia’ ilk oyunum, öncesinde iki kısa filmde oynadım. Hayata bakış açım tamamen değişti. Makyaj, kıyafet, saç... Daha sade yaşamaya başladım. Topuklu ayakkabılar hayatımdan çıktı ve bu beni çok mutlu etti. Masraflarım azaldı. Tiyatrodan para kazanıyorum ama bu geçinebilecek bir kazanç değil. Birkaç reklam filminde oynadım. Birikimim ve eşimin desteğiyle hayatımı devam ettiriyorum.


Yazının Devamını Oku

‘Kahkahanın deviremeyeceği zorbalık yoktur’

27 Nisan 2019
Cesur eleştirileri, muzip dili ve iktidar/polis baskısına karşı geliştirdiği yaratıcı çözümlerle adını Türk basın tarihine yazdırmış haftalık mizah gazetesi ‘Marko Paşa’nın öyküsü sahnede.

Cağaloğlu, İzzettin Han. 1946 sonbaharı. Türk edebiyatının üç dev yazarı; Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz ve karikatürist Mustafa Mim Uykusuz. Yanı sıra mürettip Hamza Usta, matbaacı Mahir Usta ve çaycı Seyfi Efendi. Baştaki üç isme hizmet eden üç ilham perisi... Hepsi cesur eleştirileri, muzip dili ve iktidar/polis baskısına karşı geliştirdikleri yaratıcı çözümlerle adını Türk basın tarihine yazdırmış haftalık mizah gazetesi ‘Marko Paşa’nın öyküsü için sahnede buluşuyor.
Tiyatro Adam’ın ‘Meçhul Paşa’sını Ahmet Sami Özbudak, sıkı bir tarih çalışması sonucunda kaleme almış.

Sahnede Bülent Çolak, Erdem Akakçe ve Fatih Koyunoğlu (soldan sağa) var.
Dış sesler o anda
sahnede üretiliyor
Tüm baskılara rağmen satış rekorları kıran, tutuklamalar rutinleştikçe ‘yazarları dışarıdayken çıkabilen mizah gazetesi’ haline gelen ‘Marko Paşa’nın trajikomik serüvenini, Emrah Eren yönetiminde izliyoruz. Erdem Akakçe, Fatih Koyunoğlu ve Bülent Çolak çok yüksek bir enerji ve uyum içindeler. Periler, gazete çalışanları, yazarlar ve bir dizi yan tipleme (polis, imam, kitapçı vs.) olarak hikâyeyi canlandırıyorlar.

Yazının Devamını Oku