Paylaş
İzlemeden önce okuma şansına sahip olup, “keskin, net, kısa ama ritmik ve son derece güncel” bir yerli metinle tanıştığıma heyecanlandığım bir oyundu ‘Hipokrat’. Erdi Işık, her birimizin -en çok da sosyal medyada- ‘duyarlılıklarımızı ve vicdanlarımızı’ yarıştırdığı bugünlerde, “Başına gelene kadar bilemezsin!” diyen, korunaklı hayatlarımızı iğneleyen bir metin yazmıştı. Biri kadın, biri erkek iki parlak cerrahın birer gecede yaşadıklarını hikâye ederek... En iyi okullarda okumuş, bütün sınavlardan derecelerle çıkmış, dilediklerince yaşayabilen, iyi, adil, vicdanlı, ötekilere karşı duyarlı, trafik kurallarına bile uyan iki ‘düzgün’ vatandaş, toplumda kabul ve saygı gören iki insan...
Yemin ettim bir kere!
Cerrahlar Yeşim ve Furkan’la kendileriyle baş başa kaldıkları kısa bir zaman diliminde karşılaşıyoruz Her ikisinin de eylemleriyle, zihinlerinden, kalplerinden geçenle, korkuları, olduklarını düşündükleri kişi ve aslında gerçekten oldukları kişiyle -bol panik halinde- yüzleşmek durumunda kaldıkları bir gecelerine ortak oluyoruz. Furkan icapçı olduğu bir yılbaşı gecesinde, partiden erkenden ayrılıp hastaneye gitmek zorunda kalmıştır. Yeşim ise büyük umutlarla buluştuğu sevgili adayı onu hayal kırıklığına uğratınca, geceyi erken sonlandırmak için bir bahaneyle kendisini çalıştığı hastaneye atmıştır. İkisini de bekleyen acil birer ameliyat vardır... İkisinin de apar topar girdikleri ameliyatları ‘başarısızlıkla’ sonuçlanmış, ikisi de kendisini tuvalete kilitlemiştir. Furkan, yılbaşı gecesi araba çarpan Suriyeli çocukla, Yeşim de düğün gecesi kendisinden yaşça çok küçük karısı tarafından bıçaklanarak öldürülen Ahmet’le, ‘Hipokrat yemini’ne sadık kalarak, tüm önyargılarını geride bırakarak ilgilenmeyi başarmış mıdır?
Yer yer ritm sorunu var
İki cerrahın hikâyesini, kendilerine ayrılan alanda, eşzamanlı bir akışla, Kayhan Berkin’in yönetiminde izliyoruz. Kâğıt üzerinde beni heyecanlandıran metni, oyun boyu aynı heyecanla takip edemediğimi üzülerek söylemeliyim. Oyunu, beni hayal kırıklığına uğratan şeyi çözmeye çalışarak izledim. Duvarlarından klozet oturağına tüm sahne tasarımında kullanılan tuvalet kâğıdı ruloları güzel fikir belki ama oyuncuların en ufak hareketiyle rulo yığınlarının sarsılmasının önüne geçilseydi... Işık tasarımı yapılırken (oyunu gördüğüm) Toy İstanbul’un seyir alanından sahneye tam hâkim olmamamın sebep olduğu sıkıntılı oturma pozisyonu biraz daha dikkate alınsaydı... Oyuncular Canan Ergüder ve Kenan Ece tek tek anlatının pek çok anında iyi işler çıkarmalarına rağmen hem genele yayılan dağınık ritm hem de yer yer iki oyuncu arasındaki belirgin ritm sorunu söz konusu olmasaydı... Tuvalet kabini tasarımında bazı detaylar gerçekten kullanılırken kapı, lavabo gibi detaylar için pantomime başvurulmasa ve reji bütünlüğü bozulmasaydı... Neden gerek duyulduğunu gerçekten hiç anlamadığım ‘Suriyeli çocuk hayaleti’ sahnede birden ‘korkuluk’ gibi belirmeseydi... İronisi, eleştirisi ve iyi performanslarıyla çok daha tamamlanmış, kendinden emin duran bir oyun izlemiş olduğumu hissedecektim.
Oyuna yayılan bu pürüzler; kanımca çok daha eğlenceli, dinamik ve kendi halimize de bakmaya vesile olacak güçlü bir oyun adayı ‘Hipokrat’ı bir parça zayıflatmış. Rejinin ve sahne tasarımının gözden geçirilip, iki ayrı oyunun birbirine iyice geçip bütünleşeceği bir versiyonla, çok daha çarpıcı bir işe dönüşmesine hiçbir mani yok elbette...
Paylaş