DÜNYANIN en zor şeyi ellerinle inşa ettiğin bir şeyi yıkıp gitmek.
Dünyanın en zor şeyi bir evliliği bitirmek, bir işyerinden istifa etmek.
Sevdiğini terk etmek. En yakın arkadaşını tarihin tozlu sayfalarına gömmek.
Sana zarar verdiği ayan beyan ortada olan ortağından kopmak.
Her şeyini yitirmek. Her şeye sıfırdan başlamak.
İşte böyle bir adamın hayatını okuyorum bu günlerde. Steve Jobs...
Bir yandan kitabı okuyup bir yandan da internetten hakkındaki İngilizce kaynakları araştırırken, 2005 yılında Stanford Üniversitesi’nin mezuniyet töreninde yaptığı konuşmaya rastlıyorum. Tam da son günlerde kendi hayatımla ilgili düşündüklerimi, gerçekleştirmek istediklerimi, bırakıp gitmelerimi, yeniden başlamalarımı okuyorum satırlarda. Ürpererek...
“Noktaları Birleştir!”
GENE geldi çattı kör olasıca. Sevgilin varsa bir dert, yoksa ayrı dert. Bugünkü konumuz başlıktan da anlaşılacağı gibi Aziz Valentine’in bir kaç asır önce dünya kadınlarının başına musallat ettiği Sevgililer Günü.
Ev kirası zamanın şakkadanak gelişi gibi, her yıl umarsızca gelen ve bizi hüzünlere gark eden 14 Şubat; erkek milletinin “aşkım bize her gün sevgililer günü” yalanı ile birlikte, artık sevgilisi olan kadınlar için bile çekilmez bir hal aldı. Yemezler.
Ama yılmak yok. Bu yazıda hem yalnız geçirilecek bir sevgililer günü ile baş etmenin yollarını, hem de sevgilisi olup da günü gönlünce kutlayamayanların azabına son verecek formülleri sıralayacağım. Kalemi, kağıdı hazırlayın. 4 gününüz var.
1. Bekar partilerinden uzak dur!Onlarca abazan ve vasıfsız erkekle, bir o kadar da çaresiz ve sinirli kadının toplandığı “single partileri”nden, daha bir tane sevgili bulan duymadım. Eve elin boş döneceğin yetmezmiş gibi, gecenin sonunda aşka olan umutların da tükenir.
2. Romantik film izleme!Çikolatanı stokladın, şarabını açtın, hadi mısır da patlattın. Ama o DVD’ye o duygusal filmi koyduğun anda bitersin. Gece, salya sümük bir halde eski sevgiliye atılan cevapsız mesajlarla biter.
O zaman ne yapmak lazım? Şehrin sosyal ve sanatsal olanaklarından daha çok faydalanmak lazım.
İzmir’de yapacak hiç bir şey yok demeden ve mümkünse homurdanmadan.
İşte benim can sıkıntısından kendini yerden yere atan güzel okur için derlediğim Şubat güzellemesi.
SİNEMAYA GİDİN
Lincoln, Mutlu Aile Defteri, Tepelerin Ardında filmleri benim bu ay merakla beklediğim filmler arasındaydı. Nihayet 3’ü birden aynı anda vizyona girdi ve bana da sinemanın yolları göründü. Merakla beklediğim bir diğer film “Kelebek Etkisi” ise şubat sonu vizyonda olacak.
SERGİ GEZİN
Kedi Sanat’ta 2 Mart’a kadar Adnan Turani; Arkas Sanat Merkezi’nde ise, nisana kadar sürecek olan Naci Kalmukoğlu’nun “O bir yıldızdı” sergisi var. Kaçırmayın.
WATT 71’i DİNLEYİN
KENDİNİ çok katlı bir otelin penceresinden boşluğa bırakmak.
Bir kutu hap içip, üzerine bir şişe ucuz votka yuvarlamak.
Hızla gelen bir trenin altına atlamak boylu boyunca.
Dünyanın iki yakasını birleştiren canımın içi Boğaz Köprüsü’nden geçerken taksiyi durdurmak.
Bileklerini kesmek. Kurşunu kafana sıkıp gitmek.
Türlü türlü yolu var bu dünyayı terk etmenin.
DAYAK yiyen, fiziksel ve psikolojik şiddete uğrayan, tecavuz edilen, tecavüzün “cezası” olarak recm edilen ya da hapse atılan (ya da bknz bizdeki N.C. davası), erkek zevki için sünnet ettirilen, seks kölesi olarak kullanılan, satılan, susan, susturulan kadınlar, küçücük kızlar, çocuk anneler.... Yaşadıkları acıdan ancak ölerek kurtulan, intihara sürüklenen anneleriniz, eşleriniz, kızlarınız, sevgilileriniz...
Bir gülümsemeye muhtaç milyarlarca kadın. Peki ya bu kadınlar, tüm dünyada, aynı anda dans ederek ayaklanırsa ne olur? Hem de 14 Şubat 2013 Sevgililer Günü’nde.
Bir milyar kadına ulaşmayı amaçlayan “1 Billion Rising” (1 Milyar Ayaklanma) Kampanyası, 14 Şubat 2013’te, tüm dünyada kadına yönelik şiddeti protesto etmek için, dünyadaki her kadını, aynı anda dans ederek ayaklandırmayı amaçlayan uluslararası bir proje.
Bu nefis kampanyanın İzmir ayağında ise, tanıdık bir girişimcilik derneği var. LİYAKAT.
İsmini son dönemlerde özellikle kadının emeğinin ve iş gücünün değerlendirilmesi ve İzmir de yeni girişimcilik alanları yaratılmasi üzerine yaptığı projelerle duyduğum LİYAKAT, son olarak, Uluslararası “One Billion Rising” kampanyasına katılarak, dünyanın dört bir yanında insanlık dışı muameleye maruz kalan kadınlar için ayaklanıyor.
İzmir’de Liyakat Derneği tarafından Cumhuriyet Meydanı’nda gerçekleşecek kampanya, tüm İzmirli kadınların katılımı ile 14 Şubat günü, saat 14.00’te başlayacak. Üstelik sırf bugune özel bir de gösteri hazırlığındalar.
HAYATTAKİ en tehlikeli uyuşturucu özgürlük.
Öyle acayip bir afyon ki, kanına bir kere girdi mi, bir daha bırakamıyorsun.
Hayatın sadece sana ait oluyor, kararları sadece sen alıyorsun.
Bu konuya nereden geldik.
Yakın bir arkadaşım var. Çocukluğumuz geçti birlikte.
O, çocuk denecek bir yaşta evlenmeyi tercih etti.
8 yıl boyunca mutlu bir evliliği, dünyalar güzeli bir oğlu oldu.
Yağmur yağıyordu. Ben taksinin camından bakıyordum. Sabah sabah “Dilek Taşı” çalıyordu radyoda. Taksici sesi açtı. Dışarısı daha da hüzünlendi mi ne, hava daha bir karardı. “Ferdi abi de gitmiş” dedi taksici. “Bu Ocak da ne ölüm yaptı be kardeşim” dedim. İçimden.
Taksi ansızın 8 yaşımın Fuarı’na dönüştü. Biz o zaman başka memlekette yaşıyorduk. Memuriyetten memleket memleket geziyorduk. Yazdı ve dünyanın en güzel şeyi İzmir Fuarı’ydı. Şimdi hatırlamıyorum Lunapark Gazinosu muydu, Kübana mıydı, Golf müydu?
Bir adam masaların arasında vefa arıyordu. Her masaya tek tek gidip hal hatır soruyordu. Ne kibar adamdı. Bir neslin çocukluğu ve gençliği de onunla birlikte anlardaki yerini aldı. Bir İzmirli daha, Ferdi Özbeğen adıyla, bu dünyayı terk etti.
O da ne çok an teğet geçmiş midir yaşarken diye düşündüm sonra. Sahi ne tuhaf. Her sabah uyanıyoruz. O yoldan değil de, bu yoldan geçersek, türlü türlü şey gelebiliyor başımıza. Uçaklara biniyoruz başka memleketlere gidiyoruz. Uçakta yanımızda oturanı bir daha hiç görmüyoruz. Ya da o insan hayatımızdaki en önemli insanı haline gelebiliyor.
Ya da bir salise farkla bir kazaya, kavgaya karışabiliyoruz. 3 milim farkla bir kurşun ya da bir inşaattan düşen tuğla bizi teğet geçebiliyor. O an radyoda çalan rastgele bir şarkı, ikimizin şarkısı olabiliyor da, o şarkı bir başkası için ayrılık çanları çalabiliyor.
Bu dünya o kadar büyük, hayat o kadar kısa ki bazen, bir taksinin camından bakarken, çocukluğun gözünün önünden akıp geçiveriyor. O çocukluk ki, başkasının yaşanmamış gençliği, bir başkasının yarım kalan aşkı, bir diğerinin evlilik şarkısı, en arkadakinin gönderilmemiş mektubu olabiliyor.
Çünkü günde 3 tane sigara ya içiyorum ya içmiyorum. 10 yıldır böyle bu. O, 3 sigarayı geçtiğim anda kendimden, hayattan, üstümden, başımdan gelmişimden geçmişimden nefret ediyorum. İçemiyorum o mereti. Sabah kalkınca ağzıma bir lokma girmeden yanımda sigara içilirse illet oluyorum.
Kimsenin evinde, arabasında sigara içmiyorum, içirttirmiyorum. Ama evet ben bir sigara içicisiyim. Geçen ayki kontrolünde ciğerleri tertemiz çıkan. Herkesin benim kadar şanslı olmadığını da bilen.
Sadede geleyim. Geçen hafta cuma akşamı, uzun zamandır görüşmeyen 3-5 arkadaş buluştuk. Önce bir balıkçıda yemek yedik. Sonra Alsancak’ta bir kulübe gittik. Balıkçıda masamızda sigara içmek isteyenler olduğu için sobaların altında Kordon’da oturduk. Ben de dahil isteyen sigarasını içti rahat rahat. Oradan da kulübe geçtik. Saat 23.30 dolayları.
5 dakika geçmeden başta masadaki arkadaşlarım olmak üzere herkes sigaralarını yakmaya başladı. Yok artık, bu ne yahu demeye kalmadan o da ne? Yan masadaki abi puro içiyor. Bildiğin 2 numara Cohiba. Servis yapan sevimli oğlanı durdurdum. Neden sigara içildiğini sormaya çalışıyorum o gürültüde. Çocuk artık ne kadar yılmışsa, “kızmayın hanfendi burada sigara içebilirsiniz, bakın küllük orada” diyor.
Hayır, sigara yasağı başladığından beri ilk kez bara gidiyor değilim. Ama birbirimizin haklarını bu kadar aleni takmadığımızı, hayat hakkını bu kadar aleni gasp ettiğimize yeni yeni şahit oluyorum.
Herkes sigara içtiği için ben de bir tane çıkarıp yakmadım. Canım istemedi mi, istedi. Alıp ikimi sigaramı bahçeye çıktım insan gibi.