Ben de farkındayım. Yaz bitti bitiyor, gitti gidiyor. Bu yüzden de iki haftaya kadar bu yazı dizisi de sona eriyor. Arabamın bozulması, zehirlenmek, yolda kalmak gibi türlü “değişik” badireler atlatarak evime döndüm ki, Fethiye bölümünde hepsini anlatacağım. Ama şimdi araya özel bir istek aldık. Eylül’de Bodrum. Çünkü Bodrum belki de en çok Eylül’de güzel. Mahşeri kalabalıklar elini ayağını çekmiş, etrafta daha çok Eylül’de Bodrum’un farkında olan tatilciler, turistler, gezginler, hoş bir kalabalık. Bir hafta sonu için bil imkanı olan varsa ucundan kıyısından tutsun Bodrum yolunu. Ortalık toz duman. Baktığımız, okuduğumuz her haber kasvetli. Belki iki günlük bir kaçış, tüm yıl olana bitene, işe güce, hayat gailesine daha kolay katlanmanızı sağlar. Kim bilir.
Eylül’de Bodrum’da neler var? Huzur – güneş – glık bir rüzgar - 3. Bodrum Türk Filmleri Festivali 27 Eylül - 04 Ekim www.cinemarine.com.tr - Torba Casa Dell’arte’de 14 Ekim’e kadar Muzaffer Akyol sergisi - Deniz-kum-güneş - İyi yemek – iyi müzik
Nerede kalmalı?
MARİNA VISTA OTEL
Eğer Eylül’de Bodrum’a gidilecekse en iyi alternative biraz şehir hayatı, biraz koylarla, köylerle karıştırarak “ortaya karışık”, fazla araç kullanmayacağınız, her yere yürüme mesafesinde bir tail planı yapmak. Bunun için de Bodrum’da en sevdiğim merkezi otellerden biri olan Marina Vista’yı önerebilirim. Bodrum’un en iyi lokosyonunda bulunan 87 odalı, 4 yıldızlı Marina Vista Hotel, Marina’nın tam karşısında. 12 ay hizmet veren, keyifli, peyzaj çalışmaları nedeniyle havuzuyla birlikte tam bir vaha görüntüsünde. Odaları Marina’daki yelkenlilere bakıyor. Eylül’de geniş odalarında çift kişi oda + kahvaltı konaklama 320 TL. – Tek kişi 230 TL. www.hotelmarinavista.com
Nerede eğlenmeli?
BOZCAADA kendine özgü bir doku, bir tat, bir kültür artık. Ve bozulmadan korunması, koşmadan ilerlemesi için büyük çaba sarf ediliyor. Yerel tatları, yerel kültürü, ada harmonisini ön plana çıkaran güzel işler yapılıyor. Bozcaada’ya özgü yöresel yemeklerin, Bozcaada’da yaşayan yerel üreticiler ve Bozcaadalı kadınlar tarafından pişirilip sunulduğu “Bozcaada Yerel Tatlar Festivali” de bunlardan biri.
Bu yıl 4’üncü yılını kutlamaya hazırlanıyor.
Festivalin bu yıl uluslararası boyutu var
YURTDIŞINDAN davet edilen şefler de festivale katılarak kendi yemeklerini Bozcaada’nın yerel malzemeleri ile yorumlayacaklar.
14 Eylül Cumartesi günü sabah saatlerinde başlayacak festival gün boyu devam ederek gelincik şerbeti ve üzüm suyu eşliğinde farklı lezzet peşinde olanları baştan çıkarmayı hedefliyor.
Bozcaada’nın ve yörenin yerel tatlarını hatırlatıp adalı hanımların elleri ile hazırlanan yemeklerin konuklara ikramıyla devam edecek olan bu etkinliğin amacı da doğa cenneti olan Bozcaada’nın lezzet ve kültür konusunda değerlerinin ön plana çıkarılması.
GEÇEN yaz yazmıştım “Ekincik bir köyse cennet neresi” diye.
Fikrim hala değişmiş değil. Tertemiz denizi, yemyeşil doğası, Marmaris - Dalyan - Köyceğiz gibi turizm merkezlerine yakınlığı, ulaşım kolaylığı ile sakin bir tatil geçirmek isteyenlerin cenneti. Büyü gibi bir yer. İnsana “Türkiye sen ne cennet memleketsin” dedirten cinsten.
Tekneyle gelenlerin vazgeçilmez adresi. Ama karadan da Köyceğiz Gölü’nü dolaşan biraz zorlu ama nefis manzaralı bir yolu var. Köyün nüfusu hepsi topu topu, taş çatlasa 800 kişi. Ama herkes çalışıp ekmeğini taştan çıkarıyor.
Yıllar yıllar önce Adana’dan gelen Yörüklerin kurduğu Ekincik, sahilin yamacında, zeytin ve çam ağaçlarının içinde. Köyün ana geçim kaynağı arıcılık, deniz taşımacılığı ve turizm. Köyün gençleri her gün Dalyan kıyılarına tekne ile turist taşıyor.
Söyledikleri tek bir şey var, “Ekincik’te çalışmak isteyene iş de var, aş da!”
ÇOCUKKEN en yapmak istemediğim şey denizden çıkmak, en gitmek istemediğim yer evimiz, en kızdığım şey kışın gelişiydi. Kazık kadar oldum değişen bir şey yok. Eylül’ün 1’i ile birlikte efkar basar içimi. Üzülecek bunca şey varken dünyada, bir de üzerine zalim kış habercisini göndermez mi, ilk esen rüzgarla birlikte, ifrit olurum. Yapacak bir şey yok. Eylül de ayrı güzel deyip o son güneşin son şezlonguna bir günlüğüne de olsa kendi bantlayacaksın “inadı güzel” okur. Yat yat sıkılmaya diye de Eylül kitaplarını yettirdim sana aşağıda. Bu ay hem biraz geciktim yazmakta, hem de Güney Ege yazıları için fellik feet’lik araba kullanırken sadece 3 kitap bitirebildim. Olsun, bu da yanıma kardır bir göz atayım dersen satırlara beklerim. Ha bir de Ayvalık’ta pazar günü başlayan kültür – sanat günleri ve ücretsiz yazarlık atölyeleri haberim var ki, sakın es geçmeyesin.
33 BİN FEET / Ümmü Gül Yılmaz
Hayatının büyük bölümü sayahat ederek geçen bir mühendis kadın. Ümmü Gül Yılmaz. Akıcı bir kalemle, tatlı bir üslupla “gerçek yolculuk hikayeleri” yazmış. 33 bin feet, kimi zaman gülümseten, hatta kahkaha attıran bir kitap. Çünkü, bu kitapta bir araya gelen hikâyelerin ortak özelliği “gerçek” olması. Kitabın en önemli özelliği, sizi mucizelere inandıracak olması. Gül Yılmaz’la gökyüzünde uzun bir yolculuğa çıkıyorsunuz, önyargılarınızı bırakıp kemerlerinizi bağlayın. Sepya Yayınları – 11 TL.
BEYNİNE FORMAT AT / Barış Muslu
3 aydır benimle oradan oraya gezen kitabımı nihayet bitirdim. “Çünkü beynine format at” gerçekten zaman ayırarak ve hakkını vererek okunması gereken bir kitap. Barış Muslu ve eşi Zeynep, benim çok ama çok sevdiğim 2 arkadaşım. Barış, ezelden beri hepimizden farklı çalışan bir zekaya sahip. İnanılmaz bir eğitim. Hep, derya deniz. Ancak, kitap yazdığından haberim yok. Bir gün D&R’da Barış’ın 2 boyutlu, turuncu kafalı, karton hali ile karşılaştığımda küçük dilimi yutuyorum sandım. Meğer ilk kitabıymış: Yıka Beynini. Bir solukta bitti. Beynine Format At, Barış’ın 30 küsur baskıya yaklaşan 2. kitabı. Kitap, kendi kendimize beynimizi yıkayabileceğimizi, daha doğrusu, geçmişin negatif etkilerini silebileceğimizi, böylelikle de korkularımızdan, endişelerimizden, fobilerimizden ya da bizi durduran, gerileten, ilerlememizi engelleyen ne varsa onlardan kurtulabileceğimizi anlatıyor. Bunun da basit metotları var. Ve bildiğin işe yarıyor. Doğan Kitap – 18 TL. www.barismuslu.com
EL alemin deniz yolundan hoppacık gittiği koylara, marinalara, karadan kan ter içinde ve viraj tırmanarak gitme gezimiz devam ediyor sayın seyirciler. Ama şikayetçi miyiz? Hayır. Çünkü, bu döne döne tırmanılan yolların varışı o kadar güzel ki, kayıp balık Nemo gibi yaşadığı zorlukları 3 saniyede unutuyor insan. Söğüt ve Taşlıca Köyü, Bozburun Yarımadası’nın en uç noktası. Ege ve Akdeniz arasında, doğallığı hiç bozulmamış bir cennet Söğüt Köyü. Yaklaşık 2000 kişilik bir nüfusu olan bu küçük köy, Marmaris’e 2 saatlik bir uzaklıkta... Marmaris’ten çıkıp yeni Datça yoluna vardığınızda, Datça tarafına değil, Bozburun tarafına sapıp Hisarönü, Orhaniye, Selimiye ve Bozburun’dan geçerek varıyorsunuz Söğüt’e. Bozburun’dan sonrası biraz dar ve bakımsız bir yol. Ancak manzara ve yol boyu size eşlik eden keçiler ömre bedel.
Kitle turizmi sıfır!
Söğüt kitle turizminin ulaşamadığı, eski kültürlerin esintisini de hissedebileceğiniz bir yer. Yöresel mutfağın sunduğu aromalar ve deniz ürünlerinin çeşitliliği Söğüt’ü diğer yerlerden farklı kılan. Burayı sevimli kılan daha çok şey var... El değmemiş doğa, sükunet ve köy halkının misafirperverliği, hepsi Söğüt’e demir atmak için bir neden olabilir. Koyda gemi enkazları, amforalar, Karya kalıntıları ve romantik gezi patikaları da mevcut.
3 parçalı nefis köy
Söğüt Köyü, coğrafi yapısı gereği, ilginç bir şekilde 3 parçadan oluşuyor. En tepedeki Merkez, aşağı doğru indikçe kendine 2 koya yerleşmiş 2 mahalle daha yaratıyor. İskele ve Cumhuriyet Mahallesi. Her ikisinde de irili ufaklı pansiyonlar, köy kahveleri, inekler, bakkal, ve Türkiye’ye nam salmış bir kaç iyi balıkçı ve ahtapotçu var. (Köy hayatına hasret kalmış, inek görünce bakışan, teyze görünce koşup tanışan şehirli insan modeli 2013). Zamanım o kadar kısa ki, Söğüt’te (toplam 24 saat) bir kısmını size yazı yetiştirerek, bir kısmını köyü keşfederek, kalan kısmını da uyuyarak geçiriyorum.
YENİ PANSİYON
SELİMİYE, Marmaris Bozburun Yarımadası’nın en sevimli köylerinden biri. Bozulmamış doğasıyla artan popülaritesine rağmen köy havasını korumayı inatla başarıyor. Ancak geçtiğimiz yıla oranla gözlemlediğim şu oldu; özellikle teknelerin yoğun olduğu temmuz ve ağustos aylarında, deniz kirlenme eğiliminde. Ancak, hem Selimiyeli, hem esnaf bu konuda bilinçli ve hassas. Denizi kirletme eğilimi gösteren ne teknelere, ne de etrafa çöpünü, pet şişesini savurmaya kalkan tatilciye göz açtırmıyor. Bravo! Denizi sakin, doğası ve havası sakin Selimiye’nin. Bu küçük koyda neredeyse hiç dalga yok. Sabahtan akşama, denizden karaya her yerde huzurlu bir durgunluk var. Teknelerin yanaşması için yapılan küçük marina yeterli olmayınca, koya kıyısı olan her pansiyon ve restoran zaman içinde kendi küçük iskelesini yaratmış. Bu nedenle Selimiye Koyu, uzun bir kumsalla değil, yatay minik iskelelerle çevrili. Gece hayatı neredeyse hiç yok, ama buna karşılık kendine has küçük lokantaları, gölgelere kıvrılmış şahane sokak köpekleri, lezzetli mezeleri ve iskelelerinden yükselen dost meclisi sohbetleri var.
YENİ OTEL
Swan Lake
Selimiye’den çıkıp Bozburun’a doğru giderken, arabayı durdurup Selimiye’yi kuş bakışı fotoğrafladığınız bir nokta vardır. Hah işte Swan Lake o noktada inşa edilmiş. Odaları, özeni, romantikliği ve manzarası ile beni bugüne dek en çok etkileyen otellerden biri oldu. Selimiye hiç programımda yokken, bu oteli görüp vuruldum ve 1 gece konaklamaya karar verdim. Sahibi fotoğraf sanatçısı, ODTÜ’lü Muzaffer Bey’i de öyle tanıdım. Medeni, zarif bir insan. Swan Lake ismi, ünlü Rus besteci Çaykovski’nin Kuğu Gölü balesinin orijinal ismi. Muzaffer Yücel tam 26 senede Rusya’da inşaat mühendisi olarak çalışmış. Dönünce tüm birikimi ile de bu oteli yaratmış. Otelin ismi de bu ünlü bale eserinden geliyor. Eylül ayı fiyatları oda + kahvaltı 2 kişi için 300 TL. Otel, çiftler için tasarlandığından 16 yaşından küçük konukları maalesef ağırlayamıyorlar.
www.swanlakeselimiye.com
YENİ LOKANTA
GÜNAYDIN güzel okur. Memleketi çok özledim. Buralar çok sıcak. Tek başına biraz zor. Ama yine de şikayetim yok. Az kaldı kavuşmaya, Göcek’i bitirdim, yarın sırada Fethiye var. Sonra ver elini memleket. Son iki yılda Kuzey’den Güney’e Ege’de ayak basmadığım kara parçası kalmadı. Fethiye ile de tüm kıyı Ege tamamlanmış olacak. Önümüzdeki yaz elinizde kitabımla dolaşırsınız umuyorum ki bu kıyıları. (Okur sana söylüyorum, Doğan Kitap sen anla.) Geçtiğimiz hafta, yüzölçümü büyük, kendi mütevazi Bozburun Yarımadası’nın ilk bölümünü yazmıştım. Hisarönü, Orhaniye, Turgut, Bördübet köylerini anlatmıştım. Bugün sırada, yarımadaya ismini veren, bir gelenin bir daha geldiği Bozburun Köyü var.
BOZBURUN Merkez
Yunan adası Simi’nin karşı komşusu ve yarımadasının en popüler köylerinden biri Bozburun. İsmini merak edip araştırınca, bir yeşil cennet olan yarımadanın ağaç yönünden en fakir burnu çıkıyor karşınıza. Ancak buraya yerleşmiş otellerin yoğun çabaları ile pek çok nokta kendi arazisini zaman içinde yeşillendirmeyi başarmış. Köyün merkezi; pansiyonları, balıkçıları, camisi, köy meydanındaki kahvesi, pişpirik atan yaşlıları ile kesinlikle ziyaret edilmeli. Aynı zamanda ünü dünyaya yayılan ahşap guletlerimizin yapım yeri de işte bu küçük, güzel, sakin Bozburun beldesi.
Adatepe Mevkii
Bozburun’un en sakin ve en bakir köşelerinden biri. Aslında biz şehirlilerin Bozburun olarak bildiği, arabamızı Cumhuriyet Parkı’na bırakıp küçük iskeleden motorla alınmayı bekleyip sonra da 10 dakikada otellerimize ulaştığımız yer Bozburun değil, Adatepe. Adaboğazı’na bakan, gün batımının güzelliğine inanamadığınız Adatepe’den Sabrina’s House’dan, Bozburun Yat Kulübü’ne (yanlış saymadıysam) yan yana 6 otel bulunuyor.
YENİ OTEL
2002 yılında yazmıştı Ayşe, Bördübet’in hikayesini Hürriyet’te. Henüz bir üniversite öğrencisiydim. Arabam yok. Param yok. Bördübet’in nerede olduğunu bile bilmem.
Ama kafama kazındı işte. Daha o yaşımda, hayattayken yapılacaklar listesine kaydoldu bir kere. O günden beri aklımda. O günden beri aklımın kargacık burgacık not defterlerinin bir köşesine yazılı.
Yılar sonra Bördübet’e ayak basmak, hem de bir Hürriyet yazarı olarak çifte tesadüf.
Çünkü daha ilkokul 2’den beri aklımın not defterinin ilk sayfasında yazılı bir gün Hürriyet’te yazmak. Uzun hikaye ama güzel hikaye. Hatırlatın, bir ara anlatırım.