Aziz Devrimci

Büyülü gerçeklik

11 Temmuz 2024
“Eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya, ikincisinde daha çok hata yapardım. Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım. Neşeli olurdum ilkinde olmadığım kadar…” (Jorge Luis Borges)

Tanıyor musunuz bilmiyorum ancak tanımıyorsanız mutlaka tanışmanızı önereceğim… Edebiyatta ‘Büyülü Gerçeklik’ akımının en önemli temsilcisi Arjantinli yazar Jorge Lois Borges’in ‘Anlar’ isimli şiirinden bir bölümü alıntıladım… ‘Büyülü gerçekçilik, olağan ya da gerçekçi bir çizgide ilerleyen sanat akımlarında bulunmaması gereken sihirli ve mantık dışı ögeleri içeren sanat akımı.’ Gerçekle, gerçeküstücülüğü okuru rahatsız etmeden, şaşırtmadan bir arada verilmesi durumu olarak da tarif ediliyor. Konumuza dönersek eğer, unuttuysanız Borges’in girişte yazdığım dizesini bir daha okuyun ve cevap verin lütfen… Eğer yeniden başlayabilecek olsaydınız yaşamaya ya da ‘Şimdiye kadar yaşadıklarından memnun değil misin?’ sorusu sorulsa mesela… Ve dense ki ‘Al sana yeniden başlamak için bir şans daha…’ ‘Dilediğin gibi yaşa…’ Şaşırdınız mı? cevabını biliyor olmanız gerekirdi. Hepimizin ‘Eğer bir daha dünyaya gelirsem…’ diye başlayan, ahkâm kesmelerimiz, meşhur fantezilerimiz yok muydu? Ne oldu? Hazırlıksız mı yakalandınız… Aşk olsun… Hayatı hep hazırlıksız yaşamadık mı? Şöyle arkanıza yaslanın, rahatlayın… Yumun gözlerinizi ve düşünün geçmişte yaşadığınız ne varsa… Korktunuz mu? Ben de korktum biraz… Korktum korkmasına ama bu korkuyu koyacak bir yer bulamadım… Velev ki oldu diyelim… Borges cevaplasın… ‘Eğer yeniden başlayabilseydim, ilkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım. Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla. Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.’ Alın işte size ‘Büyülü Gerçeklik’… Büyülendiniz mi?

MAKSİ LEZZET ‘MİNİ MUTFAK’ VE AŞK PİŞİRMEK…

Birbirine aşık ve birlikte yemek pişiren bir çift gördüğünüzde; siz olsanız ne derdiniz Allah aşkına… Tabii ki ‘Aşk Pişirmek’ diyeceksiniz… Çünkü bu mini mutfakta gerçekten aşk pişiyor… Fırsatı asla kaçırmam… Başlıktan da anlamışsınızdır ‘Aşk Pişirmek’ yeni kitabımın adı… Ve kitabın içinde sevgili ‘Didem-Ali Özer’ çiftinin aşklarını çağrıştıran böylesi aşkların anlatıldığı öyküler var… Değinmemek olmazdı. Sadede gelirsek ‘Mini Mutfak’ gerçekten minicik bir alana kurulmuş olsa da içinde pişen yemeklerin lezzeti devasa… Modellerin boyutlarını biliyorsunuzdur… Biz normal insanlardan daha şekilli ve boylu poslu olurlar… Hiç aklınıza gelir mi? Benim de gelmedi… İki ‘Best Model’ aşığın, mutfağa girip yemek pişirmesi olağan mı? Pek rastlanır şey değil… Siz de ‘Maşallah’ deyin lütfen… Sayfa tasarımcımız İsmet ve Kemal abilerden ricam fotoğrafın köşesine bir nazar boncuğu koysunlar ki, nazar değmesin… Hem de minicik mutfağa sığmak gibi bir dertleri varken… Şaka bir yana esas şef ‘Didem Özer’ modelliğin yanı sıra önce biyoloji okumuş ardından reklamcılık, sonra da finans vs… Hiçbirine kafası yatmıyor… Annesinin teşviki ve hafta sonları mutfağa girip yemek pişiren babasından aldığı ‘el’in tılsımıyla İstanbul’daki ‘Mutfak Sanatları Akademisi’nden (MSA) pasta şefi olarak mezun oluyor… 2019’da sevgilisi Ali’yle evlenerek evinin de şefi oluyor…

YENİ NESİL ‘ESNAF LOKANTASI’

Sevgili Didem Özer, her ne kadar pasta şefi olsa da kocası Ali’yle birlikte 2022 yılında şartlar gereği pastane açmak yerine zaten bilip pişirmekten keyif aldığı tencere yemeklerinin olduğu bir dükkân açıyor. Gençlerin rağbet edeceği bir dekor ve menüyle; böylece yeni nesil esnaf lokantası fikri ortaya çıkıyor. Hem geleneksel hem de küresel tencere yemeklerinin bir arada olduğu bu tarzın çoğalmasını umuyorum… Anadolu’ya has leziz ‘Dana kavurma’ ile İtalyan usulü enfes ‘Lazanya’nın aynı tezgâhta olması bence şahane bir durum… Bizim usul ‘Tavuk Sote’ ve isterseniz Uzak Doğu'ya has ‘Köri soslu Tavuk’ da yan yana durabilir… Biber dolma ile portakallı enginarı aynı anda tüketmek de isteyebilirsiniz… Benim en çok ilgimi çeken ise şimdiye kadar Ankara’da yediğim en lezzetli profiterol ile en lezizlerinden geleneksel ‘Fırın Sütlaç’ın yan yana durması ne büyük şans değil mi? Bahçelievler, Taşkent Caddesi’nde yeni neslin yoğun olduğu tam da tarihi ‘Deneme Lisesi’nin karşısında bir aşık çift Didem ve Ali’nin aşkla pişirdikleri tencere yemeklerini tatmaya ‘Mini Mutfak’larına uğrayın… Aşık olacaksınız…

Yazının Devamını Oku

Gülümse(me)

4 Temmuz 2024
“İnsanoğlu gülebilen tek hayvan, bunu yapmak için en az nedene sahip olsa da.” (Ernest Hemingway)

Gülümsemek ve gülümsemeyi istemek insani bir durum… Çok üzgünüm gerçekten. İnsanların saygısızlık derecesinin arttığını gördükçe daha da üzülüyorum… Sanki dünyada bir tek o varmışta bizim haberimiz yokmuş gibi bize haddimizi bildirir tavırlarla… ‘Ben en iyisiyim siz nesiniz ki?’ havaları var… Kendisini tanrı yerine koyup nereden ve nasıl edindiği meçhul lüks arabalarında kasılanlar etrafta kol geziyor… Ayaklarımın altında dolaşmayın ezilirsiniz tutumu ile dünyayı sahiplenmiş kadınlar, erkekler ve onların çocuklarından gına geldi… Sonradan görmeler, henüz görmese de görmüş gibi yapanlar… Görenler görmeyenlere anlatsın yancıları peydahlandı şimdi de… Hele bir de ‘Ben her şeyi herkesten daha iyi biliyorum’ gibi tavırları sıkça görmeye başladım ki; nevrim dönüyor, ifrit oluyorum artık… Eskiden ekşi ekşi gülümseyenlerde ‘küçük dünyaları ben yarattım’ havası vardı. Şimdilerde gülümsemenin ekşisi de acısı da yok. ‘Küçük-büyük ne varsa hepsini ben yarattım’ havaları revaçta. Suratları botokslu hanımlar ve beyefendileri anlayabiliyorum gülümsemekte zorlanıyor olabilirler… Doktorunuzdan rica edin, bir dahakine botoksunuza sabit somurtkanlık yerine gülümseme koydursanız ne hoş olur… Gülümsemeyen insanı sevmiyorum… Evet bu kadar netim… ‘Yahu herkesin farklı bir karakteri var, gülümsemiyor ama yüreği güzel’ savunması yapılıyor hemen… Eskiden olsa bu mazerete kesinlikle inanırdım ama şimdi yok yemezler… Yok arkadaş, gülümsemeyen insanın yüreği güzel olamaz… Bunda da çok netim… Kimisi ‘gülümsemek zorunda mıyım?’ diye bir soru soruyor… Evet zorundasın arkadaşım… Bir toplumda yaşıyorsan gü-lüm-se-mek zo-run-da-sın… Nokta...

YÜREK… SOFRA VE ‘KAPI'! SONUNA KADAR AÇIK…

Ankara’nın yüreklere açılan sevgili ‘Kapı’sına epeydir uğramıyordum. Aile dostlarım diyebilirim… Aslında Ankara’yı Ankara gibi yaşamak isteyen biz tüm Ankaralıların aile dostları desem daha yerinde olur. Dilek anne, kızları Göksu ve Side ile birlikte tam yedi yıl önce yüreklerine bir ‘Kapı’ açtılar ve bize ‘buyurun’ dediler. Buyurduk buyurmasına da bir türlü çıkasımız yok… Öncelikle şahane bir huzur var… Giriş yazımda olmadığından şikâyet ettiğim ‘Gülümseme’ burada doğal bakış gibi ‘kapı’dan içeri giren herkesin yüzüne kendiliğinden oturuyor. Yemeklerde öncelikle pişirilen yemeğe, pişirene ve tabii ki yemeği yiyecek kişiye sonsuz saygı var. Bu durum fazlasıyla fark ediliyor… Yemeğin içeriğine bakarsanız… İçine giren her malzemenin en doğalı, pişirme yönteminin en doğrusu ve en olması gereken ise en safından ‘sevgi’ içeriyor. Yemeklere dokunan anne eli ilk başlarda çoğunlukla Dilek anne ve torunu Kaya’nın annesi Göksu’dan geliyordu… Son gittiğimde öğrendim ki ikiz kızları Lara ve Lila’yı doğuran sevgili Side de artık anne dokunuşu yapıyor… Herhangi bir rutini de, günü de yok ‘arada bir’ hazırlıyoruz dedikleri ‘Açık Sofra’ etkinliğine davet ettiler. Üç anne el birliği yapmış haliyle lezzet de katlanmış… Nefis zeytinyağlılar, börekler, atıştırmalıklar hazırlamışlar… Biz aile dostlarını nefis bahçelerine çağırmışlar… Bayıldım… Yürek, sofra ve ‘Kapı’ sonuna kadar açık… Hadi siz de gidin.

ÖNCE ANNE, SONRA BLOGGER ‘FERAH ÜSTÜNEL’

Güzel yürekli kadınların ‘Kapı’sında hazırlanan ‘Açık Sofra’ya gittiğimde aile dostları bir başka güzel yürekli kadın ve anne ile tanıştım. Kapı’nın şahane atmosferinde keyifli bir sohbet imkânı buldum… Ferah Hanım’ın yaydığı anaç, içten ve samimi bir enerjisi var, kapılmamak mümkün değil… İzin istedi gitmek zorundayım dedi. Sohbetin kısa sürmesine üzüldüm ama mazereti güçlüydü. ‘Anneyim ben birazdan eve eşim ve çocuğum gelecek, yemek beklerler…’ dedi. Yüreğim ısındı… Ferah Üstünel; anneliğin hâlen ön planda olduğu mütevazı ve geleneksel yemek tariflerinin videolarını çekip sayfasında yayınlıyor. ‘Instagram’da takip edilecek en iyi 5 hesaptan biri’ olarak önerilmesi işine verdiği önemin bir kanıtı… Henüz Ferah Hanım’ı tanımıyor olduğumdan olsa gerek, çoğunlukla samimi bulmadığım için yemek tariflerine ve tarif edenlere mesafeli duruyordum… Artık Ferah Hanım’ı takip ediyorum… Videolarda anne kokusu var, izlerken yüreğim ısınıyor…

Yazının Devamını Oku

Duygular pişer mi?

27 Haziran 2024
“Duyguları pişirmek, hayata kıvam vermek için kokusu bile yetiyordu aşkın…” (Aşk Pişirmek, Kokulu Aşk, S.13)

“Etrafta artık göremediğim her şey, tek bir şeye dönüşmüştü... Ona. Gözlerinin sabitlendiği noktada ben vardım. Üstüme alınmalı mıydım? Bilemedim. Birkaç saniye süren karşı bakışlarımdan çıkardığım bir anlam yoktu, bomboştu. Dakikalardır süren bu durumunun farkında olmadığını, yüz hatlarındaki sadelikten anladım. Zihninden geçenleri okumak istediğimde yüzüne yansıyan hiçbir duygunun izine rastlayamadım. Hareketsizdi, ellerini karnının altındaki boşlukta birbirine kenetlemiş, uzun bacakları, yan yana duran siyah babet ayakkabılarına simetrik bir düzenle uyum sağlamıştı. Uyuduğunu sanıyor olması da muhtemeldi. Aynı ihtimali ben de düşündüm. Uyurgezer mi? diye içimden geçirmiştim; hayır, gezmiyordu. Görünüşte ayakları yere basıyordu, ancak o bunu hissediyor muydu? Tam bir muammaydı. Derine dalmıştı, gördüğü şeylere ulaşmak mümkün görünmüyordu. Ya bir bulmacanın çapraşık sorularına takılmış ya da bir engelin büyüsüne. Şık bir döpiyes vardı üzerinde, siyaha yakın, griye çalan rengi, iç dünyasının da rengiydi. Kıyafetinin üzerindeki uzunlamasına inen yeşilimsi beyaz çizgiler, sanki ayakta durmasını sağlayan dayanaklardı. Bu çizgilerin, demir parmaklıkların ardındaki ruhunu temsil etmesi olasılığı da vardı; onu düşündüm sonra…” (Aşk Pişirmek, Çağla Yeşili, S.7)

Yukarıda bayramdan önce yayınlanan yeni kitabım ‘Aşk Pişirmek’ten alıntılar okudunuz… Yazılarımı okumayı seviyorsanız, ‘Aşk Pişirmek’ kitabındaki 7 hikâyeyi seveceğinizi düşünüyorum… Ankaralı Şair-Akademisyen ‘Prof.Dr. Mehmet Can Doğan’ yayına hazırladı, Ankaralı yayınevi ‘Çolpan Kitap’ yayınladı. İlk olarak Ankara’nın kitapçısı ‘Dost Kitabevi’nde satışına başlandı… Duygular pişer mi? sorusunun cevabı kitapta…

CANIM NE ÇEKTİ BİLİYOR MUSUN? ‘CAFE ECLAİR’

Fransızcada ‘éclair’, ‘şimşek, kıvılcım’ anlamına geliyor… 19.yüzyıldan beri Fransa’da pişirilen bu nefis tatlının lezzetinden olsa gerek; hızlı yapılıp hızlıca tüketildiği için bu isim verilmiş olmalı… Çikolataya ve özellikle de çikolatayla lezzetlenen eklere düşkün Ankaralılar en iyisinin Kavaklıdere, İran Caddesi’ndeki meşhur Hayat Apartmanı’nın altındaki butik kafe ‘Cafe Eclair’de olduğunu bilir… Tam tamına 10 yıldır neredeyse her sabahın köründe hiç üşenmeden uyanıp kendi elleriyle bu şahane ekleri pişiren sevgili ‘Tamer Hiçyılmaz’ ve ailesine minnet borçluyuz dersem; bu şahane eklerin tadını bilenler bana mutlaka hak verecektir. ‘Aşk Pişirmek’ kitabındaki hikâyelerimden birinde hem çikolataya hem de eklere düşkün kadının bu tutkusuna yenildiği anları ve başından geçenleri anlattım. Hikâyeyi okurken kendinizden geçebilirsiniz… Hikâyenin kahramanı kadının hem iştahınızı hem de duygularınızı kabartacağını garanti edebilirim… Kitaptaki hikâyeyi vakitlice okumanızı tavsiye ederim zira ‘Cafe Eclair’ akşam 22.00 de kapanıyor…

ANNE-KIZ ELELE ‘GURME TOST’

Yazının Devamını Oku

Siz yokken Ankara daha güzel

20 Haziran 2024
“Dayanılmaz olan yaşam değilmiş aslında, insanlarmış.” (Franz Kafka)

Pandemi zamanlarındaki sessiz ve kimsesiz vaziyetinden halliceydi bayramda Ankara… Belli ki şehrin yarıdan fazla yaşayanı bir şekilde bulmuş buluşturmuş… Üstünden, başından, boğazından kısmış bir şeyler ayarlamış ve kendini şehrin dışına atmayı başarmış. Kimi sahile inmiş, kimi köyüne, kimi de sevdiğinin kollarına… Herkes kendi denginde bir yerler bulmuş tabii ki kaçmaya… Ancak biz kaçtılar demeyelim de sosyal medya ağzıyla seyahate gittiler diyelim. Bu havalı durumun ilanı gerek değil mi ama? Sosyal medyadaki hesaplar bir anda kaçış pardon seyahat hikâyeleri ile süslenmeye başladı… Kimi bulutlar arasından uçak kanadı, kimisi lüks araçların, vapur, feribot ya da köprü geçiş görüntüleri… Bazısı meşhur mola yerlerinde yedikleri geleneksel yiyeceklerle verdikleri pozları paylaştı… Kaçışlarının öyküsü ile varıp yerleştikleri otellerinin manzaralarına gıpta etmeyen var mıdır emin değilim… Seyahat imkânı bulamadığı için Ankara’yı bekleyen diğer yarısı, gitmediği için hüzünlü mü, mutlu muydu bilinmez ama kalanların yarısı açık olan AVM’lerde diğer yarısı da park, bahçe veya mesire yerlerinde bulabildikleri gölgelerde piknikteydiler… Ankara neredeyse tek başınaydı… Bir de ben vardım kafasında hunisi sokaklarında dolaşan deli gibi…. Hem sessizliği hem sükûneti dinlerken şehrin tadına doyasıya vardım desem aklımdan şüphe duyacağınız kesin… Ben; hazır şehrimi boş ve sakin bulmuşken ıhlamurların kokusuyla gölgelediği Ankara sokakları ile yaptığım yalnız ve sessiz muhabbetime gıpta etmeyeceğinizi biliyorum… Bu durum şehrin en sevdiğim hali desem? Gücenmeyin ama siz yokken Ankara daha güzel…

40 YILLIK ‘NİMET’ FIRINI

Ne güzel bir kelimedir ‘Nimet.’ Anadolu’da yemeğe özellikle de ekmeğe verilen diğer isimdir. Ve hatta ‘Nimet çarpsın ki…’ diye başlayan yeminlerimiz var…Güzel kadınlar ‘Nimet’ ismiyle ayrı bir kıymetlenir sanki… Pek fazla olmasa da erkekler de ara sıra ‘Nimet’leniyor bu isimden. Sadede gelirsek; Çankaya civarında yaşayanlar mutlaka bilirler… Ayrancı, Güvenlik Caddesi’nde 40 yıldır aynı yerinde bulunan fırının adı da ‘Nimet.’ Boşalan Ankara sokaklarında aylak aylak gezerken aldım kokusunu su böreğinin… Dayanmak ne mümkün… Ertesi sabah erkenden Nimet fırının yolunu tuttum… Karton kutusundan ayak üstü yediğim böreğin yanına fırında çay-kahve servisi olmadığından kendileri için demledikleri çaydan ikram ettiler… Sıcacık böreğin lezzeti katlandı…

HOLLANDA KURABİYESİ (HOLLANDEX)

16 yıllık çalışan Emre Özen anlattı… Fırında çıkan tüm ekmek, pasta ve kurabiyeleri geleneksel ustalar geleneksel yöntem ve malzemelerle pişiriyorlar… Normal somun ekmeğin bile farkı var diğerlerinden… Karakılçık’tan tutun da Dinkel’e kadar farklı unlardan yapılan ekmekler nefis kokuyor… Pastane ürünleri katkısız ve doğal yöntemlerle pişirildiği için çocukluğunuz geliyor aklınıza… Hollanda kurabiyesini hatırlarsanız, hani şu fındık tozu, tereyağı ve portakalla yoğrulan kurabiye var ya… Acı badem unuyla yoğrulan acı badem kurabiyesini veya bezeyi siz unuttuysanız anneniz unutmaz… Başka yerde bulmanız kolay değil, fırına gidin ve bu güzelliklerden siz de ‘Nimet’lenin derim.

HAKİKİ ‘ROMA’ DONDURMACISI

Yazının Devamını Oku

Ankara’da en iyi 5 dondurmacı

13 Haziran 2024
“Şayet herkesi mutlu etmek istiyorsanız lider olmanıza gerek yok, dondurma satın.” (Amerikan Atasözü)

Dondurma ile ilgili M.Ö 3000 yılına kadar uzanan ancak teyit edilemeyen belgesiz söylentiler var. Bu olur olmaz dedikodular biz insanların dondurma ile yaşadığı aşkı etkiler mi derseniz... Size ‘Aslaaa ve kat’a’ diyeceğim... Dilimizde dondurma kelimesinin eş anlamlısı ‘buzkaymak.’ Başkaca ülke dillerinde dondurmaya ‘dondurulmuş muhallebi’ ya da ‘donmuş yoğurt’, bazısında ‘sorbet’ veya ‘gelato’ verilen diğer isimler. Aslına bakarsanız dondurmanın hangi dilde söylenirse söylensin duyulduğunda insan ruhuna yansıttığı etkileşim ile verdiği tek bir duygu var; o da şu anda sizin yüzünüzde beliren ifadenin aynısı yani ‘mutluluk.’

4 GELENEKSEL 1 YENİ NESİL

Bayram boyunca keyiflenmek için yapılacak aktivitelerin en başında dondurmacı ziyareti olacaktır. Bayram boyunca açık olacak dondurmacıları, sıcaklar da hesaplanırsa yoğun bir bayram bekliyor. ‘Ankara’da en leziz ve doğal dondurmalar nerede yenir?’ sorusuna cevap bulmak pek de kolay olmadı. Öncelikle geleneklerine baktım, ardından kokusuna ve son olarak tadına baktım... Dondurmayı yapanlar yöntemini gelenekten ve atalarından aldıysa... Süt kokusu mest edici vaziyetteyse... Salep tadı damağınızdayken heyecan veriyorsa... Doğru yerdesiniz... Külahtaki dondurmanıza çekinmeden gömülebilirsiniz... En genci 50 küsur yıllık 4 geleneksel dondurmacı ile yöntemi Uzak Doğu’ya has ve eski olsa da bizim yeni nesil gençlerin en çok rağbet ettiği yeni nesil tava dondurmacısını eklememek olmazdı.

METO DONDURMA (DİKMEN-BEYTEPE)

Geçen sene ağustos sıcağında dondurmayla serinlemek için Yugoslavca’da ‘ballı’ anlamına gelen ‘Meto’nun Dikmen, Hürriyet Caddesi’ndeki yerine gitmiştim. Dondurmanın verdiği hazzın ‘Roma’ olduğunun farkına varınca, evvela çocukluğuma gitmiş ardından hem serinlemiş hem de mest olmuştum. En beğendiğim dondurması yoğurtlu olanıydı ve halen tadı damağımda desem abartmış olmam. Önce dedelerinin Üsküp’ten yola çıkarak başlattığı sonra da babalarının 1956 yılında Türkiye’ye geldiklerinde devam ettirdiği ‘Roma dondurması’ geleneğini şimdi de Dikmen’de Hüseyin ile Beytepe’de duran ağabeyi ‘Şeref Vatansever’ sürdürüyorlar. Beytepe Kanuni Sultan Süleyman Bulvarı’ndaki yerlerini yeni açtılar... Burada tüm dondurmalar efsane ama favorim ‘karadutlu’ya bayıldım.

MİRİTA DONDURMA (AYDINLIKEVLER-YAŞAMKENT)

Yazının Devamını Oku

Çok kötüyüz

6 Haziran 2024
“Düzenbazlığın evrenselleştiği bir dönemde, gerçeği söylemek devrimsel bir eylemdir.” (George Orwell)

Biz insanlar ne yazık ki çok kötüyüz... Hem de tasvir edilemeyecek kadar kötü... Zihnin; sınırları olmaksızın kurabildiğimiz hayalleri iyicil ve kötücül olarak ayırabilirsek... Kötücül olanlar açık ara kazanır mutlaka... Hafızanızı yoklarsanız, hatırlayacaksınız... Eskiden gerçek duygularımızla yaşıyorduk... Şimdiyse arzularımızın sahte dünyasına kapılmak hoşumuza gidiyor. Arzularımızın tetiklediği hayatları yaşıyor ve bundan sonsuz keyif alıyoruz... Kendimizce kurguladığımız bu yaşam tarzı, hakiki ve doğru yaşamdan daha şaşaalı geliyor, gözlerimizi kamaştırıyor ve içinde kayboluyoruz. Bunun için gerçek benliğimize ait olmayan her davranışımıza bir kılıf uydurmak yetiyor... Her şeyin doğrusunu, güzelini, özenlisini yapabileceğimizin farkındayken bile kendimizden kaçıyor ve bilmezmiş gibi yapıyoruz... Anlayacağınız kendi öz benliğimize baş kaldırıyoruz. Güvensizliğimiz bedene mi yoksa ruha mı o da belli değil... Kaybettiğimiz gerçek insanlık ve özgüvenle birlikte ya yapamazsam endişesi, yanında da ‘Yapsam ne olacak ki? Kim anlayacak? Anlarsa nasıl anlayacak?’ tereddütleri de var. Bu yüzdendir ki; kendisini olduğundan farklı gösterme çabası içinde yaşayanlara seslenmek istiyorum. Olmuyor arkadaşlar... Olmuyor! Cidden olmuyor! Size benzer sahte dünyalarda yaşayanlar dışında kimse görmüyor gösterdiğiniz abartılmış sizi... O kadar belli ki sahtekârlığınız... Bir çiçekle yan yana durduğunuzda sırıtıyorsunuz... Yürekten gelmeyen gülüşü yüzünüze oturtamıyorsunuz, eğreti duruyor ve karanlığın fotoğrafı oluyorsunuz. İyicil ve gerçekçi insanlar insanlık onuru adına utanıp sizi görmemek için bakışlarını kaçırırken, siz aynadaki yansımanızda ne görürsünüz de hayranlığınız kendinize tutunur kalır?

ÇOCUKLUĞUMUZUN ÇİKOLATACISI ‘SİAL’

Son yıllarda çikolataların lezzetinde çok farklı gelişmeler oluyor... Aroma, dolgu ve görünüm ağırlıklı üretimlerle biz çikolataya tutkun insanlar alışkın olmadığımız tarzda avlanmaya çalışılıyor. Çikolata düşkünü biri olarak defalarca bu yeni nesil avcılar tarafından avlandığımı söyleyebilirim. Çikolataya zafiyeti olan herkesin kolaylıkla ve hatta gönüllü olarak av olmak isteyeceğini, siz de bir çikolata düşkünüyseniz kabul edersiniz mutlaka. Beni avladıklarında, tadına her baktığım çikolatayı bayıla bayıla yerken kendimden geçtiğimi söylemezsem çikolatasını yediğim yeni nesil üreticilere haksızlık etmiş olurum... Evet, bayılarak yiyorum ancak farkında olmadığım hep bir eksiklik varmış onu anladım... Neymiş bu eksik diye sorduğunuzu duydum tabii... ‘Çocukluğum’ cevabını siz de biliyorsunuz ama benim gibi farkında olmayabilirsiniz... Yaşı 40’ları aşmış gençler hatırlayacaklardır... Eskiden dolgu yoktu, fındık, fıstık, incir, portakal gibi kuruyemiş ve kuru meyvelerle zenginleşirdi çikolata. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı Mahallesi 2715. Sokak’taki geleneksel çikolatacı ‘Sial’ ve kadın girişimci ‘Yeşim Tekin’ çocukluğumuzdaki damak zevkini yakalayarak yüzde yüz çikolata tatmini yaşatıyorlar... Burayı yeni keşfettim. Çikolataların tadına bakarken baygınlık geçirmek üzereydim... Tahinli çikolata efsane, badem ezmesi, nefis... Çocukluğunu özleyenler hemen gitmeli...
ETİMESGUT ‘KİRAZÇİÇEĞİ’

Yazının Devamını Oku

Ohh dünya varmış...

30 Mayıs 2024
“Evrende iyileştirebileceğinizden emin olabileceğiniz tek bir yer vardır; o da kendi benliğinizdir.” (Aldous Huxley)

Yağmurun ağaçların yapraklarına değdikten sonra sekerek bahar tazeliğinde yüzünüze değdiğini düşünün... Bunu daha önce farkında olmadan yaşayanlarınız vardır mutlaka. Unutmadıysanız hissettiklerinizin tarifini yapabilir misiniz? Düşünün biraz... İsterseniz gözlerinizi yumun ve o an’a geri dönün... Bu tarifi istediğim birkaç arkadaşım gibi siz de bana ‘Hayır olmuyor havaya giremiyorum, istersen duşa gireyim’ diyerek laf da sokmak isterseniz, alınmam... Yine de ısrarla deneyimlemenizi öneririm... Ben bu durumu keşfettikten sonra her seferinde aynı duyguları yaşamaktan keyif aldığımı belirtmeliyim. O yüzden size tarifini yaparken düşünmeden ‘Aşk’ diyeceğim. Ve hatta biraz daha ileri gidip hem de sırılsıklam olanından diyeceğim... Burun kıvırdınız belki de... Aşkı neredeyse unuttuğumuzun farkında mıyız? Sadece dilimize dolayıp anlamını kaybettiğimiz aşkın gerçek duygularını hatırlayan var mı? ‘Yuh yani şimdi de çok abartıyorsun’ der misiniz? Bence demeyin ama deneyin... Yağmur çiselemeye başladığında evinize en yakın parka gidip ağacın altında herhangi bir banka oturun. Yağmur hızlandığında size damlaları doğrudan değmeyecek ama yapraklardan seken pıtırcıklar teninize değdiğinde yüzünüze çiçek gibi bir gülümseme oturacak, ardından derin bir nefes alıp ‘Ohh dünya varmış’ diyeceksiniz... Bu aşk değil de nedir ki? Mutluluk bu kadar ucuz ve kolay aslında, nedense zorlaştırmak için her şeyi yapıyoruz. Sadece biraz istek gerekiyor... Yaşama isteği, yanına biraz saygı, biraz merhamet, azıcık kanaat ve bolca sevgi yetiyor aslında... Hepsi de bedava yani. Ohh dünya varmış...

YÜZDE YÜZ İTALYAN ‘VENTO ITALIANO’

İlk girdiğinizde Roma’nın eski sokaklarında tesadüfen girdiğiniz ve İtalyan yemekleri pişiren bir restoranda olduğunuzu düşünebilirsiniz... Unutmayın... Ankara’dasınız ve GOP Attar Sokak’taki ‘Vento İtaliano Ristorante’desiniz. Son zamanlarda gittiğim en güzel restoran dersem abarttığımı düşünmeyin lütfen... Restoranın iç mimarisi ayrı, bahçesinin peyzajı ayrı güzel. İçinin havası Rönesans dönemleri İtalya ve hatta Roma’yı anımsatıyor... Bahçesi Ankara’da bildiklerimin arasında en güzeli ve adeta bir cennet köşesi diyebilirim... ‘Ohh be dünya varmış!’ diyebileceğiniz cinsten bir atmosferi var. Eşinizle, sevgilinizle veya ailenizle yeniden sevgi ve aşk tazeleyeceğiniz kıvamdaki ortamın büyüsüne çekinmeden ve rahatlıkla kapılabilirsiniz. Günün sonunda aşk ve sevgide kazanan siz olacaksınız, yemekle birlikte buna garanti verebilirim...

İTALYAN YEMEK SANATI

Yemeğin sanat olduğu konusunu sık sık tekrarladığımı beni takip edenler bilirler. Vento İtaliano’da tattığım bütün yemeklerin birer sanat eseri niteliğinde hazırlandığını söyleyebilirim. Tadıma gazeteden arkadaşlarım sevgili Murat Yılmaz ve Haşim Kılıç’la birlikte gittik. Restoranın iletişim danışmanı zarif kadın ‘Hayret Sümer’ ve deneyimli şef ‘Sertan Gürkan’ ağırladılar. Dana kaburga ve mozzarella dolgulu, Sicilya usulü sokak lezzeti risotto topları ‘Arancini’ ile başladık. Aralarda geleneksel minestrone çorba, nefis salata ve birkaç şahane atıştırmalıkların detaylarına girmeyeceğim. Dana bonfileyle hazırlanan pizzası enfesti ve adını ‘Bistecca & Parmiggiano’ olarak not edin. Ana yemekte Milano usulü pişirilen taze safranlı risotto yatağında 14 saat ağır ateşte fırınlanmış dana incik ‘Ossobuco’ vardı. Tadını alanlar tutkuyla müptelası oluyorlar... Yemeğe eşlik eden kokteyllere bayıldım, mutlaka tadına bakın. Finalde tiramisu ve Rüzgâr Kule anlamındaki ‘Vento Torre’ tatlıları sizi mest edecek.


Yazının Devamını Oku

İğde kokusu

23 Mayıs 2024
"Bir keresinde Picasso’ya eserlerinin ne anlam ifade ettiği sorulmuştu. ‘Kuşların ne cıvıldadığını anlıyor musun? Hayır, ama yine de dinliyorsun’ cevabını vermiş. Bazen sanatta önemli olan sadece bakmaktır. (Marina Abramovic)"

Birkaç hafta önce sokaklarda dolaşırken Leylakların bahar esintisi ile yayılan kokusu beni benden almıştı... Şimdilerde neredeyse her sokakta bulunan iğde ağaçları ile apartmanların bahçe girişindeki tagları süsleyen kırmızı güllerin enfes kokusu beni mest ediyor... Bahar esintisinin diğer mevsimlerdeki esintilerden farkı bu nefis kokuları taşıyıp burnumuzun dibine kadar getirmesi sonra da yüzümüze bir gülümseme kondurması değil mi zaten. Bana da oluyor... Sokaklarda olmayı her halükârda seviyorum, bu dönemlerde tabiri caizse aklım başımdan gidiyor... Yüzüme bir tebessüm bedenime bir hafiflik iniyor, yürüyüşüm değişiyor. İyimserlik kaplıyor içimi... Her iğde ağacına rastladığımda yaklaşıp birkaç saniyeliğine de olsa derin derin nefesleniyorum... Dünyayı hissetmenin yanında güzelliklerin de farkına varıyorum...Baharı hatırlıyorum öncelikle... Aklıma sevgi geliyor... Doğaya olan aşkım depreşiyor, içim bir hoş oluyor... Yaşama sevincine sıkıca tutununca günüm renkleniyor... Bu benim düşüncem tabii ki... Romantik mi dersiniz... Melankolik mi bilemem... Ne derseniz deyin ama kızmayın lütfen... Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşı içerisindesiniz biliyorum... Gergin, mutsuz hatta umutsuz olanlar da var... Sadece birkaç saniyeliğine duygularınızı serbest bırakıp kendiniz olmayı deneyin... Evdeyseniz balkona çıkın, dışarıdaysanız uygun bir yerde durun ve gözlerinizi yumun. Başınızı göğe doğru kaldırın birkaç defa arka arkaya derin nefes aldıktan sonra sadece dünyayı koklayın... Yeminle rahatlayacaksınız! Ardından keyif gelecek, güleceksiniz...

SANATI ANKARA’YA SEVDİREN KADIN DİLEK KARAAZİZ ŞENER

“Ankara sanatı zaten seviyor” diyeceksiniz ama ben “Geçmiş zamanda seviyordu” diye düzelteceğim... Zira eskiden Ankara’da sanatın her dalıyla fiili olarak yakından ilgili ailelerin sayısı şimdikinden daha fazlaydı. Sanata ilgi yeniden çoğalmaya başladı diyerek umudumu taze tutup sizi de bir nebze rahatlatmak istiyorum. Ankara’da son yıllarda gerçekleştirilen iyi sergilerin altında imzası bulunan Küratör, Sanat Tarihçi ve akademisyen Dr. Dilek Karaaziz Şener de benimle aynı fikirde. Dilek’le Kennedy Caddesi’ndeki Çankaya Belediyesi’nin Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nin ikinci katında buluştum. Hedefim Ankara’ya sanatı yeniden sevdirmeye başlayan bu kadını yakından tanımaktı. Ankara Üniversitesi, DTCF Sanat Tarihi bölümünden mezun olduktan sonra sanatın akışına kapılıyor. Otuz küsur yılda onlarca serginin yapımında çalışarak elde ettiği birikimini Hacettepe Üniversitesi’nde sanat tarihi derslerinin yanı sıra hazırladığı ‘Sergi Yapımcılığı (Küratörlük)’ dersi ile öğrencilerine aktarmaktan duyduğu memnuniyeti anlatırken gözlerinin içi gülüyor. Bu yıl gerçekleşen ve altında imzası bulunan Erimtan Müzesi’ndeki ‘Gencay’ ile CerModern’de sergilenen ‘Nuri Abaç’ın, ‘Acâibü’l Mahlûkât’ sergileri katılımcıların memnuniyeti açısından ön sıralara çıkmış ve yaptığı sergi turlarının methini çok duymuştum. Bu turların kazandırdığı bilgi ve sanatsal doyum, Ankaralılara sanatı sevdirmek anlamında çok faydalı olmuş. Küratörlüğünü yaptığı son sergisini 27 Mayıs’a kadar Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gezebileceğiniz ‘Yüzyılın Tanığı Cumhuriyet’ sergisinin senaryosunu da sevgili Dilek Karaaziz Şener yazmış. Hem sevgili Dilek’i hem de Cumhuriyet’i yakından tanımak için... Bu sergi kaçmaz...

KAVANOZ KAVANOZ SANAT...

Tatlının da sanat olmasını istiyorum... Nereden çıktı bu demeyin lütfen... Tatlının doğrudan insan ruhuna hitap ettiğini söylersem çoğunluğun bana katılacağını biliyorum. En büyük zafiyetimizin tatlıya karşı olduğunda da hemfikiriz sanırım... Güzel tatlı pişirenlere sanatçı denmesine kimse itiraz etmeyecektir mutlaka... Sevgili Banu Nakas tam 7 yıldır kavanoz içinde hazırladığı nefis tatlıların tadını bilenler yıllardır değişmeyen lezzetine de tutkunlar. Ben de tutkunum elbette ve artık sanatçı gözüyle baktığım sevgili Banu ile sanatını icra ettiği atölyesine ruhumun sanatsal gereksinimini gidermek için gidiyorum dersem abartmış olmam. Benim gibi düşünen çok fazla sanatsever var diyebilirim. Henüz ‘Kavanozdaki sanatın’ farkında olmayan ve fiziki olarak tadına bakmayan sanatsever varsa ayıplarım demeyeceğim ama bir an önce Birlik Mahallesi’ndeki ‘Pone (Tatlı) Dessert’in sevimli dükkânına gitsin derim. Kavanozda ‘Limone, Panna kota, Tiramisu, Cheescake, Wonka’ isminde ve daha saymadığım birçok sevgiliniz olacak... Uğrayıp aşkın kavanozdaki haliyle bir an önce tanışın lütfen.

Yazının Devamını Oku