Aziz Devrimci

Ah gençlik

19 Mayıs 2022
“En üzüldüğüm şey, gençlerin en güzel vakitlerini aptalca dertlerle geçirmekten yaşamaya fırsat bulamamalarıdır…”(Goethe)

İnsanın ömr-ü hayatında en verimli olduğu yıllar değil midir gençlik yılları? En verimli, en yaratıcı ve en üretken olduğu kadar, hataların da en çok yapıldığı yıllardır aynı zamanda. Bir yandan yaptığı hataları gördükçe büyüdüğünü fark etmeli, bedenini ve ruhunu geleceğe hazırlamak için tedbirler almalı. Diğer yandan hayatın olağan akışına ayak uydurmalı, gençlik ateşini diri tutmalı ve bunun için de sürekli içindeki kıvılcımı harlamalıdır. Geçim sıkıntısı, gelecek endişesi, işsizlik, iş bulamama kâbusu, fırsat eşitsizliği ve daha nice aptalca dertle mücadele ederken yukarıda bahsettiğim beden ile ruhun geleceğe hazırlanması veya gençliğine doyması sizce mümkün müdür? Yaratıcılığını kullandıkça üretkenliği artan gençliğin; cebelleştiği dertler sayesinde bu özelliklerini kullanamayıp düştüğü çaresizliğin sebebi akıllarının bir karış havada oluşu mu? Yoksa biz yetişkinlerin onlara yeterince hazırlayamadığımız geleceklerini kondurduğumuz temelsiz, basit, geçici ve kullan at düzen mi? Asıl sorun bizdeyken; kabahatle birlikte sosyal medyaya yüklenen mutlu hayat görüntülerinin kamera arkasında, aslında mutsuz ve umuttan yoksun gençliğin birbirlerine attığı “Trip”lerin (Trip atmak:Tepkili olsa da, her şey normalmiş gibi davranmak)” müsebbibi de biz değil miyiz acaba? Ülkenin kurucusu bu ülkeyi önce gençlere sonra da çocuklara emanet etmedi mi? Bizim “Trip”ler neye? Öyleyse yetişkinler kenara, gençler sahaya! 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’mız kutlu olsun.



BİR ANKARA KLASİĞİ ARA SICAK

Ankara’nın klasikleşmiş mekânlarından Kavaklıdere Çevre Sokak’taki “Ara Sıcak” lokantasının dingin havasını seviyorum. Bulunduğu sokağın sükûnetini özümseyen konumu sayesinde yediğiniz her şeyin lezzeti de katlanıyor. Hem Ankara’yı, hem Ankara’nın balık sevdasını bir arada hissedebildiğiniz birkaç lokantadan olması sebebiyle sık gittiğim “Ara Sıcak”, her seferinde mest ediyor. Ankara’da gençliğimi birlikte geçirdiğim arkadaşlarım Levent (Kunta), Hikmet (Armut) ve Mehmet Ali (Memcik) ile karşılaşmam, araya zaman girse de dost sıcaklığının lezzetini de anımsattı “Ara Sıcak”. Yediğimiz leziz mezeler yanında bol soğanlı çoban salata, dil sarma ve ızgara da “cozzlamış” deniz levreği, nostaljik sohbetimize eşlik etmekle kalmadılar unuttuğumuz Ankara ağız tadını da canlandırdılar. Eski nesil genç kalanlardan Savaş Ülgü ile yeni nesil gençliğinden Kaan Tarakçı’nın “Ara Sıcak”ta birlikte harmanladıkları “Ankara Havası” nefis hazlar veriyor, solumanızı tavsiye ederim.

Yazının Devamını Oku

Uyku hali

12 Mayıs 2022
“Sabırlısın ama beklemiyorsun, özgürsün ama seçmiyorsun, müsaitsin ama hiçbir şey seni harekete geçirmiyor. Hiçbir şey istemiyor, hiçbir şey talep etmiyor, hiçbir şeyi dayatmıyorsun. Hiç dinlemeden duyuyor, hiç bakmadan görüyorsun.” (Georges Perec, Uyuyan Adam)

Bir uyku haline kapılmış gibiyiz. Uyumak ile uyumamak arasında kalan bir vücut sersemliğine, belki de bir akıl tutulmasının etkisine direniyoruz. Uykuya mı yoksa uykusuzluğa mı direnişimiz o da belli değil. Uyursak çok şey kaçıracağız gibi bir hisle uyanık kalmaya çalışıyor, uyumazsak yeni umutlara gebe sabahlara geç kalkacağımız endişesiyle cebelleşiyoruz. İki seçeneği kaçırmamak arzusuyla kilitlenen duyguların tarifi de çok zor. Bir kararsızlık, belirsizlik durumu mu? Yoksa her iki durumdan kazançlı çıkma arzusu mu? İlk seçeneğin “En kötü karar, kararsızlıktan evladır” cevabını gelenekselleşmiş etik değerlere sahip herkesin biliyor ve uyguluyor olması gerek diye düşünüyorum. İkinci seçenek ise elde etmek arzusunun simgesi, şimdilerdeki popüler bakış açısı “Kazan kazan, illaki kazan”ı çağrıştırıyor. Son yıllarda pek kullanmadığımız ruhumuzun, küsüp, vücudumuzu terk etmesiyle boşalan yere yerleştirdiğimiz “açgözlülüğün” beynimizi de istila ettiği ve bencil düşünceyi hâkim kıldığı bir bakış açısı “illaki kazan”. Kimseyle kötü olmadan; her düşünceye zorlanmadan adapte olabilen, etik değerleri güncelleyerek duruma göre uyarlayabilen, başkaları uykudayken, uyanık kalarak gece karanlığında elde ettiği ayrıcalığı, fırsatı değerlendirme olarak empoze eden bir düşünce biçimine kitlendik. İllaki kazanmak uğruna benliğimizi kaybediyoruz... Cidden kitlendi duygular; uyanın artık!



SARGUS BALIK

Ankara’nın balık konusundaki maharetini başta İstanbullular olmak üzere sahil kentleri balıkçıları da bilir ve kabul ederler. Balığın en tazesini avlandığı yerden bile çok daha yoğun şekilde tüketen biz Ankaralılar, lezzetlisini pişirmeyi de biliriz. Özellikle balığı incitmeden, sanata dönüştüren balık lokantaları var. Bunların başında Nenehatun Caddesi’nde yeni açılan “Sargus Balık” geliyor. Geçenlerde sahil kenti Antalya’da yaşayan eski dostum Mehmet Ali Tarakçı (Memcik) ile gittiğimiz, Sargus’un mutfağında Şenol Usta varken bu deneyimli salon ve mutfak kadrosunun başındaysa çocukluğu bile balık lokantalarında geçen babadan balıkçı “Kerem Ülgü” var. Kerem’in yeniliklere açık vizyonunu seviyorum. İşlettiği balık lokantalarının her zaman lezzet odaklı olması güven, diğer balıkçılarda bulamayacağınız çeşitliliği barındırması da heyecan verici. “Özel soslu kıvırcık salatası” adı gibi hakikaten özel ve salata severlerin mutlaka tatması gerek.

Yazının Devamını Oku

Ha gayret yaşam...

5 Mayıs 2022
“Yaşamının anlamını arayıp arayıp- hep bulduğunu sanıp, hep bulamadığını anlayıp- hep yeniden araman, doğrudur: yaşamın anlamı tam da odur işte: hep arayıp arayıp- bulduğunu sanıp bulamadığını anlayıp- hep aramak zorunda olduğun...” (Oruç Aruoba)

Çocukken, büyümenin heyecanıyla, vereceği ayrıcalıklı erişkin mutluluğu hayal ediyoruz. “Gençlik başımda duman, ilk aşkım ilk heyecan” vaziyetleriyle heyecanımızın katlandığını düşünüyoruz... Öyle de oluyor. Tasarladığımız hayatın küçükken kurguladığımız bir “evcilik oyunu” olmadığının farkına varana kadar geçen “lay lay lom” dönemleri tükendikçe, her istediğimizi elde etmeye alıştığımız çocukluk ve gençlik dönemlerine, yaşamın verdiği “havada bulut sen bunu unut” cevabı acıtsa da; mücadeleye devam ederek kendimizi ispat arayışı teselli oluyor. Kapıldığımız yetişkinlik heyecanının, çocukken kurguladığımız hayaller kadar göz kamaştırıcı ve sahici olmadığı gerçeği ile yüzleştiğimiz yarı olgunluk zamanlarında önce burkuluyor, ardından da kabullenmediğimiz zorluğunun üstesinden gelememekle kırılıyoruz... Ancak “pes etmek yok, ha gayret yaşam” sloganlarıyla kırgınlığın yanına biraz umut koyup “devam” diyoruz. Umutlarımızın zamanla tükeneceği olgunluk dönemlerinde sık kullanmaya başladığımız “zaman su gibi akıyor” cümlesi hızımızı kesiyor, zamanla girdiğimiz amansız yarışın mutlak kaybedeni olduğumuzun da farkına varıyoruz. Mutluluğun çocuk olabilmekten geçtiğini kavramakta geç kalmış olsak bile, önce çocukluğumuzun saflığına sığınıyor, sonra da yetişkin görünümlü çocuk olabilmenin yollarını aramaya başlıyoruz. Bulanlara selam olsun...


YEMEĞE DOKUNAN SEVGİ

“Gelenek” ve “yemek” kelimeleri yan yana geldiklerinde; gerek içerdikleri anlam derinliği ile çağrıştırdıkları hisler, gerekse paylaşımla kucaklaşma öncelikli kültürel alışkanlıkların insan ruhuna kazandırdığı doğal saflık ve davranışlara kattığı değerlerle birlikte eşsizleşirler. Birlikte, beraber, el ele gibi paylaşım anlamlı kelimelerin geleneklere ve kültüre olduğu kadar yemeklere de verdiği lezzetin farkında olduğumuzda, yaşamın da tadına varıyoruz. Hep beraber yenen yemekle, tek başına yenen yemek arasındaki lezzet farkı; insan olabilmenin değişmez kuralı yani “sevgiyle” ölçülmelidir. “Yemeğe dokunan sevgi, insana da dokunuyor” içinizde o sevgi yoksa lütfen yemeğe dokunmayın, hatta mümkünse hiçbir canlıya da.

Yazının Devamını Oku

Kucaklaşmak

28 Nisan 2022
“Bu devir sıradan insanın en parlak zamanı. Duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir.” (Fyodor Dostoyevski)

Ya sürekli geçmişte yaşıyoruz ya da geçmişin şekil verdiği alışkanlıklarımızdan vazgeçip yenilerine kapılmaya çalışıyoruz... Ama olmuyor, çok sakil duruyoruz... Ne geçmişten ders çıkarmayı ne de geleceği planlamayı beceremiyor, ‘mış’ gibi yaparak kendimizi gizliyoruz. Gizlemeye çalıştığımız dengesizliğimiz bir şekilde bizi ele veriyor, modern de olamıyoruz, geleneksel de... Ortaya çıkardığımız abuk sabuk hem gelenekten hem modernlikten yoksun bakış açımızla güya yeni bir çehreye ve düşünceye büründüğümüzü sanıyoruz. Davranışlarımızda takındığımız geçmişle gelecek arası değerlendirmelerde adil olamadığımız gibi, eşit de olamıyoruz. Boyutlar arasında kuramadığımız empatinin hep bizden yana olmasını beklerken, başkalarının adil ve eşit bakış açısını yok sayıyoruz. Duygusuzluğumuzu, bireysellikle, bilgisizliğimizi kibrimizle, tembelliğimizi teknolojiyle, yeteneksizliğimizi şanssızlıkla örtmeye çalışırken aslında başımızı kuma gömdüğümüzün de farkında olmuyoruz. Oysaki; geçmiş gelecekle ahenk içinde kucaklaşmalı, gelenekler, yeniyle harmanlanırken kurulacak dengenin zihnimize kazandıracağı melodinin keyfiyle soluyacağımız samimi nefes ruhumuzu da beslemeli.

ALİ MUHİDDİN HACI BEKİR

İstanbul Eminönü’nde halen hem yerini hem de ismini koruduğu dükkânı açarak şeker ve lokum üretimine başlayan Bekir Efendi aslında Kastamonu’nun Araç ilçesinden 1777 yılında İstanbul’a geliyor. Hazırladığı şeker ve lokumun namı saraya kadar dayanınca, saraya davet edilerek sarayın şekerci başı nişanıyla ödüllendirilip hacca gönderiliyor. Hacdan döndükten sonra isminin önüne gelen “Hacı” ve günümüze kadar ulaşan “Hacı Bekir” adıyla şeker ve lokumun Türkiye’de en bilinen markası oluyor. Hacı Bekir; gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet döneminde yurt dışında Türkiye’yi temsil etmiş olmanın da gururunu taşıyor. Bugün ailenin altıncı kuşak temsilcisi “Leyla Celalyan” tarafından yönetilen Hacı Bekir’in geleneksel üretim şekli, lezzetiyle birlikte korunurken, şimdiki nesil gençler tarafından da sevilmeye başlanmasını heyecan verici buldum. Şekerin herkesi mutlu ettiğini ve 245 yıldır geleneksel olarak insanları mutlu eden bir aileden geldiğinin altını çizen sevgili Leyla Celalyan, işine olan aşkını da itiraf ediyor. Sevgili Leyla’nın “Bu iş genetiğimize bile kodlanmış olabilir” düşüncesi bu geleneğin gelecek nesillere aktarılması konusundaki endişelerimi de gidermiş oldu. Gerek manzarası gerekse Botanik Parkı’na ile içli dışlı oluşuna bayılarak sık sık gittiğim Ankara’nın simgesi “Atakule”ye, geleneksel Hacı Bekir şekercisi ayrı bir lezzet katmış, tatmanız gerek.
VAZGEÇİLMEZ ‘AKİDE ŞEKERİ’

İlk olarak Kastamonu’nun Araç ilçesinde yapıldığı rivayet edilen Akide şekerine, kepçeden mermere döküldüğünde parayı andıran formu yakaladığı için “Mangır Şekeri” de deniyor. Osmanlı döneminde ulufe divanı günü yeniçerilerin maaşlarının dağıtıldığı yemekten sonra, padişah ve asker arasında yapılan anlaşmaya “Akit”, bu akit sebebiyle iki tarafın rahatlaması için ikram edilen şekere de “Akide şekeri” denmiş. Akide, bakır kaplarda su ve şeker kıvamını yakalayana kadar saatlerce pişiriliyor. Soğuması ve farklı meyve, yemiş ve baharatlarla yoğrulup hemhal edilmesi için genişçe mermer taş tezgâh üzerine dökülüyor. Uygun kıvamın elde edilmesi usta ellerin dokunuşunu gerektiren akide şekerinin son safhasında; şeker kurumadan özel makasla kesilmesi yine maharetli eller gerektiriyor. Akide şekerine değişik meyve çeşitleri, tarçın, fındık, fıstık katılırken, Hacı Bekir’in susamlı akidesi, tarçınlı olanı ile birlikte vazgeçilmez klasiklerden.

RAHAT ÛL HULKÜM (LOKUM)

Anonim ve geleneksel bir reçete lokum. “Boğaz rahatlatan” anlamına gelen “Rahat ul hulküm” denmesi anonim oluşuna da işaret. 19. yüzyıl başlarında İstanbul’da Hacı Bekir’i ziyaret eden bir turistin telaffuz etmekte zorlandığı ismini kendi diline çevirerek kullanması hem dilini hem boğazını rahatlatınca ismi yayıyor ve bugün dünyaca bilinen “Turkish delight” son halini alıyor. Anonim reçetesi un, pekmez veya bal, çeşidine göre yemişler veya gül mayası kullanılarak hazırlanan lokum; sonradan Hacı Bekir’in yurtdışında edindiği deneyimleri geleneksel bilgilerle harmanlayarak; üretimde kullanılan un’un yerine mısır nişastası, bal ve pekmez yerine de rafine şeker kullandığı lokumun bugünkü form ve kıvamının da bir anlamda mucidi oluyor.

Yazının Devamını Oku

‘(H)iç’ huzur...

21 Nisan 2022
“Sadece dünyanın ve kendisinin hiçliğini idrak eden, o sonsuz güzelliği görür. Sakin, dingin, kendi kendine yeten ve kendisinin ötesine bakmadan aydınlanan bir fanilik güzeldir.” (Byung Chul Han–Zen Budizm Felsefesi)

(H)iç huzurun, mutlulukla ya da tam tersi; mutluluğun iç huzurla ilgisinin olduğunu düşünüyoruz ki; ikisi de çok doğru. İç huzurumuzu elde etmek için farklı yöntemler denerken, sadece kendi mutluluğumuzu en öne koyarak, en kolay ve göz alıcı rotalara kapılıyor, hırslarımızın kılavuzluğunda yanlış yolda olabileceğimiz “hiç” aklımıza gelmiyor. Büyükçe bir ev, iyi bir araba, güzel-yakışıklı bir sevgili veya karı-koca, uzak diyarlara seyahat edebilme yetisi, bolca kıyafet, güzel yemekler vesaire istekler işte(hiç yani..). Kısacası konforlu bir yaşama ulaştıklarında mutlulukla birlikte iç huzuru da elde edeceği gibi kesinleşmiş yargılar var. “Paranın mutlulukla bir ilgisi olmalı” varsayımını eksik buluyorum. Eksiğin ne olduğu konusunda karar vermekte zorlanıyor, arzularımızın tetiklediği eksiklerin gerçekçi olduğunu sanıyor olabiliriz. Manevi yönümüzün ihtiyaç duyduğu ulvi bir şeylerin eksikliği hep vardı; onu arıyoruz gibi hislere “hiç” kapılmıyor muyuz? Sevdiklerine zaman ayırmanın, karnını doyurabilmenin, sağlıklı bir beden ve ruha sahip olmanın, kendiyle ve dünyayla barışık olmanın, ego ve hırslardan arınmış, olabildiğince doğal ve beklentisiz bir yaşamla iç huzuru elde ettiğine inananlar “hiç” mi yok? Mutluluk bu kadar ucuz ve “hiç” aslında, nedense zorlaştırmak için her şeyi yapıyorduk. Sadece biraz istek gerekliydi... Yaşama isteği, yanına biraz sevgi, biraz merhamet ve biraz da kanaat yeterliydi...



‘CALLEBAUT’

Kuvertür(yüksek oranda kakao ve yağı içeren çikolata türü) çikolata üreticisi “Callebaut” 1911 yılında Belçika’nın “Lebbeke” kasabasında kurulduğundan günümüze kadar aynı lezzet ve özeni göstermekle bilinir. Kakaoyu “tüm-kavurma”(kabuklarıyla kavurma) geleneksel yöntemini yüz yılı aşkın süredir uygulayan “Callebaut”; bu kavurma tekniğiyle kakao kabuğu içindeki tüm aroma ile aromatik yağların korunmasına izin verir ve bunları tamamen çikolatada serbest bırakır. Butik ve kaliteli çikolata üreticilerinin tercih ettiği “Callebaut” çikolatasının; özgün, etkileyici ve mutluluk salgılayan aromasına tutkumuz da bundan kaynaklanıyor.

Yazının Devamını Oku

Bir kalbimiz var (mı?)

14 Nisan 2022
“Vücudumuz; sadece bacaklar, kollar gibi uzuvlardan oluşsaydı, hayata tahammül etmek kolay olurdu. Ne yazık ki, içimizde kalp adını verdiğimiz o küçük organı da barındırırız.” (Marcel Proust)

Kalple ilgili düşüncelerimiz karmakarışık. Ya kullanmayı bilmiyoruz ya da fazlasıyla yükleniyor, kalple zihin arasındaki dengeyi kuramayarak allak bullak oluyoruz. Düşünceler zihnimizin eseridir. Zihnimizde ilk belirdiklerinde iyi ya da kötü olduklarını anlayabilmek için kalbe yolluyoruz ki; bu doğal ve her insanın farkında olması gereken bir devinimdir. Öncelikle kalpte barınan vicdan, merhamet ve sevginin süzgecinden geçiyorlar sonra da zihinde yuvalanmış ego, kibir ve hırslardan olabildiğince arınarak gerçek ve kalbi duygularımız oluyorlar. İyi ya da kötü kalp diyoruz ya, kalbin bir kabahati yok aslında. “Kötüsü” zihnimizden geçirdiğimiz düşüncelerin kalbimize uğramadan önceki ham ve işlenmemiş hali. “İyisi” ise kalbe uğrayıp süzülen, yumuşayan ve işlendikten sonra yüzümüze yansıyan gülümsemedir. Eğer doğal olarak gülümseyemiyorsanız, zihinden kalbe giden yola bir set kurup bağlantıyı kesmiş, kalbi devre dışı bırakmışsınızdır ki, bu bir duygusal savunma durumu da olabilir. Bir de doğal olmayan bir gülümseme var, hani “Pis pis” deriz ya, burada kalp yine devre dışı ama kalpten geçmiş gibi bir algı yaratır, ona aldanmayın. Çok da kötümser olun demiyorum... Bazen sezgilerine güvenmeli insan. Safiyane duygularla içinden geçirdiği düşüncelerin geri dönüşü çok hızlı olabiliyor. Hayatın akışına kapıldığımızda çoğunlukla karamsarlığın çökmesine verdiğimiz toleransı, umuda ve güzelliklere de vermeliyiz.



KAVAKLI KÖFTECİ

Geçenlerde Çukurambar, Kızılırmak Caddesi’nde dolanırken gördüğüm “Kavaklı Köfteci” tabelasına inanamadım, içeri girdim ve sordum. Sevinçle çıktım tabii, en sevdiğim köfteci Ankara’ya gelmişi daha ne isteyeyim. Bodrum’da yazlığı olanlar çok yakından bilir “Kavaklı Köfteci”yi. Yalıkavak, çarşı içindeki salaş dükkânın önünde lezzet için sıra beklerken ya da oturduğunuz tahta masalarında her yerde rastlayamayacağınız yoğunlukta, midesine düşkün tanıdık veya meşhur simalara rastlayabilir, hatta yan yana köfte yiyebilirsiniz. Köftenin lezzetli büyüsüne kapıldıysanız yanınızda kimin olduğunu bile fark etmeyebilirsiniz ki; genelde de öyle oluyor. Köfteci Zekeriye Akdemir’in 80’li yılların sonunda seyyar başladığı köftecilik serüveni, Bodrum’da tatil yapan İngilizlerin ve jet sosyetenin yoğun ilgisine cevaben kurduğu 1AZ köfte ile Londra’ya kadar uzanıyor. Tamamen bir aile işletmesi olarak kurulan Kavaklı Köfteci’de Baba Zekeriye Londra’daki dükkâna gidip gelirken, çekirdekten yetişme köfteci ve Siyaset Bilimci kızı Meral ile iç mimar kızı Cansu Bodrum’daki dükkânların her kademesinde çalışabiliyorlar. Londra’da hem ekonomi okuyup ardından MBA yapan oğul Orhan Akdemir de Ankara’daki köftecinin ocağında köfte yoğurup, pişiriyor. Biz Ankaralılar için ne büyük şans diye düşünmeden edemedim. Duymadık demeyin, Bodrum’un havası da köftesi de ayağımıza kadar gelmiş... Haberiniz olsun, vakit kaybetmeden uğrayın.

Yazının Devamını Oku

Maksat ve irade

7 Nisan 2022
“Başarılı olmak istiyorsan tek bir kurala saygı duymalısın..- Kendine asla yalan söyleme…” (Paulo Coelho)

Niyet’in sözlük anlamı ‘Maksat ve irade’ demektir. Biraz daha açarsak; fiile bağlı olarak bir şeyi yapmayı isteme, bir şeyi yapmayı zihninde tasarlama, önceden isteyip düşünme, kişinin içindeki bir amaca yönelme istek ve düşüncesi olarak tanımlanıyor. Dilimizi konuşurken, doğru, yanlış olduğunu bilmeden ya da araştırmadan, kelimeleri duyduğumuz biçim ve anlamda kullandığımızdan olsa gerek; esas anlam derinliğinden de uzaklaşıyoruz. Zamanla anlam içeriğini basitleştiren cümleler içinde kullanmakla, kelimede esas verilmek istenen duyguları da basitleştiriyor hatta önemsizleştiriyoruz. “Niyetim seni görmekti ama gelmişken senden bir şey isteyeceğim” cümlesindeki “Hem gönlünü hem parasını alayım” yaklaşımı esas niyet midir siz değerlendirin. Buna benzer davranışların olağanlaştığını, hepimizin bu yöntemi gayet iyi kullandığını inkar etmemek gerek. Sorunumuz da burada başlıyor işte; önce kelimeleri sonra duyguları, neticesinde de niyeti yani maksat ve iradeyi kötü emellerimize alet edince hem kendimize hem de karşımızdakine söylediğimiz yalanla yaratmaya çalıştığımız güzel duygunun samimiyetsizliğini de görmezden geliyoruz. Esas niyetimizi ‘gönül alarak’ kamufle etmenin verdiği geçici rahatlıkla anı kurtarmanın kendimize olan saygımızı zedelediğini görmüyor olmak da cabası. Sağlıklı beden ve sağlıklı ruh hali için inancın önerdiği ‘Niyet’ sadece aç kalarak geçiştirilecek kadar kolay bir ritüel midir, yoksa zor da olsa açlıkla birlikte iradeye hakim olarak kötü ve yalan düşüncelerden arınmak mıdır düşünmek gerek!
ÇİÇEK LOKANTASI

Bana göre Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın özel statü ile geleneksel yemekleri ve pişirim yöntemi ile gelenekselmiş lokantaları kültürümüzü yaşatmak anlamında koruma altına alması, gelecek nesilleri olumlu yönde etkileyecektir. Ankara’nın halen yaşayan hatta simgeleşmiş zaten çok az olan eski esnaf lokantalarından biri ‘Çiçek Lokantası.’ Özellikle altını çizmek istiyorum ki; isminin önünde ve arkasında hiçbir şey yok. Sade ve sadece ‘Çiçek Lokantası.’ Beypazarılı rahmetli ‘Hakkı Tabak’ kurmuş, oğulları Önder ve Cengiz Tabak babalarının koyduğu prensiplerle neredeyse unutulmak üzere olan gerçek anlamdaki ‘Lokantacılık’ geleneğini sürdürüyorlar. İki lokantanın ilki, kurulduğu 1968 yılından beri aynı yerde olma özelliğindeki az sayıda lokantadan birisi. Ulus, Çankırı Caddesi’nde. Diğeri Söğütözü, 2176. Sokak’ta 2011 yılından beri hizmet veriyor. Bunu belirtme gereği duydum, zira benim bile yanıldığım taklitleri, ‘Çiçek’ isminin önüne ve arkasına yaptıkları ilavelerle biz geleneksel yemek düşkünü Ankaralıları, yarattıkları sahte ‘Çiçek’ algısı ile bir süreliğine yanılttılar.



ÇİÇEK KOKUSU

Çiçek Lokantası’na girip yemeklerin teşhir edildiği tezgâha yanaştığınızda, yemekten ziyade geleneklerimizin kokusunu alırsınız. Davet edildiğiniz evin ev sahiplerinin misafirlerini karşılama sıcaklığında bir samimiyeti sezersiniz. Çalışan herkesin yüzüne iliştirilmiş çiçek gibi gülümsemeye karşılık verirken, size de bulaşan gülümsemenin kokusunu bile duyumsuyorsunuz. Çiçek yüzlü garsonların gömlek kol ve önlük kenarlarındaki yazıdan, hem hangi günde olduğunuzu hem de temizliği görüyorsunuz. Haliyle iştahınız da kabarıyor, içiniz çiçekleniyor. Başlangıcı Çiçek bamya çorbası ile yaparken, lezzeti aklınızı alıyor. Ardından yeşil zahter salatası ile hem zahterin hem de nar ekşisinin kokularıyla baharın farkına varıyorsunuz.

Yazının Devamını Oku

Uyanın... bahar gülümsüyor

31 Mart 2022
“Her sabah yeni bir potansiyele sahiptir ancak önceki günün talihsizlikleri üzerinde duruyorsanız, muazzam fırsatları gözden kaçırmaya eğilimlisiniz demektir.” Harvey Mackay”

Son birkaç gündür, baharın sıcak gülümsemesine rağmen, önceki günlerde karın soğuğuyla uyanışımız geliyor aklımıza ve tedirgin oluyoruz. Bu tedirginlikle baktığımız güneşin gülümseyişine güya aldanmıyor, kendimizi uyanık sanıyoruz. Yorgunluk basıyor aniden, miskinlik ve ardından karamsarlık tüm bedenimize hükmediyor, sıcak güne, soğuk duygularla başlıyoruz. İçimizin karanlığı günün aydınlığına inat, gözlerimizi karartıyor, baharın kokusunu, cıvıldayan kuşları ve güneşin parlaklığını görmezden geliyor, umursamıyoruz. Kararmış duygularımızla tüm günü karalıyor, sevgiden beslenen ruhumuzu gizlediğimiz dehlizden çıkarmak ve güne uyum sağlamak güvenli gelmiyor. Korkuyoruz aslında, birbirimizden korkuyoruz, çekindiğimiz ve kapılmaktan korktuğumuz o birbirimize verdiğimiz sevgi ve güvenin sahteliği belki de. Hayal kırıklıklarının damarlarımıza sızdırdığı sinsi güvensizlik hissi ile bu hislerin tükettiği sevginin yerine koyduğu güvenli samimiyetsizlik duygusunun bizi soktuğu karmaşıklık. Güzelliklerden ürkmeye başladık, gerçek olabileceklerini düşünemiyoruz artık. Sahte olabileceği sanrısıyla, ürküyor ve kapılmak istemiyoruz mutluluğa. Kendi duygularımızı dinlemeyi bıraktık, başkalarının tasarlayıp önümüze koyduğu duyguları istemesek de yaşıyoruz. Bütün bu olumsuzluklar sizi sizden aldı değil mi? Kolayca teslim oldunuz hatta... Baharı görmezden gelecek kadar doğadan kopmanın güvenli suniliği içinde mutsuzsunuz biliyorum. Kendinize dönün ve siz yeniden siz olun. Günü de kaçırmayın, gerçeği de... Hadi ama uyanın! Bahar gülümsüyor.



HEM PASTANE HEM DE ‘ZAHİRE’

Zahire’nin kelime anlamı çok derin. Aşlık deniyor, kışlık da tahıl ambarı veya deposu da deniyor, kiler de denebilir. Tümünün çağrışımı ise el emeği, alın teri ve üretimde birleşiyor. Zahire kelimesi ayrıca hem Anadolu’ya hem insana hem de doğa ve saflığa da dem vuruyor. Uzun zamandır kullanmadığım bu kelimeyi kullanmama sebep; Çayyolu Bangabandhu Bulvarı üzerindeki çarşı içinde bulunan ‘Zahire Pastanesi’ oldu. Çoğunlukla olumlu yorumlar duyduğum bu pastaneye gittiğimde, pastanenin 1930’lu yıllarda Ulus’ta açılmış ‘Musluoğlu Pastanesi’nin üçüncü kuşak temsilcileri tarafından işletildiğini öğrendim. Yemek menüsü koymayan, geleneksel pastanenin Ankara’da kalan çok az örneğinden bir tanesi olması ayrıca hoşuma gitti.

Yazının Devamını Oku