Paylaş
Ülkemizin idari sistemi hakkında çok fazla bilgi sahibi bir toplum sayılmayız ama, hepimiz iki dereceli seçimle işbaşına gelen Cumhurbaşkanı'nın fazla yetki sahibi olmadığını biliriz.
Ama böyle bir makamda oturan insan, kendisine kanunlarla tanınmış yetkiler kadar, kişisel ağırlığıyla da toplumu etkileyebilir.
Bundan önceki iki Cumhurbaşkanı Özal ve Demirel, başka ülkelerin yöneticileriyle dostluk ilişkileri içinde olduklarını söyleyerek övünürlerdi. Dolayısıyla işadamları bir başka ülkede başları sıkışsa onlara başvurur, onlar da sağa sola telefon edip (Özal), mektup yazıp (Demirel), Türkmenbaşı benim, Kırgızbaşı senin, bu sorunları halletmeye çalışırlardı.
Şimdiki cumhurbaşkanı ise daha ‘‘halkçı’’ bir görüntüye sahip. İşadamlarının ona mektup yazıp şu ya da bu yurtdışı ihale için yardım istediklerini sanmam.
Şimdi bakıyorsunuz, Cumhurbaşkanı'na başvuranlar, komşu koruya bina yapılmasını istemeyen bir mahalle halkından tutun da, polis baskısına uğrayan turistik belgeli meyhane sahiplerine kadar çok geniş bir yelpaze oluşturmuş.
Cumhurbaşkanı bu talepleri nasıl karşılayabilir? Hükümete durumu iletip araştırılmasını istemekten başka bir şey yapamaz. Yani talebi haklı bulsa bile manevi bir baskı uygulayabilir, o kadar.
Meşruti bir kraldan daha fazla yetki sahibi olmayan Cumhurbaşkanı, bütün diğer kapılar denendikten sonra başvurulacak en son mercidir. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı'na gelen bu tür talepler ne kadar fazlaysa, insanlar o kadar sıkışmış demektir. Bu sosyal bir istatistik bile olabilir.
Paylaş