CHP İstanbul Milletvekili Didem Engin ülkemizde Down sendromlu bireylerin ve ailelerinin yaşadıkları sorunların araştırılması için Türkiye Büyük Meclisi’ne bir önerge sundu. 19 Şubat tarihli önergede, Down sendromlu bireylerin sosyal, toplumsal, kültürel, ekonomik ve sportif hayata etkin bir şekilde katılımlarını sağlayacak önlemlerin tespit edilmesi de önerilmekte. Engin, önergeyi sunduktan sonra 21 Şubat tarihli oturumda söz alarak meseleyi şöyle özetledi:
“Biliyorsunuz Down sendromu bir hastalık değil bir kromozom farklılığı. Ülkemizdeki yaklaşık 70 bin Down sendromlu birey ve ailelerinin Meclisten beklentileri var. Her sene tekrar tekrar rapor almak için çektikleri çilenin son bulması, doğumun hemen ardından erken eğitim ve fizyoterapiye erişimin kolaylaştırılması, örgün eğitim içinde kalarak bütünleştirme eğitiminin yaygınlaştırılması, bakımevi ve rehabilitasyon merkezlerinin kapasitelerinin artırılması, iş hayatına etkin katılım gibi konularda bizden destek bekliyorlar. Başarılarıyla gurur duyduğumuz çok sayıda Down sendromlu birey var, onlara inanmalı ve güvenmeliyiz. Tüm bu sorunların çözüm önerilerini konuşmak üzere hazırladığım kapsamlı araştırma önergesi bu konuda Meclise sunulan ilk önerge.”
Sayın Engin’in araştırma önergesinin gerekçesinde de belirttiği gibi; Down sendromu bir hastalık değil, sıradan bir insan vücudunda 46 kromozom varken, bazı kişilerde bu sayının 47 olması sonucunda oluşan genetik bir farklılık. Bu kromozon anomalisinin nedeni tam olarak bilinemiyor, fakat istatistikler ortalama olarak her 800 doğumda bir görüldüğünü ortaya koyuyor. Dünyada Down sendromlu 6 milyon civarında; ülkemizde ise, elimizde sağlıklı veri bulunmamakla birlikte, yaklaşık olarak 70.000 Down sendromlu birey bulunduğu tahmin ediliyor.
Down sendromlular genel olarak yaşıtlarından daha yavaş büyüseler ve zihinsel gelişimleri geriden gelse bile, uygun eğitim programları ile toplumsal hayata katılabiliyor, katkıda bulunabiliyor ve çeşitli başarılar kazanabiliyorlar. Didem Engin’in vurguladığı gibi, Down sendromlu çocuklar ve yetişkinlerin hayatlarını mümkün olduğunca bağımsızca sürdürebilmeleri için nitelikli eğitim hizmetlerine erişimlerinin etkin bir şekilde sağlanması büyük önem taşıyor. Bu nedenle, Down sendromlu bebeklerin doğumun hemen ardından erken eğitime ve fizyoterapiye başlamaları gerekiyor.
Engellilerin çalışıyor olmaları önlerindeki engelleri kaldırmaya bizzat katkıda bulunmaları, hayata karışmaları ve ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaları açısından büyük önem taşıyor.
Ülkemizde devlet memurluğu engellilerin istihdam olanağı bulabilecekleri alanlardan biri. Devlet Personel Başkanlığı’nın Eylül 2017’de güncellenen istatistiklerine göre; engelli devlet memuru kadrolarında 49.873 kişi çalışıyor, engelli kontenjan açığı ise 13.441. Ağustos 2012-Ağustos 2017 arasını kapsayan beş yıllık dönemde ilan edilen 34.928 kadroya yerleşen aday sayısının 31.193 olduğu, en yoğun kadro ve yerleşimin ise ortaöğretim grubunda bulunduğu görülüyor.
Bu kadrolardan birine yerleşmek isteyen engelli bireyin ilk yapması gerekenlerden biri Engelli Kamu Personeli Seçme Sınavı’na (EKPSS) girmek. Bu sınavın koordinasyonunu yürüten ÖSYM 22 Nisan’da gerçekleştirilecek sınav için oldukça kapsamlı bir kılavuz hazırlamış. ÖSYM Aday İşlemleri Sistemi (https://ais.osym.gov.tr) üzerinden ya da ÖSYM Merkezleri’nden şahsen başvurabileceğiniz sınavın son başvuru tarihi 21 Şubat, Çarşamba.
Genel Yetenek ve Genel Kültür testlerinden oluşan sınav adayların engel gruplarına ve öğrenim düzeylerine uygun olarak tasarlanıyor. Testlerde toplam 60 soru bulunuyor ve sınav süresi 60 dakika. Adayların engel durumlarına göre dezavantajlarını ortadan kaldıracak sınav uyarlamaları mevcut.
Görme engelliler için testlerde grafik ve şekilli sorular sorulmuyor. Görme engelliyseniz, başvurunuzu yaparken büyük punto (16 veya 18 punto) ile basılmış soru kitapçığı talep edebilir ve testleri genel engelliler gibi cevaplayabilirsiniz. Ya da sınav için size okuyucu ve işaretleyici yardımı verecek bir görevli atanmasını talep edebilirsiniz; bu durumda size sınav süresinin 2/3’ü kadar ek süre veriliyor. Engelli Sağlık Kurulu raporunuzda Görme Sistemi, Göz Hastalıkları, Görme Bozukluğu vb. oranınız % 25 ve üzerindeyse, yani az görmekle birlikte soruları kendiniz okuyabilecek durumdaysanız ve sınavda okuyucu yardımı talep etmediyseniz, bu defa da size 30 dakikalık ek süre veriliyor.
Ortopedik engelliyseniz ve ellerinizi kullanmakta zorluk çekiyorsanız, işaretleyici yardımı verecek görevli atanmasını isteyebilirsiniz ancak bunun için size ek süre verilmeyecek. Serebral Palsili iseniz, el ve baş hareketlerinizi sabit tutamıyorsanız okuyucu ve işaretleyici yardımı talep edebilirsiniz; bu durumda size de görme engelliler gibi sınav süresinin 2/3’ü kadar ek süre verilecek. Genel engelli olup yaygın gelişim bozukluğu veya özgül öğrenme güçlüğü bulunan bir aday iseniz, engel dezavantajını önlemek için size sınav süresinin 1/3’ü kadar ek süre tanınacak.
İşitme engelliyseniz ve bu durum ilköğretime başlama yaşı sonrası meydana geldiyse, diğer engel grupları içinde bulunanlar ile aynı testleri yanıtlamanız bekleniyor; ancak, algılamada gecikmeler olabileceğinden size sınav süresinin 1/3’ü kadar ek süre veriliyor. İşitme engeliniz ilköğretime başlama yaşı öncesine dayanıyorsa, size günlük ve yaygın olarak kullanılan kelimelerden oluşan soruların yer aldığı ayrı bir test sunuluyor ve sınav süresinin 1/3’ü kadar ek süre veriliyor. Dil ve konuşma engelli adaylar için de işitme engelli adaylar için olan uyarlamalar geçerli.
Zihinsel engelliler için engel durumları dikkate alınarak ayrı bir test hazırlanıyor ve sınav süresinin 1/3’ü kadar ek süre veriliyor. Soru kitapçığını hiç okuyamayan, okuyucu ve işaretleyici yardımı alması gereken zihinsel engellilere ise sınav süresinin 2/3’ü kadar ek süre tanınıyor.
Geçtiğimiz günlerde beni çok mutlu eden bir işbirliği haberi aldım. Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi ile Tohum Otizm Vakfı “Eğitime Uzanan Yol” adlı iki yıllık bir eğitim ve farkındalık projesi yürütmeye karar vermişler.
2003’ten bu yana faaliyet gösteren Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı, “Otizm Spektrum Bozukluğu” olan çocuklara erken tanı konulmasını sağlamayı, bu çocukların özel eğitim ile topluma kazandırılmasına öncülük etmeyi ve erken tanı ile özel eğitim olanaklarının yurt çapında yaygınlaştırılmasını amaçlayan bir sivil toplum kuruluşu.
Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi, kısaca TANAP, Hazar Denizi’ndeki sahalarda üretilen doğal gazın öncelikle Türkiye’ye, ardından Avrupa’ya taşınmasını hedefleyen büyük bir altyapı projesi. TANAP, Güney Kafkasya Boru Hattı (SCP) ve Trans-Adriyatik Boru Hattı (TAP) ile birleşerek Güney Doğal Gaz Koridoru’ nu oluşturuyor. Yani yaşadığımız coğrafyanın ve komşularımızın enerji ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli bir rolü var.
TANAP, boru hattının geçtiği yörelerde çeşitli sosyal ve çevresel çalışmalar yürütüyor. Örneğin, ekolojik çalışmalar sonucunda daha önceden literatürde bulunmayan 9 fauna ve 1 flora türü belirlenmiş. Yine bu yörelerde yürütülen arkeolojik çalışmalar sonucunda 106 arkeolojik ve/veya kültürel miras alanı tespit edilmiş ve korunmasına katkı sağlanmış.
TANAP’ın Sosyal ve Çevresel Yatırım Programları kapsamında fon sağladığı altı projeden biri de Tohum Otizm Vakfı tarafından yürütülen “Eğitime Uzanan Yol” Projesi. Bu projenin amacı özel eğitim uygulama merkezleri, özel eğitim sınıfları ve kaynaştırmada öğrenim gören otizmli çocukların nitelikli özel eğitim hizmetlerine kavuşmalarını sağlamak. 2017–2019 yılları arasında yürütülecek olan proje kapsamında, öncelikle Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı güzergâhı üzerinde yer alan 11 ilde toplam 33 özel eğitim sınıfının eğitim materyalleri ile donanımı hedefleniyor. Proje boyunca, bir yandan da, otizm konusunda öğretmenlere ve ailelere yönelik eğitim programı geliştirilerek eğitim atölyeleri düzenlenmesi planlanmış durumda. Bu kapsamda, 33 formatör, 990 öğretmen ve 1.100 aileye eğitim verilecek. Ayrıca, bölge halkına ve yerel karar alıcılara yönelik farkındalık seminerleri de düzenlenecek. Söz konusu iller şöyle: Ardahan, Kars, Yozgat, Erzincan, Giresun, Ankara, Sivas, Kırıkkale, Kütahya, Balıkesir ve Edirne.
Tohum Otizm Vakfı Kurucu Başkan Yardımcısı Aylin Sezgin; uygulamalı eğitimlerin öğretmenlerin otizm konusundaki bilgi ve beceri düzeylerini arttıracağını, projenin otizm alanında çalışan uzmanlara yol göstereceğini, otizmli çocuk ve ailelerinin de nihai faydalanıcı olacaklarını belirtiyor.
Dileğim, sanayi ile sivil toplumu bir araya getiren bu önemli projenin diğer kurum ve kuruluşlara örnek teşkil etmesi ve bu gibi projelerin ülke genelinde yaygınlaşması.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Gönüllülük; “bir bireyin maddi karşılık ve başka bir çıkar beklentisi içinde olmadan, ailesi ya da yakın çevresi dışındaki bireyler için toplumun yararına olduğu düşünülen bir hedefe ulaşmak için kendi isteği ile veya ihtiyaç doğrultusunda, toplumsal girişim bünyesinde yer alarak sürdürdüğü faaliyetler” olarak tanımlanıyor. Birçoğumuz çevremizde, yaşadığımız mahallede veya kentte imkânlarımız ölçüsünde gönüllü etkinliklerde bulunmaya çalışıyoruz ya da en azından bunu aklımızdan geçiriyoruz. Kendimizce küçük de olsa farklar yaratabildiğimize inanıyorum ben. Şimdi yarattığınız farkı, gösterdiğiniz çabayı başkalarını da gönüllülüğe heveslendirmek için paylaşmanızın zamanı geldi. Gönüllü Platformu, gönüllü projenizle katılabileceğiniz bir yarışma düzenliyor.
Gönüllü Platformu, Gönüllülük Eğitmeni ve Yazar İnal Aydınoğlu’nun kurucusu olduğu Gönüllü Hizmet Vakfı öncülüğünde 2016 yılında 5 Aralık Dünya Gönüllüler Günü’nde kurulan yeni bir oluşum. İyilik İçimizde Derneği, Göz Nurunu Koruma Vakfı, AKUT Arama Kurtarma Derneği, Kadıköy Sağlık Eğitim Merkezi Vakfı (KASEV), Türk Böbrek Vakfı gibi Sivil Toplum Kuruluşları’nın da destek verdiği bu platform çeşitli alanlarda faaliyet gösteren kurumsal ya da bireysel gönüllüler arasında iletişim sağlamayı, etkileşimi geliştirmeyi, gönüllülerin bilgilerini ve deneyimlerini paylaşmalarını teşvik etmeyi amaçlıyor. Gönüllülerin sosyal medyadaki iletişim aracı olmayı hedefleyen Gönüllü Platformu, bir yandan da, farkındalık yaratarak gönüllülük duygusunu geliştirmek ve gönüllü hizmet veren insan sayısını artırmak için çalışıyor.
Gönüllü Hizmet Vakfı sponsorluğunda Gönüllü Platformu tarafından düzenlenen Gönüllü Hikâyeleri Yarışması’nın amacı bir yandan gönüllülük kavramının önemini vurgularken bir yandan hayata geçirilecek gönüllülük projelerini tek platformda toplayıp farkındalık yaratmak. Yarışmaya katılan projeler arasından jüri üyeleri tarafından seçilecek ilk on proje yapılan röportajlar ile Gönüllü TV Youtube kanalından yayınlanarak kamuoyuna tanıtılacak. Ayrıca, projelerine destek olarak birinciye 3.000 TL, ikinciye 2.000 TL, üçüncüye ise 1.000 TL ödül verilecek.
Gönüllü Hikâyeleri Yarışması’na katılmak için bizzat yaşadığınız ya da çevrenize duyduğunuz veya gördüğünüz bir gönüllülük hikâyesini anlatan bir video çekerek Gönüllü Platformu Facebook (https://www.facebook.com/gonulluplatformu) sayfası üzerinden özel mesajla göndermeniz yeterli. Gönderinizde projenizin ismini, telefon numaranızı ve adres bilgilerinizi iletmeyi de ihmal etmeyin. Gönüllü Platformu, gönüllülük yaparken çektiğiniz video ya da fotoğrafları da başvurunuza ekleyebileceğinizi hatırlatıyor. Projenizi 15 Şubat’a kadar gönderebilirsiniz. Sonuçlar 25 Şubat 2018 tarihinde açıklanacak.
En son 1 Ocak günü yayımlanan yazıma “Bugün yeni bir yıla, yeni umutlarla başladık. Hepimiz karşıladığımız bu yeni yılın geçtiğimiz yıl yaşanan olumsuzlukları unutturmasını, birbirinden güzel aydınlık günler getirmesini istiyoruz.” sözleriyle başlamıştım. Sizler bu yazıyı 1 Ocak günü okudunuz ama ben o yazıyı birkaç gün önceden hazırlayıp teslim etmiştim. 31 Aralık gününü ve gecesini ailemle geçirmeyi, yeni yılı birlikte karşılamayı planlıyordum.
Ancak 30 Aralık sabahı beni çok üzen bir durum yaşadım. O kadar çok üzüldüm ki, başka hiçbir şey düşünemez oldum. 31 Aralık sabahı kahvaltı ederken fenalaşmışım. Ateşim çıkıp nöbet geçirmeye başladığımda bizim ev ahalisi telaşlanıp bu tür durumlarda hep imdadımıza koşan doktorum Tuncer Bey’i aramışlar. Tuncer Bey beni hemen hastaneye götürmelerini söylemiş. Aile dostumuz Gökhan Bey beni 12 dakika içinde Koç Üniversitesi Hastanesi’ne yetiştirmiş. Mercan yolda nabzımı alamadıklarını ve çok korktuklarını anlattı. Yüksek ateş, solunum sıkıntısı ve satürasyon düşüklüğünü gören Acil Servis Ekibi beni derhal Yoğun Bakım’a göndermiş. 9 günü Yoğun Bakım’ da olmak üzere 21 günlük hastane maceram böyle başlamış.
Hastaneye vardığımızda şuurum açıkmış ama bana soracak olursanız değil hastaneye geldiğimi bir gece önce arkadaşım Jale ile yaptığımız erken yılbaşı kutlamasını bile hatırlamıyorum. 31 Aralık gecesi vücudumdaki enfeksiyon yayılarak sepsise neden olmuş. Neyse ki hastane ortamında bu hemen fark edilmiş, septik şoka girmem engellenmiş ve iş çoklu organ yetmezliğine varmadan duruma müdahale edilebilmiş. Fakat solunum sıkıntısı gerilemeyince “orotrakeal entübe” edilip, yani hava yolunu açmak için ağzımdan bir tüp yerleştirilip, ventilatöre bağlanmışım. Yaklaşık bir hafta bu şekilde, çoğunlukla uyutularak Yoğun Bakım’ da yattım.
Anlaşılan o ki son zamanlarda kısmen yorgunluktan kısmen stresten bünyem çok zayıf düşmüş. Yaşadığım üzüntü de bardağı taşıran son damla olmuş. Nispeten sıradan sayılabilecek bir solunum yolu enfeksiyonu yayılarak vücudumu ele geçirmiş. Doktorlar önce bu inatçı enfeksiyonu temizlediler, sonra da akciğerimin tekrar kendi kendine soluyabilmesine odaklandılar. Anlatılanlara bakılırsa; ilk başlarda durum pek parlak değilmiş, “trakeostomi” yani nefes alabilmem için gırtlağımda bir delik açılması ve içine bir boru yerleştirilmesi bile gündeme gelmiş. Neyse ki bir haftanın sonunda solunumum biraz rahatladı; bunda enfeksiyonun gerilemesinin ve bu süre boyunca uygulanan nefes terapilerinin de payı büyüktü kuşkusuz. Nihayet 8 Ocak'ta ağzımdaki tüp çıktı ve akciğerlerimin hâlâ çalışabildiği anlaşıldı. Burundan oksijen desteği ve aralıklı bpap cihazı desteği ile idare edebilmeye başladım. Bu sayede Yoğun Bakım’dan çıkarak normal bir odada tedavimin devamına geçildi. 14 günün sonunda yoğun antibiyotik tedavimin de sonuna gelindi. Bu arada, hiçbir ihtimali gözden kaçırmamaya kararlı olan doktorlarım Dâhiliye, Endokrinoloji, Hematoloji ve Nöroloji konsültasyonlarını da gerçekleştirdiler. Ve sonunda beni hayata geri döndürdüler…
Bugün yeni bir yıla, yeni umutlarla başladık. Hepimiz karşıladığımız bu yeni yılın geçtiğimiz yıl yaşanan olumsuzlukları unutturmasını, birbirinden güzel aydınlık günler getirmesini istiyoruz. Bu yüzden yeni yılın bu ilk yazısına, Alternatif Yaşam Derneği’nin doğruluğuna yürekten inandığım umut veren “Kızlar Atakta” Projesi’ni konu almak istedim.
Alternatif Yaşam Derneği (AYDER), Türkiye’deki engellilere ve bütün dezavantajlı gruplara yönelik “Engellilik” olgusuna alternatif çözümler öneren yenilikçi ve sürdürülebilir projeler üreterek, “Engelsiz Türkiye”ye doğru giden yolda üzerine düşen görevleri yerine getirmek üzere kurulmuş bulunuyor.
AYDER’in “Kızlar Atakta” Projesi; 12–18 yaş arasındaki sosyal dışlanmaya maruz kalmış dezavantajlı genç kızların, çeşitli eğitimlerden geçirilerek, toplumda yüksek motivasyonlu, kendine güvenen, cesaretli ve girişimci bireyler olarak yer almalarını sağlamayı hedefliyor. Proje ile genç kızların kendilerine güvenlerini en çok kaybetme riski taşıdıkları ergenlik döneminde güçlü yönlerinin farkına varmaları, geliştirmeleri ve ifade etmeleri konusunda güçlendirilmeleri amaçlanıyor. Genç kızların kendilerini birey olarak geliştirebilmeleri, topluluk içinde kendilerini ifade edebilmeleri için doğa içinde spor etkinlikleri, yaratıcı sanat ve grup deneyimleri yoluyla kültür ve çevre ile kurdukları ilişkiyi geliştirmelerine yardımcı olunuyor.
“Kızlar Atakta” Projesi’nin kritik noktası, genç kızların yüksek motivasyon ve istekle “denemeye evet” diyebilecekleri bir özgüveni kazanabilmeleri. Doğada yapılacak grup çalışmaları, hedef odaklı spor aktiviteleri, başarmak, çalışmak ve iletişim kurmak için genç kızların ihtiyaç duydukları fiziksel ve duygusal tatmini sağlıyor.
İyisiyle kötüsüyle bir yılı daha geride bırakıyoruz. Sene boyunca engellilik ve erişebilirlik konusunda öne çıkan gelişmeleri, hepimizin zaman zaman yüz yüze kaldığımız sorunları, sosyal ve akademik etkinlikleri takip ederek sizlere aktarmaya çalıştım. Sizlerden gelen görüşleri hem okurlarıma hem de devlet kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının dikkatine taşımaya, sesimizi daha geniş kitlelere ulaştırmaya gayret ettim. Siz de bana bunu yapma gücü verdiniz. Bu yılın son yazısında, geçtiğimiz aylardan bazı örneklere bakıp 2017’de ne çok adım atıldığını hep birlikte hatırlayalım ve önümüzdeki yıla ümitle bakalım istedim.
Sizlerle birlikte birçok soruna parmak bastık, bazen de bilgilendik: Engelli Sağlık Kurulu Raporları’nın neden olduğu zorluklar ve bu raporlara itiraz hakkı; SGK Sağlık Kurumu’nun zekâ puanı (IQ düzeyi) 50’nin üzerinde, çalışma gücü kaybı ise % 60’ın altında olan Otizmli, Down Sendromlu, Zihinsel Engelli, Serebral Palsili engelli gençleri malul saymaması ve bu gibi engelli genç erkeklerin sosyal güvenlik haklarından yoksun kalmaları; SGK’dan akülü tekerlekli sandalye alımı; ÖTV indirimli araç alımı; bankacılık hizmetlerinde erişilebilirlik, şehirlerarası taşıma hizmetinde engellilerin erişilebilirliğinin sağlanması; gibi… Unutmayalım ki biz sorunlarımızı dile getirdikçe bu sorunlara çözüm bulunması hızlanacak.
Üstelik, sorunlarımıza çözüm bulmak konusunda yalnız değiliz. Bu yıl engellilerin haklarını savunmak ve hayatlarını kolaylaştırmak için çalışan birçok kurum ve kuruluşla da sizler adına bir araya geldim. Bu kurumlardan biri İstanbul Üniversitesi Engelliler Uygulama ve Araştırma Merkezi. 2017 – 2018 öğretim yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde “Engellilik Araştırmaları Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans Programı” açıldı. Bu programda eğitim alan öğrenciler çalışmalarını 3 Aralık Dünya Engelliler Günü münasebetiyle, “Engellilik Araştırmalarında Bilimsel Yenilikler” konulu etkinlikte sundular. Onların sunumlarını izlerken, Türkiye’deki engellilik algısının ancak bu gibi bilimsel programlarla daha hızlı değiştirilebileceğine inandım.
Ekim ayında, Sabancı Vakfı’nca düzenlenen “Ekim Zamanı – Deneyim Paylaşım Toplantısı”nda vakfın Hibe Programları kapsamında desteklenen ve projelerini tamamlamış olan altı sivil toplum kuruluşunun temsilcileri bir araya geldi. Bu toplantıya katılarak; Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi ‘nin engelliliğin ve engelli bireylerin ders kitaplarındaki temsiline dikkat çektiği ve engelli örgütlerinin de katılımıyla somut öneriler ortaya koyduğu “Eğitime Eşit Katılım” Projesi, Down Sendromu Derneği’nin ‘Takım Çalışması ile Başarırız’ mottosu ile gerçekleştirdiği “Bağımsız Yaşam İçin İş Koçu Destekli İstihdam” Projesi, Eğitimde Görme Engelliler Derneği’nin bütüncül bir bakış açısı geliştirmek için yürüttüğü “Engelli Üniversite Öğrencileri İnisiyatifi” Projesi, Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı’nın konunun uzmanlarını bir araya getirerek kaynaştırma eğitimi konusunda bir eğitici eğitimi ve öğretmen eğitimi programı geliştirilmesini sağlayan “Eğitime İlk Adım: Okul Öncesinde Kaynaştırma” Projesi gibi projelerle tanıştım ve sizlere tanıştırma fırsatı buldum.
19 Aralık akşamı, Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde, Anadolu Selçuklu döneminde sultanın kızıyla vezirin oğlunun dillere destan aşkını anlatan Tahir ile Zühre masalından uyarlanan müzikali izledim. Anadolu’nun bağrından kopup gelen, 15. Yüzyıldan beri dilden dile, sazdan saza, kulaktan kulağa aktarılan bu masalı; Eylem Pelit’in bestesiyle, Renan Bilek, Ayça Varlıer, Barbaros Büyükakkan, Seyyal Taner, Can Bora Genç, Kenan Dağaşan ve Zafer Erdaş gibi usta sanatçılardan dinlemek çok güzeldi.
Zorlu Performans Sanatları Merkezi açıldığı 2013 yılından bu yana çok çeşitli müzikallere, konserlere ve çeşitli gösterilere ev sahipliği yaparak İstanbullulara hizmet veriyor. Merkez’in 2190 kişilik Ana Sahnesi ile 678 kişilik Drama Sahnesi engelliler için erişilebilir olarak tasarlanmış. Her iki sahnede de ortopedik engelliler için özel koltuklar ayrılmış. Bu koltuklar engelli bir izleyici geldiği zaman yerinden çıkartılıyor ve izleyici boşaltılan yere kendi sandalyesi ile yerleşebiliyor. Bu özel yere, özel bir asansör ile kolaylıkla erişilebiliyor. Ayrıca, engelli birey ve refakatçisi etkinlikleri tek bir bilet alarak izleyebiliyor. Sonuç olarak, engelli birey ve refakatçisi söz konusu etkinliği % 50 indirim ile izlemiş oluyor.
19 Aralık akşamı salondaki yerimi, bana yol gösteren Zorlu PSM personeli eşliğinde kolaylıkla buldum. Yerim, özel asansörden indikten hemen sonraki sıranın ilk koltuğuydu. Koltuk benim için önceden yerinden çıkartılmış, sandalyemin yeri hazırlanmıştı. Hemen yerime yerleştim ve az sonra başlayan müzikali keyifle izledim.
Ne yazık ki İstanbul’da bu gibi sanat etkinliklerinde engelli bireyler pek fazla düşünülmüyor. Tarihi binalarda erişilebilirliğin sağlanması kolay olmasa da, yeni binalarda bu konunun düşünülmüyor oluşuna hiçbir mazeret bulunamaz. Gerçi tarihi binalar için de, binayı bozmadan uygulanabilecek çözümler olanaksız değil. Örneğin; Pera Müzesi’nin girişindeki merdivenlerin yanına, Bomonti Ada ana binasının birinci ve ikinci katı arasına engelliler için “platform asansörü” konulmuş bulunuyor.