Amerika Birleşik Devletleri Kaliforniya Üniversitesi araştırmacıları tarafından yapılan ve ‘Cell Stem Cell’ adlı bilimsel dergide yayımlanan ‘korona virüsü ile sigara arasındaki ilişki’ konulu çalışma, sigara içmenin vücudun bağışıklık sistemini zayıflatarak üç kat daha fazla hücrenin korona virüsü ile enfekte olmasına neden olduğunu ortaya koydu. Çin’de yapılan bir araştırma ise, sigara kullanan kişilerin korona virüsüne yakalanma riskinin 14 kat daha fazla olduğunu meydana çıkardı.
İnsan kök hücrelerinden solunum sistemi modelleri üzerinde yapılan laboratuvar çalışmalarına göre, sigara içmek ‘interferon’ adı verilen bağışıklık sistemi moleküllerinin düzgün çalışmasını engelliyor. İnterferon, vücut hücrelerinin çoğunluğunca sentezlenen ve bakterilere, parazitlere, virüslere ve urlara karşı etki gösteren çok önemli bir protein; yani bu moleküllerin düzgün çalışmaması istenmeyen neticeler doğurabiliyor.
Lokman Hekim Üniversitesi Ankara Hastanesi Doktorlarından Sibel Meryem Alpar’ ın ifade ettiği gibi; bağışıklık sistemi korona virüsü ile savaşmada önemli bir faktör. Bağışıklık sistemi yaşlılarda, kronik hastalığı olanlarda, kanser hastalarında, iyi beslenemeyenlerde ve bedensel ya da ruhsal olarak aşırı yorgun kişilerde daha zayıf oluyor. Dolayısıyla da bu kişilerde virüs enfeksiyonları daha ağır seyrediyor. Sigara ve nargile gibi tütün ve tütün ürünleri kullanımı da solunum yollarının savunma mekanizmalarını bozuyor ve Covid-19 dahil pek çok solunum yolu enfeksiyonunun gelişimini kolaylaştırıyor. Sigara içenlerde, akciğer hücreleri yüzeylerinde meydana gelen değişiklikler sonucunda, korona virüslerinin solunum yolu hücrelerine girişi kolaylaşıyor. Salgın sürecinde yapılan çalışmalarda, sigara içenlerde ağır zatürre ve solunum yetmezliği ile seyreden Covid-19 vakalarının daha sık görüldüğü ve bu grupta daha yüksek ölüm riski bulunduğu saptanmış durumda.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre de sigara içenlerin enfeksiyon kapma riski daha yüksek. Zira sigara içme eylemi ellerin dudaklar ile temasta olmasını gerektiriyor. Bu da virüsün elden ağza taşınma ihtimalini yükseltiyor. Nargile gibi birçok kişi tarafından paylaşılan tütün içme araçları da Covid-19 hastalığının yayılmasını kolaylaştırıyor. 29 Nisan 2020 tarihinde yayınlanan Dünya Sağlık Örgütü Halk Sağlığı Çalışmaları’ nın derlemesi, Covid-19 enfeksiyonunun tütün kullananlarda kullanmayanlara göre daha ağır seyrettiğini gösteriyor. Tütün kullanan kişilerde, solunum yollarında lokal bağışıklık düşük olduğu için, Covid-19 gibi mikroorganizmaların seyri de daha ağır oluyor. Avrupa Hastalıkları Kontrol Merkezi (ECDC) ile İngiltere Ulusal Sağlık Sistemi Vakfı tarafından da sigara içenlerin Covid-19’a karşı ‘riskli’ grup oldukları uyarısı yapılmış bulunuyor.
2004 yılında Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde kurulmuş bulunan Sosyal Politika Forumu, sosyal politika alanında bilimsel araştırmaları teşvik etmek ve politika süreçlerine katkıda bulunmak amacıyla çalışıyor. Forum’un sosyal politika konularına yaklaşımı, vatandaşlık haklarını merkez alıyor.
Research Worldwide İstanbul ise; hukuk başta olmak üzere sosyal, siyasal, ekonomik, sağlık bilimleri, tıp, çevre, mühendislik, teknoloji vb. alanlarda hak temelli çalışmaları geliştirmek, güçlendirmek ve kurumsallaştırmak amacıyla araştırma ve eğitim faaliyetleri gerçekleştirmeyi hedefleyen bir kurum. Bu hedef doğrultusunda uluslararası kurumlar, kamu kurumları, genel yönetimler, üniversiteler, barolar, sivil toplum kuruluşları ve iş dünyasıyla doğrudan iş birlikleri kurarak insan hakları araştırmalarının ve yükseköğretimde insan hakları eğitiminin çok disiplinli bir perspektifle güçlendirilmesi için çalışıyor.
Bu iki kurum, 2018 yılından beri, Lund Üniversitesi Raoul Wallenberg Enstitüsü’nün de desteği ile Engellilik Çalışmaları Lisansüstü Tezlerini ödüllendiriyor. Ödüller, her yıl bu amaçla düzenlenen bir törenle sahiplerini buluyor. 2018 ve 2019 yıllarında Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen törenler, bu yıl, pandemi nedeniyle Zoom üzerinden sanal ortamda yapıldı.
10 Aralık 2020 İnsan Hakları Günü’nde gerçekleştirilen “2020 yılı Engellilik Çalışmaları Lisansüstü Tez Ödülü Töreni” Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu Merkez Müdürü Doç. Dr. Volkan Yılmaz’ın açış konuşması ile başladı. Yılmaz, konuşmasında; İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin yetmiş iki yıl önce 10 Aralık’ta kabul edilmiş olduğuna, o günden bugüne insan hakları yaklaşımının çeşitli kişiler ve toplumsal hareketler tarafından daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir dünya oluşturmak için kullanıldığına ve kullanılmaya devam ediyor olduğuna değindi. Volkan Yılmaz, ayrıca, insan hakları yaklaşımını sürekli gelişen ve hiçbir zaman işlevini kaybetmeyecek bir yaklaşım olarak görmenin faydalı olduğunu ifade etti.
19 yaşıma kadar ben de herkes gibi sağlıklı biriydim. 18 yaşında, liseyi bitirir bitirmez evlenmiştim. O günün hayat şartları bugüne pek benzemiyordu. Örneğin; henüz Türkiye’ye bulaşık makinesi gelmemişti, yani bulaşıklar elde yıkanırdı. Çamaşır makinesi ise herkes için erişilebilir bir eşya değildi. Bu yüzden çoğu evde çamaşırlar da elde yıkanırdı. Tıpkı bizim evde olduğu gibi…
Ben o yıllarda bir yandan yüksek öğrenimime devam ediyor, bir yandan çalışıyor, bir yandan da ev işlerini eksiksiz yapmaya uğraşıyordum. Bir de bebeğim olmuştu. Annemlerle aynı apartmanda altlı üstlü dairelerde oturuyorduk. Edebiyat öğretmeni olan annem, kızımın doğumundan sonra onunla daha fazla vakit geçirebilmek için emekli olmuştu. Her sabah işe gitmeden önce kızımı kucağıma alıp üst kata, annemin evine çıkarır ve çalıştığım şirketin servis otobüsüne yetişebilmek için koşa koşa caddeye inerdim.
O zamanlar şimdiki gibi her mahallede bir market yoktu. Ben Feneryolu’ nda oturuyordum. Alışveriş edebileceğim tek market ise Şaşkınbakkal’ da idi. Haftanın en az iki günü servisten Şaşkınbakkal’da iner, zeminin bir alt katında yer alan marketin dik merdivenlerini iner, alışverişimi yapar ve aynı dik merdivenleri elimde torbalarla çıkar ve caddenin karşı tarafına geçerek dolmuşa binerdim. Feneryolu’ na gelince dolmuştan iner ve yine elimde torbalarla on dakika kadar yürüdükten sonra eve ulaşırdım.
Evde beş dakika bile dinlenmeden hemen mutfağa girer ve akşam yemeğinin hazırlığına başlardım. Bazen annem bizi akşam yemeğine davet eder, ben de evde biraz dinlenme fırsatı bulmuş olurdum. Yani hiç kolay değildi hayatım. Ama ben yine de çok mutluydum. Eşimi de evimi de işimi de okulumu da çok seviyordum.
Dominik Cumhuriyeti 1930’da ülke yönetimini ele geçiren Rafael Trujillo tarafından uzun yıllar diktatörlükle yönetildi. Ta ki Mirabel Kardeşler olarak tanınan üç kız kardeş Patria, Minerva ve Maria Teresa eşleriyle birlikte Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele vermeye başlayana dek…
1960 yılının Haziran ayında Patria tarafından kurulan Clandestine Hareketi’ne diğer kız kardeşler de katıldılar. Diktatörlük karşıtı mücadelenin sembolü haline gelen kardeşler ağır baskılara maruz kaldılar ve hapis cezalarına çarptırıldılar. 1960 yılının Kasım ayı başlarında Trujillo ülkede iki tehlikenin varlığından söz ederek Kilise’yi ve Mirabel Kardeşler’i hedef gösterdi. 25 Kasım 1960’da üç kız kardeş tecavüz edilerek öldürüldüler. Onların öldürülmesinden bir yıl sonra, Trujillo karşıtı hareket diktatörlüğün sona ermesini sağladı.
Mirabel Kardeşler’ in anısı, özgürlük ve insan hakları için verdikleri mücadele tüm dünyada insan hakları savunucuları ve kadın hareketleri için bir sembol haline geldi. Birleşmiş Milletler de 1999 yılında, 25 Kasım’ın “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü” olarak benimsenmesine karar verdi.
Birleşmiş Milletler tarafından her yıl, küresel ölçekte, “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü” nden başlayarak 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ ne dek devam eden “16 Günlük Aktivizm- Kadına Yönelik Şiddete Son Kampanyası” düzenleniyor. Sivil toplum kuruluşları ve kadın hakları aktivistleri tarafından başlatılan ve günümüzde dünyanın her yerinde çeşitli kişi ve kurumlar tarafından yürütülmekte olan kampanya, kadın ve kız çocuklarına yönelik şiddetin önlenmesi ve ortadan kaldırılması için bir platform ve strateji olarak kullanılıyor.
COVID-19 toplumun tümüne yönelik tehditler içeriyor olsa da çevresel ve kurumsal etkenler, kamu politikaları, hizmetlere erişememe, yoksulluk, işsizlik ve kendi özel durumlarına bağlı kronik rahatsızlıklar engellilerin salgından daha fazla etkilenmelerine, salgının psikolojik baskısını daha derinden hissetmelerine neden oluyor.
Görme engellilerin toplumun diğer kesimleriyle eşit hak ve olanaklara sahip, özel ihtiyaçları daima dikkate alınan bireyler olarak toplumsal yaşama etkin katılımlarının sağlanması amacıyla çalışan Türkiye Körler Federasyonu; pandemi sürecinde engelli kadınların haklarına yönelik ihlâllerle ilgili bir çalışma gerçekleştirdi.
Raporu “COVID-19 Pandemisinde Engelli Kadınlara Yönelik Hak İhlalleri” başlığı ile yayımlanan bu çalışma; bu yılın Ağustos-Eylül aylarında, “ETKİNİZ AB Programı” nın desteği ile 225 engelli kadınla yapılan anket sonuçlarına dayanıyor. “ETKİNİZ”, Avrupa Birliği’nin aday ülkelerde sivil toplumun güçlenmesi için uyguladığı Sivil Toplum Aracı Hibe Programı kapsamında finanse ediliyor. 7 Ocak 2019 tarihinde başlayan 3 yıl süreli Program, bir yandan sivil toplumun izleme kapasitesinin geliştirilmesine bir yandan da kamu kurumları ile sivil toplum kuruluşları arasında insan hakları alanındaki diyaloğun güçlenmesine katkı sağlamayı amaçlıyor.
Engelli kadınların barınma, istihdam, ekonomik durum, sağlık, şiddete maruz kalma, öz bakım ihtiyaçlarını karşılama, salgınla ilgili bilgiye erişim, internet ve sosyal medya araçlarını kullanma gibi konularda karşılaştıkları zorlukların ve hak ihlâllerinin araştırıldığı çalışmanın sonuçları çarpıcı veriler sunuyor.
Bugün Öğretmenler Günü… Onları onurlandırma, bizlere vermiş oldukları emekler için şükranlarımızı sunma günü…
5 Ekim 1966 tarihinde Paris’te gerçekleşen “Öğretmenlerin Statüsü Hükümetler Arası Özel Konferansı” nın sona ermesinin ardından, “Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi”; UNESCO ile Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labor Organization- İLO) temsilcileri tarafından oybirliği ile kabul edildi. 1994 yılından itibaren de UNESCO’nun tavsiyesi ile, 5 Ekim tarihi pek çok ülkede “Öğretmenler Günü” olarak kutlanmaya başladı.
Zaman içinde çeşitli ülkelerde kendi kültürel ve tarihi özelliklerine göre, farklı tarihler “Öğretmenler Günü” olarak belirlendi. Türkiye’de ise, hepimizin bildiği gibi, Öğretmenler Günü her yıl 24 Kasım’da kutlanıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e, Bakanlar Kurulu’nun
11 Kasım 1928’de yaptığı toplantıda “Millet Mektepleri Başöğretmenliği” unvanı verildi. Bu unvan 24 Kasım’da, “Millet Mektepleri Talimatnamesi” nin yayınlanması ile resmileşmişti. Atatürk’ün 100. doğum yıldönümü olan 1981 yılında ise, O’nun” Başöğretmen” olduğu tarihin her yıl ülke çapında “Öğretmenler Günü” olarak kutlanmasına karar verildi.
COVID-19 Gölgesinde Evden Çalışma İş-Yaşam Dengesi Araştırması bulgularını paylaşmaya “Örgütsel Destek Algısı” ile ilgili bilgi vererek de devam ediyorum.
Katılımcıların %83,3’ü pandemi sürecinde çalıştığı kurumdan yüksek düzeyde destek aldığını bildiriyor. Bireylerin pandemi sürecinde aldıkları örgütsel destek çalıştıkları kurum türüne göre incelendiğinde, özel şirkette çalışan bireylerin kâr amacı gütmeyen vakıflarda ve devlet kurumlarında çalışan bireylere kıyasla daha yüksek örgütsel destek algıladıkları görülüyor. Bireylerin pandemi sürecinde çalıştıkları sektöre göre algıladıkları örgütsel destek birbirinden çok farklı değil. Ancak, ‘otomotiv’ ile ‘finans ve sigorta’ sektörlerinde algılanan örgütsel destek; ‘yazılım’, ‘lojistik, ulaşım ve depolama’ ile ‘ilaç’ sektörlerinde algılanan örgütsel destekten daha yüksek.
Katılımcıların %63,3’ü oldukça yüksek, %21,8’i de yüksek düzeyde iş güvencesine sahip olduğunu düşünüyor. Katılımcıların %11,7’si ortalama düzeyde iş güvencesine sahip olduğunu düşünürken, %2,1’i iş güvencesinin düşük, %1,1’i de oldukça düşük olduğunu söylüyor. Bireylerin pandemi sürecinde algıladıkları iş güvencesi çalıştıkları kurum türüne göre incelendiğinde, devlet kurumlarında çalışanların %90’ından fazlasının iş güvencesine sahip olduğunu düşündüğü görülüyor. Özel şirketlerde çalışanların %82’ sinin, özel vakıflarda çalışanların ise %72’ sinin iş güvencesi ile çalıştıkları anlaşılıyor.
Katılımcıların yalnızca %5,9’unun teknolojiye bağlı yüksek düzeyde stres yaşadığı görülüyor. Teknoloji; katılımcıların %47,9’u için ortalama, %46,3’ü için ise düşük düzeyde stres kaynağı. Teknolojiye bağlı stres düzeyleri bireylerin pandemi öncesinde evden çalışma deneyimlerinin bulunup bulunmamasına göre incelendiğinde; daha önceden evden çalışmayanların salgın sürecinde evden çalışırken daha fazla stres yaşadıkları anlaşılıyor.
Dünkü yazıma konu aldığım, Sabancı Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi iş birliği ile gerçekleştirilen “COVID-19 Gölgesinde Evden Çalışma ve İş-Yaşam Dengesi Araştırması” ile ilgili bilgi vermeye, “Pandemi Sonrası Çalışma Düzeni Tercihleri” ile devam ediyorum.
Söz konusu araştırma, katılımcıların büyük çoğunluğunun (%53,5) pandemi sonrası haftanın birkaç günü evde, birkaç günü ofiste çalışabilecekleri bir iş düzenini tercih ettiğini gösteriyor. İşyerinde çalışmaya geri dönmeyi tercih edenlerin oranı %23,9, olabildiğince sık evden çalışmayı tercih edenlerin oranı ise %22,6. Kadınların ve erkeklerin pandemi sonrası çalışma düzeni tercihleri birbirinden biraz farklı. Öncelikle hem kadınların hem de erkeklerin %50’sinden fazlası haftada birkaç gün evden çalışmayı tercih ediyor. Diğer yandan erkekler işyerinde çalışmaya dönmeyi kadınlara oranla daha çok tercih ediyorlar. İşyerinde çalışmaya geri dönmeyi tercih eden erkeklerin oranı %30 iken, kadınların oranı %20.
Çalışma yaşamında geçirilen yıla, yani kıdeme göre, pandemi sonrası çalışma düzeni tercihleri incelendiğinde yine bazı farklar görülüyor. Öncelikle tüm kıdem gruplarının yarısından fazlası haftada birkaç gün evden çalışmayı tercih ediyor. 0-5 yıl arasında kıdeme sahip bireylerin %24’ü, 6-11 yıl arasında kıdeme sahip bireylerin %31’i, 12-18 yıl arasında kıdeme sahip bireylerin %23’ü, 17-21 yıl arasında kıdeme sahip bireylerin %18’i, 22 yıldan fazla kıdeme sahip bireylerin ise %16’sı olabildiğince sık evden çalışmayı yeğliyor. İşyerinde çalışmaya geri dönmeyi en çok arzu eden grup, %31’lik bir oran ile 17-21 yıl arasında kıdemi olanlar. Onları, %30’luk bir oranla kıdemi 22 yıldan fazla olanlar takip ediyor. Çalışma hayatı 0-5 yıl arasında olanların %25’i, 6-11 yıl arasında olanların yalnızca %9’u, 12-16 yıl arasında olanların ise %24’ü işyerinde çalışmak istiyor.
Bireylerin pandemi sonrasındaki çalışma düzeni tercihleri evden çalışma günü sayısına göre farklılaşıyor. Çoğunluk haftada birkaç gün veya daha fazla evden çalışmak istediğini belirtiyorsa da haftada 1-3 gün arasında evden çalışanlar pandemi sonrasında işyerinde çalışmaya geri dönmeyi diğerlerine oranla daha fazla tercih ediyorlar. Haftada 5-6 gün evden çalışanlar ise pandemi sonrasında da olabildiğince sık evden çalışmayı diğerlerine oranla daha fazla tercih ediyorlar.