Ne yazdığını Orhan Pamuk tabii daha iyi bilir, Nobelli yazarın pazarlama yetenekleri üzerine - okumadan - kalem sallayanlar ve sadece sevişme sahnelerini okuyup acemice yazılmış Kaymak Tabağı muamelesi çekenler de bildiğini iddia edebilir ama, Masumiyet Müzesi aşk romanı değil. Masumiyet Müzesi, erkek egoizminin ve kadınların sevişme açmazının başeseri.
Erkeklerin bütün benliğini, içten pazarlıklı hallerini, hesaplarını, kafalarında kadın cinselliğini resmediş biçimini, saçma sapan kıskançlıklarını, yalanlarını ele veriyor Orhan Pamuk. Masumiyet Müzesi’nin kurucusu Kemal’in ağzından. Üstelik Kemal, ortalama Türk erkeğine oranla daha ince, hassas ve düşünceli bir figür... Yoksa Füsun dünyasına ait nesneleri zeytin çekirdeğine kadar biriktirmesi, komşu çocuğuyla Füsun’un çocukluk mendili uğruna inatlaşacak kadar çocuklaşması, sevgilinin cismiyle yakınlaşmış binlerce eşya ve yaşanan unutulmaz anların resimlerinden aşkının müzesini yaratması mümkün olmazdı.
Evet bu romandan sosyolojik ve siyasi arka perde irdelemeleri de çıkarılabilir. Doğrudur, gençler vuruşurken Nişantaşı’nda farklı bir hayat vardı. Milliyetçilerle solcular birbirini tararken, Maçka Taşlık’taki gençler, sanki farklı bir uzamda yaşıyordu. Kulüp eğlenceleri, Uludağ seyahatleri, zengin gençlerin kalkış yarışları, araba parçalamaları, Boğaz’da araba içinde çay içmeler, elektrik ve akaryakıt dahil bütün yokluklara rağmen zengin hayatın gereklerini yerine getirme çabası, 70’lerin manzarasıydı.
Ancak bu toplumsal gerçeklerin yanında, bir cinsellik trajedisi de yaşanıyordu (hálá yaşanıyor ama biz bir dönem romanını konuşuyoruz şimdi). O dönemlerde "seks" lafı edilmezdi. Pamuk, romanın bir yerinde belirtiyor bunu. Bu cinsellik trajedisi genç kızların sevişme açmazıydı. Bizzat seviştiği erkek nezdinde düştüğü açmaz.
Kızların fazla gezdi tozdu diye çevrede adının çıkmasından daha da derin, daha da kalleş bir durumdu bu. Kendini sevişmenin hazzına fazla kaptırdığı için, ya daha önce de sevişmiş olduğundan, ya da şimdiki veya gelecekteki bir zamanda başkalarıyla da aynı derinlikte sevişeceğinden şüphe edilirdi kızların (Evet, hálá ediliyor).
İşte bu yüzden, Masumiyet Müzesi’nde beni en çok sarsan, Kemal’in umutsuzca, kendini tüketircesine saplandığı Füsun aşkı, obsesyona varan tutkunun, insanı mahveden doğası değil. Kemal’in bu cinsiyet tradejisine dokunarak, kendini haklı çıkarma çabasına girmeden, hikayeyi naklediş biçimi. Tabii bunun Füsun sevişmelerinin ve uzun sevişmesiz günlerin yaşandığı reel zamanda - romanda anlatılan zaman - olmadığını, anlatıcının yıllar geçtikten sonra okura ve müzegezere (Orhan Pamuk aracılığıyla) rehberlik ederken herşeyi içtenlikle aktardığını belirtmem gerekiyor. Bu içtenlik erkeklerin kafasındaki kadın resmini de çıkarıyor ortaya.
ROMANDAKİ E NOKTASI
Bazı antropolojik gerçekler bölümünde Türk erkeğinin kafasındaki kadın resmini buluyoruz. E şıkkını aktarıyorum: "Cinsel zevklerine tutkuyla bağlı bir kız, sırf zevki için ileride kocasını da aldatabileceği için koca adaylarını korkuturdu. Aşırı muhafakazar bir askerlik arkadaşım, bir keresinde bana, sevgilisinden, evlenmeden önce çok seviştikleri için (yalnızca birbirleriyle) ayrıldığını, biraz utanarak ve daha çok da pişmanlıkla anlatmıştı."
Roman kahramanı bu antropolojik saptamayı yapıyor, iyi de, kendisi katiyen farklı değil. Çok kısa bir zaman dilimine sığan, ancak hayattaki ağırlığı derin sevişme günlerinden sonra Füsun kayıplara karıştığı için onu ararken (daha doğrusu beklerken) zıvanadan çıkan Kemal’in zihninden geçen düşünce şu: Sevişmenin zevkini böyle sonuna kadar çıkaran bir kız, şimdi sakın başkalarıyla da aynı zevki tatmak istemesin.
Kemal’in egoizminin tek nesnesi Füsun değil. Aşk üçgeninin doğası gereği nişanlısı Sibel, önce aldatılıyor, sığınak vazifesi görüyor, sonra da ortada bırakılıyor.
ONUN HAYALLERİNİ KURDUM
Peki Kemal neden Füsun’un hemen başkalarıyla sevişebileceğini düşünebiliyor? Neden onun da aşk ıstırabı çekebileceği aklına gelmiyor? Çünkü, onun hayallerini kuruyor ama, onun hayallerinin ne olduğunu hiç merak etmiyor: "Türk erkeklerinin çoğu gibi ben de, delice aşık olduğum kadının aklından neler geçirdiğini, onun hayallerinin ne olduğunu anlamak yerine, onun hakkında hayaller kuruyordum yalnızca."
Gerçi yoksul uzak akraba kızının kayıp günlerinde neler yaşadığını düşünmüyor Kemal ama, zengin hayatından sıyrılıp, İstanbul’un köhne, yıkık dökük semtlerinde bir çeşit çilekeş hayat sürme çabasına giriyor. Füsun’u bulabileceğini düşündüğü semtlerde, onun dünyasıyla bağlantı kurmaya çalışıyor. Normal zengin yaşamında ancak teğet geçebileceği mekanlar, Fatih Oteli, Füsunlar’ın (Keskinler) sonradan taşındığı Çukurcuma’daki cumbalı ev, komşu çocuğu, askerler çıkana kadar televizyon seyretmeler, televizyon üstü köpek bibloları, saatli maarif takvimi, filmcilerin dünyasına girişi... Kemal’in Nişantaşı dünyasından çıkıp girdiği alemin öğeleri.
Füsun’un dünyasına girdikten sonra başlayan Füsun seyirciliği ise onun gerçekte nasıl biri olduğunu, hayallerini ele vermiyor. O kız gerçekten sadece artist mi olmak istiyor?
NOBELLİ ŞEHİR
Ve nihayet, Kara Kitap ile Hatıralar ve Şehir’den sonra şimdi Masumiyet Müzesi’nde yine bir hafıza egzersizi yapıyorum. Hem de elimde Nobelli yazardan imzalı bir kitap var.
Felaket kardeşliği: İstanbul yine baskın, yoksul semtlerine gittikçe hüznü tırmanan güçlü bir figür. İstanbul ahalisini yine sadece felaketler birleştiriyor, ortak ruh kazandırıyor. Independenta yangını...
Hilton sahnesi: Nişantaşı’nda, Işık Lisesi’nin yuvasına giderken, mum boyayla (o zaman adı pastel boya değildi) yaptığım rengarenk kutu kutu Hilton resimlerini hatırlıyorum.
Okul bahçesi: Kemal’in, Füsun’un Kuyulu Bostan’daki evine giderken önünden geçtiği okul bahçesi. Benim okulum Nilüfer Hatun’un bahçesi mi, yoksa bitişikteki Selim Sırrı Tarcan’ın mı?
Taşlık: Annemin elinden tutarak başlayıp okul kırdığımız lise günlerine kadar gittiğim yer. Otel inşaatına kadar.
Maçka parkı: Annem, yengem ve bebek arabalarındaki kardeşim ve kuzinim ile gittiğimiz park.
Otobüsler Maçka ve Levent otobüsleri: Genelde Levend (Leyland) nadiren Mercedes marka. Lise çıkışı Tünel’de bindiğimiz otobüsler.
Sapıklar, teşhirciler... Kemal bir konuda yanılıyor. O dönemin fordcu ve teşhircileri sadece güzel kızları değil, en yüzüne bakılmayacak alımsız ve sıkıcı kızları da taciz ederdi - mesela Maçka ve Levent otobüslerinde. Hatta içe kapalı ve sıkılgan göründükleri için onları daha çok tercih ederlerdi. Kurban feryat figan etmez diye sanırım. Delice aşkı yüzünden Kemal, Füsun’un çevresinde bir tacizci ve teşhirciler ordusunun oluşmasını sevgilisinin güzelliğine bağlıyor.