Paylaş
Rabbi Dr. Abraham Twerski adı.
Ne tatlı tatlı anlatıyor aşkı. Ve bizim hiç aklımıza gelmeyen bir kapıdan bakıyor.
En azından benim gelmemişti aklıma.
“Sizler balık aşkı yaşıyorsunuz” diyor.
O ne falan oluyor insan. Hani balık hafızalı mıyız ya da balıklar gibi hemen mi unutuyoruz?
“Yok öyle değil” diyor.
Soruyor: “Niye balık yiyorsun?”
Cevap: “Çünkü seviyorum.”
“Peki” diyor, “balığı sevdiğin için ya ölüsünü aldın ya tuttun, neticede pişirdin.
Bana balık sevginden bahsetme, sen aslında kendini seviyorsun!
Sana lezzetli geldiği için sudan çıkarıp öldürüyorsun!”
Vallahi ben düşündüm bir an, çok doğru.
İnsan sevdiğine zarar verir mi, yooo!
Devamında şunu söylüyor: “Sizlerin aşkı da aynı balık aşkı gibi.”
İki insan bir araya gelince karşındakinden çok kendisini düşünüyor.
Bu adam, bu kadın bana neler verir, neler katar diyor.
Ah bu adam beni sevecek, şu ruhuma ve isteklerime doğru gelecek.
Ah şu kadın da benim için biçilmiş kaftan, yanında rahatlıkla uyuyacağım, o da bana neler kazandıracak neler...
Aşkı biz böyle sanıyoruz ya...
Aşkın tadını çıkarmayı, mutlu olmayı beklemek yerine karşımızdaki kişi bize ne verebilir, bunun beklentisi içine giriyoruz.
Karşılıklı alışveriş moduna dönüyor bir anda o büyük aşkımız.
Maddi ya da manevi, her türlü şeyi bekliyoruz aslında.
Ve bunu da kendimizde hak olarak görüyoruz nedense.
Beklenti işin içine girdiğinde, o ilk günlerdeki heyecan yitiriliyor.
Tüketiyoruz işte kocaman aşkı, aynı balık gibi.
“Ben aşka aşığım” diyen insanlara bakın şöyle, fast food gibidir onların aşkları.
Ölüp bittikleri o kadın-erkek için o kadar uğraşır, sonra da ham yaparlar!
Ee nerede kaldı o zaman aşk?
Aşkı da yemiş bitirmiş olurlar bir çırpıda.
Aslında büyük resme bakmak lazım.
Aşk sevdiğine istediğini vermek olmamalı.
Aşkın hesabı kitabı, planı projesi, stratejisi olmamalı.
Eğer birini çok seversen verdiğin sevgi olmalı.
Bizim aşklar bu sıralar balık aşkı gibi biraz...
Paylaş