22 Mart 2009
HACETTEPE açısından takdir edilecek durum şu: başkan ümitli, teknik direktör inançlı, futbolcular hırslı. Fakat şu da var: geçmiş olsun.
Hedefe ulaşabilmek için sadece ümit, inanç ve hırs yetmiyor. Geçmişteki eksiklikleriniz ve hatalarınız, kara bir tablo olarak karşınıza çıkıyor.
Siz kulüp yönetimi olarak zamanında doğru işlere imza atsaydınız, şimdi böylesine vahim bir durum yaşanmazdı.
Ordu geçtikten sonra, borazan bir işe yaramaz.
Abuk transfer politikası ile anca bu kadar olur. Hacettepe’nin kümede kalabilmesi için asgari 20-21 puan daha toplaması şart. 25 maçta 3 galibiyet elde eden bir takım, son 9 maçta 7 galibiyet alabilir mi, takdir sizin!
Maalesef bu iş bitti.
Yeni sezon hesabının da şimdiden yapılması gerekiyor. Şu kadarını söyleyelim, yola çıkılacak futbolcu ve teknik adamın, aç ve başarıya muhtaç olması lazım.
Kaşarlarla bu iş olmuyor.
Dünkü maç için şu kadarını söyleyelim, Hacettepe arzuluydu. Elinden geleni yaptı. Öne de geçti. Ama ilerleyen dakikalarda Antalyaspor, oyunda önce dengeyi, sonra da üstünlüğü sağladı. Konuk ekip, çok istediği üç puana son dakikalarda ulaşmayı bildi.
Arda’nın kendi kalesine attığı gol, Antalyaspor için elbette ki büyük şanstı.
Ama şu da var, Antalyaspor için en büyük şans, bu takıma büyük hava veren Mehmet Özdilek’tir.
Adeta enkaz devralan Özdilek, bilgi, hırs, motivasyon ve disiplin kavramlarını birleştirerek, büyük bir direniş mücadelesi veriyor.
Saygı duyulur böylesine mücadeleye.
Helal olsun. Ve de yolu açık olsun!
Yazının Devamını Oku 23 Şubat 2009
KALECİ Senecky için acaba ne yazmalı, ne yapmalı? Maçın 15. dakikasında ceza alanı içinde rakibe tekme vuran ve oyundan atılan Senecky, maçın kaderi ile doğrudan oynadı.
Ayıp, yazık, günah! Resmen harakiri yaptı. Takımını ve kendini yaktı.
Böyle profesyonellik mi olur?
Saçma sapan bir şekilde oyundan atılmak ve arkadaşlarını yalnız bırakmak, vicdanını acaba ne ölçüde sızlattı?
Gördüğü kırmızı kart sonrası başı önde sahayı terk eden Senecky için Ankarasporlu taraftarların alkış tutması, acaba ironi midir, dram mıdır, yoksa komedi ötesi bir durum mudur?
Ya Batak için ne demeli?
40 metreden kalecisine öyle bir geri pas yaptı ki, şaşırmamak ya da gülmemek elde değil. Geri pası değil de gol atmaya çalışsa, ancak böyle bir vuruş yapabilirdi. Meşin yuvarlak, öne çıkan kaleciyi geçtikten sonra direği sıyırdı. Gol olsa, jeneriklere girerdi.
Tabii, Senecky ve Batak için "kötü niyet" değil, başka olumsuz kavramlar geçerli. Örneğin ciddiyetsizlik, sorumsuzluk, disiplinsizlik, motivasyon eksikliği gibi.
Teslim bayrağını çekmiyor
Henüz 15. dakikada 10 kişi kalan ve mağlup duruma düşen bir takımın, oyunu ve skoru kendi lehine çevirmesi elbette ki öyle kolay bir iş değildir.
Nitekim Hacettepe kazandı.
Şu bir gerçek, Hacettepe’nin kümede kalması, son yılların en büyük başarısı olur. Yapılan yanlış transferler ve yanlış icraatlar, takımın bu duruma düşmesine neden oldu.
Ama işin sevindirici ve takdir edilecek tarafı şu; Hacettepe, teslim bayrağını çekmiyor, sonuna kadar savaşıyor.
Doğrusu da zaten bu.
Ölse de, ölmese de, sonuna kadar mücadele verecek.
Ankaraspor’un genel performansı ise insanı şaşırtıyor. Mirasyedi gibiler. Resmen cepten yiyorlar. Tepetaklak gidiyorlar. Acaba nereye kadar?
Doğrusu hiç yakışmıyor.
Yazının Devamını Oku 19 Şubat 2009
KALE arkası biletleri artık 5,5 liradan değil, 5 liradan satılacak. Konuyu biliyorsunuzdur herhalde. Ankara 19 Mayıs Stadı’nda kale arkası biletleri sezon başından beri 5,5 liradan satışa çıkıyordu. Tuhaf bir uygulamaydı bu. Öyle ya, ne gerek vardı, 50 kuruşluk küsurata... Bozuk para sıkıntısı nedeni ile boşuna zaman kaybediliyordu.
Kuyruk, sinir, stres yüzünden, taraftar stada girmeden sinir küpü oluyordu.
Sağda solda bozuk para aranıyordu. Kuyruk uzuyordu.
Ankaragücü ve Gençlerbirliği yöneticileri, sezon başından beri bu yanlışı ısrarla sürdürüyorlardı.
Defalarca yazdım, "5 liraya indirin biletleri, kazanan siz olursunuz" diye.
Sağolsunlar, sonunda iş tatlıya bağlandı.
Önce İlhan Cavcav ile bir telefon görüşmesi yaptık... İlhan bey, "Kardeşim tamam, artık biletler 5 lira" dedi.
PARALAR CEPTE
BİLİYORSUNUZ, önceki hafta da ayrı bir sıkıntı, ortadan kaldırılmıştı.Şöyle ki: Stada gelen taraftar, inanılmaz şekilde aranıyor ve üzerindeki madeni paraya el konuyordu.
İş bu kadarla kalmıyor, gişede verdiği kağıt paranın üzerine bozuk para alan seyirci, stat içine girerken tekrar aranıyor, sonradan aldığı madeni paraya yine el konuyordu.
Komedi bununla da bitmiyor, aynı seyirci, içeride bir şeyler yemek-içmek istediğinde yine kağıt para veriyor, üste yine madeni para alıyordu.
Bu ilginç durumu birkaç kez yazınca, Ankara Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz olaya el koydu ve "Vatandaş artık madeni parası ile stada girebilecek" dedi.
Bu da çok iyi bir gelişmeydi.
A.GÜCÜ DE TAMAM
BOZUK para komedisi, bu haftadan itibaren tamamen bitecek.Ercüment Yılmaz ve İlhan Cavcav’ın gerekli girişimlerinin ardından, Ankaragücü Kulübü yöneticileri de kolları sıvadı.
Önceki yazılar sonrası görüştüğüm Ankaragücü yöneticileri, kendi biletlerinin de artık 5,5 liradan değil, 5 liradan satılacağını duyurdu.
Yani, bu da tamam.
Vatandaş artık, elini kolunu sallaya sallaya stada gelecek, kağıt parasını verecek, biletini alacak. Kuyrukta daha az bekleyecek. Normal bir aramadan geçecek ve maçını izleyecek.
Sorumlular, geç de olsa doğruyu buldu. Sağolsunlar... Taraftarlar adına sağolsunlar.
Ama bundan sonra görev, taraftara düşüyor.
Şöyle ki: Ceplerindeki o madeni parayı, sahayı atmayı sakın düşünmesinler.
Ayıp, yazık, günah...
Hepimiz, mahcup oluruz.
Eziyet, yeniden başlar.
SORUN BİTMİYOR
BAZI hassas ve kritik konularda, birinci adamlardan ziyade, yardımcılarına daha büyük görev düşüyor.
İnanıyorum ki, bu bilet komedisini Ercüment Yılmaz, İlhan Cavcav ve Cemal Aydın, sezon başında bilseydi, kendilerine bilgi verilseydi, olay bu duruma ve bugünlere gelmezdi.
Zaten İlhan beye de bunu sordum, "Bilmiyordum, sayende öğrendim ve 5 liraya indirilmesi konusunda görevli arkadaşlara talimat verdim" dedi.
Demem o dur ki: En tepedeki kişilere bazen çok kızıyoruz ama, bu gibi durumlarda yardımcılarının hiç mi kabahati yok?
Neyse, olay artık tamamen çözüme kavuştu.
Bilet komedisini dile getirdiğim süreç içerisinde taraftar sitelerinden inanılmaz sayıda mail aldım.
Halen de almaya devam ediyorum.
Bu komedi bitti ama bazı sıkıntılar devam ediyor.
Kısmetse onları da daha sonra gündeme getireceğim.
Yeter ki, el birliği ile tüm sorunlar çözülsün
ANKARA’DA EN SON YALAN NEDİR?
19 MayIs StadI
Türkiye’nin en modern stadı.
Yazının Devamını Oku 5 Şubat 2009
MALUMUNUZ, Ankara 19 Mayıs Stadı’nda futbolseverlere yönelik inanılmaz bir eziyet var. En dış kapıda kontrolden geçen seyircinin madeni parasına el konuluyor. Sebep, o bozuk paralar, belki sahaya atılır!
Aynı seyirci daha sonra gişeden 5,5 liralık kale arkası bileti almak istiyor. Örneğin 10 lira veriyor, üzerini bekliyor. Görevli, "Bozuk para yok mu" diyor. İyi de nasıl olsun, biraz önce el kondu!
Sürekli bozuk para aramaktan imanı gevreyen görevli, uzun uğraşlardan sonra paranın üstünü veriyor. Yani o seyircinin cebine tekrar madeni para giriyor. Bu bekleyiş nedeni ile bilet kuyruğu uzuyor!
Aldığı bozuk paralarla stada girmek isteyen seyirci, güvenlik görevlileri tarafından tekrar aranıyor. Bozuk paralara "bağış" adı altında tekrar el konuluyor.
Zar zor tribüne giden seyirci, poğaça yemek ya da ayran içmek istediğinde haliyle kağıt para veriyor, satıcıdan bozuk para alıyor.
Yani, cebe yine madeni para giriyor.
Sıfıra sıfır, elde var sıfır.
Seyirci, el konulan bozuk parasına mı yansın, yoksa kaybedilen onca zamana mı?
Böyle rezil, böyle komik bir uygulama olur mu?
KİMSE YOKMUŞ!
19 Mayıs Stadı’ndaki bu eziyeti, geçen hafta kaleme almıştım. Yazının sonunda da aynen şu ifadeleri kullanmıştım:
"Bunları biliyor muydunuz Ankara Emniyet Müdürü sayın Ercüment Yılmaz?
Görüyor muydunuz sayın İlhan Cavcav?
Duyuyor muydunuz sayın Cemal Aydın?
Biliyor, görüyor ve duyuyorsanız, işte o zaman sorun yok."
Yazı sonrası ne oldu biliyor musunuz? Hiçbir şey olmadı.
Çıt yok...
Yöneticilerin umurunda değil çünkü.
Varsın taraftar, eziyet görsün.
Yazık.
Biz işte böyle yönetiliyoruz.
A.GÜCÜ DÜŞMESİN
LİGİN ilk yarısı dikkate alınması kaydıyla şöyle bir soru sormak istiyorum: Ankaragücü futbolcuları arasında başarı sıralaması yapmak gerekirse, ilk üçe hangi futbolcular girer?
Siz düşünedurun, ben kendi görüşümü söyleyeyim: 1- Murat Erdoğan, 2- Gökhan Emreciksin. Bu iki isim, herhalde herkesin ortak fikridir. Öyle tahmin ediyorum.
3. isim konusunda biraz tereddütlerim oldu. Ama yine de oynadığı maç sayısı ve hırsı açısından Cem Can’ı sıralamaya aldım.
Yani ne oldu? Murat Erdoğan, Gökhan Emreciksin ve Cem Can.
Bu üç futbolcunun ortak konumunu tabii ki biliyorsunuz.
Üçü de gitti. Üçü de artık yok.
Gönderildiler.
Bu nasıl transfer politikası, anlamak mümkün değil.
Ankaragücü resmen ateşle oynuyor.
Dileriz yanmaz.
HACETTEPE YOLCULARI!
HACETTEPE’nin transfer ettiği futbolcuları biliyor musunuz? Sayayım: Klusic (Sibenik, Hırvatistan), Tambwe (Belçika, Lokeren), Adnan Güngör (Trabzonspor), Arda (Almanya, Rot Weis), Serhat (Almanya St. Pauli), Tolga Seyhan (Kocaelispor), Selçuk (Kartalspor), Ümit (Kartalspor), Smeltz (Avustralya, Welington Phoenix)
Kimleri tanıyorsunuz, bu futbolculardan? Elbette Tolga Seyhan’ı... Kocaelisporlu Tolga Seyhan’ı! Başka?
Smeltz de Avustralya liginin gol kralıymış. Hadi hayırlısı!
Peki diğerleri? Kimse bilmiyor.
Kurtarıcı olarak alındılar ama kimse tanımıyor! Konuşmaya gelince "sistem-plan-görev tanımlaması" sözcüklerini ağızlarından düşürmeyen Beş tepe’deki zat-ı muhteremlere sormak gerekiyor.Sezon başında 11 futbolcu almak, o güzel takımın kaderi ile oynamak, devre arasında da 9 futbolcuyu kadroya katmak, ne derece planlı bir uygulamadır?
Bu nasıl sistem efendiler.
18’LİK AYBABA!
SAMET Aybaba, devre arasında akılcı transferler yaptı. İşi artık daha kolay. Şu bir gerçek, Aybaba, statükocu bir teknik adam değil. Sürekli yenilik peşinde koşuyor, inandığı isimlere forma veriyor.
Geçmişte Türk futboluna kazandırdığı genç isimleri saymakla bitmez.
İsmin değil, cismin önemli olduğunu biliyor.
Bu sezon başında Bursaspor’da 18 yaşındaki Sercan’a şans verdi. Sercan’ı şimdi tüm Türkiye konuşuyor.
Aybaba, son olarak Soner’in üzerinde duruyor. Soner de 18 yaşında. Büyük bir yetenek olan Soner, takır takır oynuyor.
Kısacası, Aybaba gençlere hayat veriyor ve gençlerle hayat buluyor.
ANKARA’DA EN SON YALAN NEDİR?
Ankara futbolu çok iyi yönetiliyor.
Yazının Devamını Oku 22 Ocak 2009
LİGİN 3. haftasıydı. İstanbul’dan Adil Demirçubuk aradı. Bizim gazetenin spor dergisini hazırlayan Adil, yapmakta olduğu bir araştırma için şu soruyu yöneltti: "Bu sezon Ankara’da hangi futbolcular patlama yapar?"
10 saniyelik bir düşünmeden sonra sırasıyla söyledim: Ankaraspor’dan Özer, Gençlerbirliği’nden Mustafa Pektemek ve Engin, Hacettepe’den Kadir ve Ankaragücü’nden Gökhan Emreciksin.
Nitekim, o haftaki dergide bu araştırma geniş şekilde yayımlandı. Futbolcuların özellikleri de ayrıntılı bir şekilde ifade edildi.
Sonrasını biliyorsunuz. Özer, kısmetse dört büyük takımdan birine gidecek. Gökhan, Fenerbahçe formasını giymeye başladı. Mustafa, maalesef sakatlandı. Kadir, ligin en başarısız takımında oynamanın dezavantajını yaşadı.
Geriye kim kaldı? Engin. Adeta bir mirasyedi görünümünde olan Engin.
ENGİN VE ZENGİN!
ENGİN’in özelliklerini biliyorsunuz değil mi? Gerçekten çok yetenekli. Yere sağlam basıyor, iki ayağına hakim, bileği kıvrak, birebirde kolay adam geçiyor, sahayı geniş görüyor.
Ama bu özelliklerini sahaya yansıtmakta zorlanıyor. Yansıtamıyor. Belli ki kafasında bin tane problem var.
Bakalım, ne zaman aklını başına toplayacak bu sevgili kardeşimiz.
Açıkçası kendine yazık ediyor.
Biraz özen gösterse, A Milli Takım’a kadar gider. Yılda 2 milyon dolara top koşturur.
Ama ya şimdi? Cepten yiyor.
Bu gidişle 3 yıl sonra karın tokluğuna takım ararsa kimse şaşırmasın.
Tercih kendisinin. Engin, ya zengin olacak, ya da şimdiki gibi sırtüstü yatacak.
MURAT DURUER!
ANKARAGÜCÜ’nden Murat Duruer’i tanıyor musunuz? Murat da ayrı bir vaka! Bu kardeşimiz de canını hiç sıkmıyor. Gidiyor, geliyor. Gün dolduruyor. Sahaya çıkmayı başarı sanıyor. Durumu idare ediyor.
Yeteneğinin farkında bile değil.
Bugüne kadar adından çok söz ettirmesi gerekirdi. Ama ne gam!
"Büyük futbolcu olacak" deniyordu, hızla geriye doğru gidiyor.
Kardeşimiz oynamıyor. Oynar gibi yapıyor.
Tribünleri aldattığını sanıyor.
Oysa kendini aldatıyor.
MEHMET YILMAZ!
ANKARAGÜCÜLÜ Mehmet Yılmaz gibi bir oyuncunun her sezon asgari 15 gol atması gerekir.
Zaten, herkes bu düşüncede olduğu için Mehmet Yılmaz hep iyi transferler yapıyor.
Ama sonra ne oluyor? Kardeşimiz beklentileri karşılayamıyor. Karşılamıyor!
Mevcut özellikleri doğrultusunda Türk futbolunun son 10 yılında iz bırakması gerekirdi.
Ama ortada iz falan yok!
Beyefendi, bu haftaya dek Ankaragücü’nün lig maçlarında kaç gol attı biliyor musunuz? İki. Sadece iki.
İnsan haliyle üzülüyor. Hani, kapasitesiz olsa, laf etmeyiz. Yazmaya gerek duymayız.
Ne yalan söyleyelim, hala ümitliyiz Mehmet Yılmaz’dan!
Çok iyi motive olacak ve çok iyi çalışacak bir Mehmet Yılmaz, ligin ikinci yarısında hem kendini, hem de takımını kurtarabilir.
TAHTA BAVUL!
HAMİT Kaplan adını mutlaka duymuşsunuzdur.Türk sporunun efsane güreşçileri arasında yer alıyor. Dünya ve Olimpiyat şampiyonluklarına ulaşmış olan bir isimdi.
Büyük sporcu ve büyük insan olan Hamit Kaplan’ın, çok zor şartlarda tarihi başarılara imza attığı biliniyor.
İnancın, emeğin ve disiplinin sembol isimlerinden biriydi.
İşte, bu büyük şampiyonun hayatıyla ilgili çok güzel bir kitap hazırlandı. Hazırlayan da kim, biliyor musunuz? Oğlu Atilla Kaplan.
Kitabın adı ise "Tahta Bavul".
Atilla Kaplan, babasının yaşamında tahta bavulun ayrı bir yeri, ayrı bir önemi olduğu için kitabına bu adı vermiş.
Bir solukta okudum. Nefis bir eser. Tavsiye ederim.
Yazının Devamını Oku 15 Ocak 2009
ÇOK sakin bir şekilde söyledi: "Sende kalsın Atilla. Kanserim ben. Pankreas kanseri. Karaciğere de sirayet etmiş. Ama erken teşhis." Çığlık attığımı hatırlıyorum.
Devamını getirdi:
"Ama dediğim gibi sende kalsın. Kimsenin üzülmesini istemiyorum. Ailemizde herkes yıkılır. Sadece yengen biliyor. Bir de sen. Korkma, iyileşeceğim."
Dedi ve kendi odasına geçti Süleyman ağabeyim.
Tam bir ay önce, gece yarısı bizim evde oldu bu diyalog.
Aylardır hızla zayıflamasının sebebini artık anlamıştım. Kanserdi ağabeyim. Pankreas kanseri. Tıpkı, 29 yıl önce henüz 49 yaşındayken vefat eden babam gibi.
Ağabeyim de çok gençti. Henüz 56 yaşındaydı.
Ama ecel, genç ya da yaşlı ayrımı yapmıyor.
Vakit geldiği zaman yolculuk başlıyor.
Nitekim 5 gün önce kaybettik ağabeyimi. Maalesef kaybettik.
Allah kimseye böyle acı vermesin.
HELAL OLSUN!
İSTANBUL’da ailesi ile yaşıyordu ağabeyim. Eşi ve iki çocuğu ile. Sendikacıydı. 25 yıllık sendikacı. Yaşamını iş ve işçi için adamıştı.
Grev, boykot, miting gibi her türlü eylemde hep en ön sırada yer alıyordu.
Evinden ve sevdiklerinden aylarca uzak kaldığı oluyordu.
Stres yüklüydü haliyle. Hak ve hukuk için mücadele veriyordu.
Yaşarken kendi gördü mü bilemiyorum ama, öldükten sonra onun adına biz gördük.
İnanılmaz bir sevgi seli vardı.
Yurdun dört bir yanından gelen ya da telefon eden işçiler, "Bize hakkını helal etsin" diyorlardı.
Eğer yaşasaydı ağabeyim, elbette ki şu cevabı verirdi:
Helal olsun arkadaşlar.
KİMSE ÜZÜLMESİN!
ÖLÜME giderken bile başkasının üzülmemesini düşünmek. Ne anlamlı bir duygu bu.
Ağabeyim, öleceğini anladığı son günlerde, yengem Şayeste’ye çok açık bir şekilde şunu söylemiş:
"Sakın arkamdan ağlamayın. Kimse ağlamasın. Gözyaşı istemiyorum."
Vasiyetti bu. Haliyle ağlamıyoruz. Ağlamamaya çalışıyoruz.
Ağlarsak, ağabeyimizin üzüleceğini biliyoruz.
BABA VE OĞUL!
AĞABEYİMİN başka bir vasiyetini de ölümünden sonra öğrendim. "Beni, babamın mezarına gömün" demiş.
Haliyle babamın mezarına gömdük. Şimdi, baba-oğul, altlı-üstlü yatıyor, Karşıyaka Mezarlığı’nda.
Rahat uyusunlar. Mekanları cennet olsun.
Yarın da mevlidimiz var. Bizim evde. Aktepe’de. Herkesi bekliyoruz.
HERKESE TEŞEKKÜR!
ACILI günümüzde bizi yalnız bırakmayan sevdiklerimize şükranlarımızı sunmak istiyorum.
İnanılmaz sayıda telefon aldık. Evimiz ziyaretçi akınına uğradı.
Özellikle spor camiası gözlerimi yaşarttı. Meslektaşlarım, kulüp yöneticileri, spor teşkilatı yöneticileri, okuyucular, taraftarlar ve sporcular başta olmak üzere her kesimden başsağlığı dilekleri geldi.
Allah razı olsun.
Nur içinde yat sevgili ağabeyim.
Yazının Devamını Oku 30 Aralık 2008
ÖNCE şu soruya yanıt arayalım: Osman Özdemir’in yerine Erdoğan Arıca geldikten sonra ne fark etti? Fark şu: Özdemir döneminde 9 maçta 8 puan alınmıştı... Yani maç başına 0.88 puan... Arıca’yla ise 7 maça çıkıldı, 1 puan alındı... Yani maç başına 0.14 puan. İyi mi?
Kabahat burada Arıca’da değil... Niye değil? Arıca’ya "Buyur, gel" dendi, geldi... Sanki Arıca ister miydi, böyle bir duruma düşülmesini. O zaman, Arıca’ya "gel" diyenler düşünsün... Tabii düşünürlerse! İkinci soruya geçelim: Bu sezon başında gelen yabancı futbolcuları kim transfer etti? Hani şu, "ikinci sınıf futbolcu" kategorisinde bulunan yabancıları... Onda da karar mercii, yönetim kuruluydu. Gittiler, izlediler, beğendiler, getirdiler. Üstelik ligin başlamasına üç gün kala... Yani, "Hele bir alalım, belki tutar" anlayışı ile... Hiç, kendilerine sormadılar mı acaba, "Arkadaş, Arnavutluk’un dünya futbolundaki yeri nedir ki, biz oradan futbolcu alıyoruz... Onun yerine genç ve yetenekli Türk futbolcularını tercih etmemiz gerekmez mi" diye. Oysa Hacettepe’nin misyonu; bu yönde olmalıydı. Yani genç ve yetenekli futbolcuları bünyesinde tutmak. Üstelik, yüzde yüz yerli olmalıydı... Düşünce ve uygulamadaki bir dizi yanlışlık, Hacettepe’yi bugünlere getirdi. Artık bu takımın kümede kalması çok zor. Toplamda attığının üç katını yiyen bir takımın kümede kalması mümkün mü? Takım gol atamıyor... Bırakın gol atmayı, pozisyona giremiyor. Oyuna ağırlığını koyacak bir futbolcusu bile yok. Biraz da tesadüfler sonucu, Süper Lig’e kadar gelen bir takım, beceriksizlikler ve bilgisizlikler sonucu alt kümeye doğru gidiyor.
Bu saatten sonra ne yapılabilir? Nasıl bir formül bulunabilir. "Futbolcu alalım" deseniz, hangi futbolcuyu alacaksınız? Nereden alacaksınız? Ve hangi parayla alacaksınız?
Gençlerbirliği’nden de size fayda yok! Kimi verecek Gençlerbirliği size? Olsa da verse...
Hacettepe için tek ümit ışığı, alt sıralarda bulunan bazı takımların da son derece kötü durumda oluşudur. Yani iş biraz da rakiplerin bilgisizliğine, yetersizliğine ve beceriksizliğine kaldı.
Yazık...
Yazının Devamını Oku 22 Aralık 2008
GENÇLERBİRLİĞİ Kulübü’nde belli bir düzen yok. Ne zaman ne olacağı belli olmuyor. Basit bir örnek verelim. Son 10 yılda 17 teknik direktör görev yapmış. Böyle bir teknik adam enflasyonu başka hangi kulüpte var? Dünkü maç sonrası Samet Aybaba’nın da ne olacağı bilinmiyor. Belki İlhan Cavcav, Samet Aybaba’yı görevden alacak. Belki de Aybaba istifa edecek. Siz bu satırları okuduğunuz dakikalar içinde her an her şey olabilir. Kulübü karıştıran ve daha önce teknik adam kellesi alan El Saka, hiç utanmadan ve sıkılmadan "Beni ancak kulüp başkanı buradan uzaklaştırabilir" diyebiliyor. Bu cüreti nereden bulduğunu tahmin edebiliyorsunuz herhalde. Haliyle Samet Aybaba da o futbolcuyu kadro dışı bırakıyor. Tabii doğrusunu yapıyor. Aslında Aybaba’nın yaptığı, Cavcav’a da posta koymak. Görüntü o... Ama şimdi Cavcav boş durur mu? Durmaz. Neler olacağını hep beraber göreceğiz. Birisi birilerini yiyecek!
Günlük başarı ya da başarısızlıklarla sistem değişmez. Değişmemesi gerekir. Ama Gençlerbirliği’nde sistem olmadığı için, ne zaman ne olacağı da belli olmuyor.
Mevcut futbolcu kadrosu, bu duruma düşecek kadro değildi. Ama bir otorite boşluğu, bir disiplinsizlik, takımın çıra gibi yanmasına yol açtı.
Kardeş takım olan Hacettepe, düştü düşecek. İstemeyiz ama ya Gençlerbirliği de düşerse? Bazı kişiler için Türk futbol tarihinin en büyük başarısızlığı olmaz mı? Bunun hesabını, kim, nasıl verecek?
Bu işler bu kadar basit mi!
Suni kaoslar, Gençlerbirliği’ni tüketiyor.
Hadi diyelim ki, bu takım kümede kaldı. Ama bu duruma bile düşmesi, böyle günler yaşaması, nasıl izah edilecek?
Gençlerbirliği’nin dünkü genel görüntüsü iyiydi. Futbolcular elinden geleni yaptı. Öyle ki ilk yarım saatte Sivasspor 3-0 yenik duruma düşebilirdi. Olmadı. Sivasspor, hırsı ve deneyimi ile maçı kazanmayı bildi. İki uzaktan şut, Gençlerbirliği’ni yıktı.
Yazının Devamını Oku