Çankaya sırtlarına vurdu mu yağmur, Sıhhiye’ye varması an meselesi. Oradan da ver elini Ankara Kalesi. Çevreme bakıyorum, hemen herkesin mutsuz başladığı bir haftanın sonu geldi bile bu sağnak melankoli altında. Hafta başında “pazartesi sendromu”nun keyifsiz fısıltıları duyuluyordu dört bir yanda. Bugün, yarına işaret eden ufak umut parçaları dolduruyor kulaklarımızı. O da haftasonu tatilinin hatırına. Emin olun pazartesi günü yine aynı fısıltılar kaplayacak yaşamı. Bir eksik ya da bir fazla. Bizler de aynı yolları arşınlayan bir nöbetçi gibi tutacağız yaşamın kapısını. Tutacağız ki, açılıp, uçup kaçıvermesin. Kimbilir korkuyoruz belki kaybetmekten, hiç yaşa(ya)madığımız hayatlarımızı. Milyarlarca yıllık bir varoluşun minik zerrecikleri olarak tüm benliğimizle tutunduğumuzu sanıyoruz yaşama. Tutunduğumuzun ne olduğu ise meçhul. Niyetim hiç de, ilk gençliğimizin “Carpe Diem”, “Sieze the day” geyiklerini yapmak değil. Ama sanki, hayata yaptığımız bu alacaklı muamelesi, koparıp uzaklaştırıyor bizi andan. İşte zaman tam da şurada(ydı.) Az önce, biraz evvel... Kimbilir, belki de yaşam denilen dokunulmazı Olympos’tan indirmenin, indirip ona dokunmanın onu zamanla tanıştırmanın vakti gelmiştir. Sanki bir kutuya hapsolmuş, Borges’in labirentlerine taş çıkartan o sıkışmışlığı, düşünmeyi engelleyip tek tipleştiren yaşama dokunmanın... Bütün bunları düşünürken, Misket Elif Tüfekçi kafamı çeliyor. “Bazılarına” diyor, “bu hayat hep borçlu kalacak.” Ama yine de “büyük ciddiyetle yaşayacaksın...” Nazım Hikmet gibi diyor: “Diyelim ki hapisteyiz, / yaşımız da elliye yakın, / daha da on sekiz sene olsun açılmasın demir kapının. / Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, / insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla / yani, duvarın ardındaki dışarıyla.” “Böylesine sevilecek bu dünya” işte bir “sincap” gibi yaşayarak. “Yani bütün işin gücün yaşamak olacak.” Hava raporları haftasonu için “parçalı bulutlu”dan “çok bulutlu”ya hatta “sağanak yağış”a uzanan bir profil çiziyor. Kısacası, haftasonu çok parlak günler gözükmüyor. Ama yine de... Nazım’ın “sincabından”, Can Baba’nın “sidikli kontesi”ne yolculukta, “ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.”