ŞEHİR, bentler, köprüler, arklar, kanallarla örülü; meydanların, sarayların, evlerin, pazarların arasından geçen su kanallarıyla süslüydü.
Kanallardaki iki yüz bin kano, yakamoz gerdanlıklar gibi şehri kaplayan kanallarda, şehrin hınzır çocuklarıymışçasına volta atıyordu. Kuşatma sırasında ilk olarak ormandan içme suyu taşıyan su kemeri parçalandı. Şehir düştükten sonra saraylar, tapınaklar, evler; bütün yapılar yıkıldı. Yıkılan binaların molozlarıyla kanallar dolduruldu. Bütün akarsular, göller toprakla kapatıldı. Sadece fetih sırasında ve sonrasında değil, yüzyıllar boyunca. Üzerlerine binlerce bina dikildi. “Şehir bugün susuzluktan kırılıyor. Yeraltında su aramak için yapılan kazılar nafile. Eskiden nehirlerin olduğu yerlerde şimdi caddeler var. Eskiden suyun aktığı yerlerde şimdi otomobiller akıyor.” Tıpkı 11 yıl önce Marmara’nın biz insanoğlunun akıllılık ettiğini sanarak doldurduğu denizi binlerin canıyla birlikte geri alışı gibi, 1521 yılında Hernán Cortés’in yerle bir ettiği Meksiko’da da şimdi su intikamını alıyor. Meksiko, Tenochtitlán şehrinin gökyüzünü yansılayan kanallarının yıkıntılarının üstüne kuruldu. Eduardo Galeano’nun Aynalar kitabında anlattığı Tenochtitlán şehri, bugün Birleşmiş Milletler, tarafından doğal afetler açısından dünyanın en riskli kentleri arasında ikinci sırada sayılıyor. Tabi ki Meksiko adıyla. Dünyanın uğraşmak zorunda kaldığı afetler de her geçen yıl artıyor, can yakıyor. Doğa hakkını geri alıyor. İşte en son Pakistan, sel felaketinde binlerce evladını yitirdi. Bunun tek kabahatlisi aşırı yağışlar olabilir mi? Alın Ankara’yı. Bir çanak gibi çukurda kalan ama dört bir yandan merkeze akan nehirlerin süzüldüğü o vadiler şehri nerede şimdi? Nerede yaz sıcaklarında eski Ankaralıların kaçtığı sayfiye bölgelerinden serinliğiyle aşağıya inen akarsu kaynakları? Kavaklıdere, İmrahor, Bentderesi ve niceleri? Her yağışta bu kentte vadi yataklarını su basması rastlantı mı? Son yıllarda Türkiye’nin hemen bütün büyük kentleri, susuzluk krizleriyle boğuşuyor. Yüzlerce kilometre öteden su taşımak için kanallar kuruyor, kendi rahatımız için başka toprakların suyunu çalıyoruz. Neden? Kendi kentlerimizin su kaynaklarını kuruttuk, üzerine binalar diktik; bir de şehirleşme adı altında bunlarla gururlandık da ondan. Bugün yaşananların bedelini ödeyen bizler, geride bıraktığımız yüzyıllardaki dedelerimizin günahlarını sırtlanıyoruz. Tıpkı bizlerin de torunlarımıza veya onların çocuklarının omuzlarına yıkacaklarımız gibi. Peki sizce torunlarımız bizi nasıl anacak? Yanıtı sizin kendi dedelerinizde...