2009 yılının beşinci ayındayız. Yani yeni milenyumu geçeli dokuz yıl oldu.
21.yüzyıldayız artık. Uzay çağı...
Dünyada artık mobil iletişim dönemi. Bazı ülkelerin bilim adamlarının, uzaydaki istasyona gitmeleri, bizim otobandan İstanbul’a gitmemiz gibi bir hal aldı. Hatta parayı bastıran işadamlarına bile uzaya turistik seyahat imkanı tanınıyor.
Uluslararası bilim dergilerinin kapaklarında yeni inşa edilecek gökdelenlerin bir mil (1.6 km) uzunluğuna ulaşacağı müjdesi veriliyor.
Türkiye’de de hızlı tren Eskişehir’i Ankara’ya yaklaştırıyor. Üniversitelerde bilim adamları buluşlara imza atıyorlar.
Ama Türkiye’de bir sorun var ki, okyanustaki damla gibi ama tüm devlet örgütünü mat ediyor.
Ne olursa olsun bunun önüne geçilemiyor. Üstelik o damla, ülkenin gelecekteki toplumsal yaşamını da tehdit ediyor.
Çocuklara dilencilik yaptırılması.Koskoca Türkiye Cumhuriyeti devleti, milyarlarca liralık bütçeye, uçaklara, tanklara, onbinlerce polise, kamu çalışanına sahip devlet örgütü, çocukların, bebeklerin dilenciler tarafından kullanılmasının önüne geçemiyor.
Evet bu sadece Türkiye’nin sorunu değil. İtalya gibi Avrupa ülkelerinde de benzer sorunlar var.
Ama en azından o ülkelerde çocukların dilenci olarak kullanılmasının önüne geçmeye çalışan bir yapı mevcut.
Ankara’da dilenciliğe zorlanan ya da sokakta çalışan kaç çocuk var bilmiyorum.
Ancak bu sorunu çözümsüzlüğünün temelinde cahillik ve umursamazlık yatıyor.
Anayasada yerini bulan sosyal devlet ilkesinin
"sadaka veren devlet" anlayışına çevrilmesini de unutmamak gerek.
Bu konuyu çözmek için kanun var...
İlgili kurum ve personel de...
Para harcanıp inşa edilmiş merkezler de mevcut.
Yani imkanlarda bir sıkıntı yok.
Ama belli ki kendisini bu konudan sorumlu hisseden bir siyasi ve bürokratik irade yok.
***
Dün sabah Kızılay’ın Meşrutiyet Caddesi’ni, Başbakanlık kanadına bağlayan yaya tüp geçidinden yürüdüm. Güvenpark’ın yanındaki çiçekçilerden geçerken kucağında bir bebek taşıyan dilenci bir kadın gördüm.
Kadın omuzundan aşağı bağladığı bir tülbente oturtmuştu bebeğin poposunu. Salına salına yürüyordu, polislerin yanından.
Bebeğin kafası aşağı sarkmış, üstü başı pejmürde...
Bakanlık koltuğuna ve makam aracına henüz yeni oturmuş bakan
Selma Aliye Kavaf’a seslenmek gerekiyor.
Bilmiyorum bu makam aracına oturmadan önce hiç Kızılay’dan geçmiyor muydunuz?
Hiç yaya yürümüyor muydunuz Ankara’nın merkezinde.
En azından artık her gün Başbakanlık’taki makamınıza gidiyorsunuz.
Yani benim ve yüzbinlerce Ankaralı’nın her gün dilencilerle, karton kutu üzerine yatırılmış bebeklerle karşılaştığımız sokakların hemen dibindeki makamınıza.
Makam aracınızın camları karartılmış, dışarıyı görmenize imkan vermiyor olabilir.
Ancak danışmanlarınız, bu iş için bütçeden pay ayrılmış bir kadronuz var.
Örneğin bu sorunları çözmek için devletten her ay maaş alan bir Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Genel Müdürünüz İsmail Barış oturuyor o koltukta. Onun da onlarca bürokratı var hizmetinde.
Sosyal Hizmetler Ankara İl Müdürü var ayrıca . Neriman Koca...
Onun da işyeri Kızılay’da.
Sonra bir de Büyükşehir Belediyesi var. Sıhhiye’de Sokakta Çalışan Çocuklar Merkezi’ne sahip. Hani Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından örnek gösterilen, yakın zamana kadar başarılı çalışmalara imza atan merkez.
Ancak belli ki aksayan bir nokta var.
Öyle olmasa bizler hala sokaklarda dilenmeye zorlanan bebekleri, çocukları görür müydük?
Hani sizlerin makam araçlarınızın siyah camlarından göremediğiniz çocukları...
Yasa var ama uygulayan yokTürk Ceza Kanunu’nun 229.maddesi, çocukları dilencilikte araç olarak kullanan kişilere bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilmesini öngörüyor. Eğer bu suç çocuğun yakınları tarafından işlenirse ceza yarı yarıya artırılıyor. Bir de örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenirse ceza bir kat daha artırılıyor.
Ayrıca bir de Çocuk Koruma Kanunu var.
Peki siz hiç çocuklara dilencilik yaptırdığı için hapse giren birini duydunuz mu?
Demek ki yasa var, uygulayan yok.