Yalnızca ekonomi dünyasının pamuk ipliğinde süren ilişkilere yeni bir ivme kazandırmak her iki tarafın da isteğiydi. Hollande, enerji ve demiryolları ihaleleri başta olmak üzere ekonomik ilişkilerin gelişmesine büyük önem veriyor, politik ilişkilerde ise yeni bir sayfa açmak istiyordu. Türkiye tarafı ise AB ve inkar yasasını önemsiyor, bu konularda Fransa’dan somut adımlar bekliyordu.
İki günlük ziyaretin ardından en önemli beklentilerin gerçekleşmesi yolunda ilerleme sağlandı diyebiliriz. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Hollande’ın katılımıyla 11 ekonomik işbirliği anlaşması ve protokol imzalandı. Türk-Fransız İş Forumu’nda verilen mesajlar da açıktı. İki taraf da , Türkiye ile ticaret hacmini 20 milyon Euro’ya çıkarma üzerinde anlaştı. Bu rakam her iki tarafta da ciddi bir hareketlilik anlamına geliyor. Elysee’de 17 Şubat’ta, “Fransa’da yatırım” toplantısı yapılacak. Bu toplantıya Türkiye’den Koç ve Doğan Grubu davetli. Sonbaharda da Fransız işadamları iade-i ziyaret yaparak İstanbul’da toplanacaklar.
Türkiye’nin AB üyeliği: Ziyaretin en önemli konusuydu. Hollande, Türkiye’de yaşanan hukuk ve güçler ayrılığı krizine AB desteğiyle değindi: “22’nci faslı açtık, 23 ve 24’üncü başlıkları da açmaya hazırız” dedi. Abdullah Gül de, Başbakan Erdoğan da Hollande’a, “Yolumuza engel koymayın. Bizi Avrupa perspektifinde rahat bırakın. Türk toplumunun Avrupa umudu yoruluyor. Müzakereleri tamamlayalım. Siz de imzanıza sahip çıkın” dedi. Hollande ise, Türkiye’deki iç çalkantıların düzelmesinde de yardımcı olacak, yargı bağımsızlığını Avrupa standartlarına çekecek 23 ve 24’üncü fasılları açmaya hazır olduklarını belirterek buna olumlu yanıt verdi. Bu adım iki ülke arasında gerginlik yaratan iki önemli sorundan birisini ciddi anlamda rahatlatır. Atılacak somut adımlar izlenecek elbette. Ama Hollande, “Fasılların ilerlemesi önemli” görüşünü dile getiriyor. Karar müzakereler tamamlandıktan sonra, Türk, Fransız ve Avusturya halkı tarafından referandumla belirlenecek. Diğer üye ülkeler in ise parlamentoları ya da hükümetleri onaylayacak.
Suriye: Hollande ziyareti boyunca, aynı çizgide politika yürüttüğü Türkiye’ye Suriye dosyasından dolayı defalarca teşekkür etti. Öncelikle 700 bin sığınmacıyı ağırladığı, ardından da Avrupa’dan Suriye’deki cihatçı örgütlere katılmak üzere giden gençleri engellediği için. Hollande, Türkiye’den bu konuda daha çok yardım istedi. Abdullah Gül, “Evet ama bunun için bizim de bilgilendirilmemiz, uyarılmamız gerek. Türkiye turistik bir ülke. Gelen gencin Bodrum’a mı, yoksa Suriye’ye savaşmaya mı gideceğini biz bilemeyiz. Her gelene Suriye’ye mi gidiyorsun da diyemeyiz. Bize bu konuda bilgi vermelisiniz” dedi. “Gül haklı” diyen Hollande, İçişleri Bakanlıkları arasında ortak çalışma önerdi. Fransa İçişleri 10’u genç kız olmak üzere 700 Fransız gencinin Suriye’de El Kaide saflarında savaştığını açıkladı.
Paris cinayeti: Hollande’ın Türkiye ziyaretinde Paris’te 9 Ocak 2013’te uğradıkları suikast sonucu yaşamını yitiren 3 PKK’lı kadın cinayeti de gündeme geldi. Hollande, cinayetle ilgili bilgileri paylaşarak, Türkiye’den de daha fazla bilgi ve belge akışı olmasını talep etti. Türk tarafı da Hollande’a, bir paylaşım sitesine düşen ses kayıtları konusunda “cinayetle Türk makamlarının bir ilgisi olmadığını” iletti.
İnkar Yasası: Türkiye ile Fransa arasında halen sorun yaratma potansiyeline sahip olan en önemli konu İnkar Yasası. ‘Ermeni soykırımını inkar edenlerin cezalandırılmasını öngören’ yasa Anayasa Konseyi’nde reddedildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İsviçre’de alınan Doğu Prinçek kararını bozdu. Hollande, aynı formda bir yasa yapılmasının olanaksız olduğunu biliyor. Ancak AB’nin “soykırımların inkarının cezalandırılmasına ilişkin bir çerçeve kararı” var ve Fransa bunu iç hukukuna uygulayarak yasayı getirmeyi planlıyor. Türkiye Hollande’dan bunu ‘suistimal ve polemiklere açık olmayacak’ şekilde yapmasını istedi. Ankara, şimdilik sessiz bekleyişte, yasa ile ilgili tüm adımları dikkatle izliyor. Hollande, 2015 yılının yaklaştığını hatırlattı ve Türkiye’yi hafıza çalışması yapmaya da çağırdı. Hrant Dink’in eşi Rakel Dink ile görüşerek, bir yandan insan hakları ve adalet, bir yandan da bu sorunun Türkiye ile birlikte çözülebileceği mesajını vermeye çalıştı. Zira, Hrant Dink, soykırım tartışmalarının ‘ancak Türk ve Ermeni halklarının birlikte çözebileceği bir sorun olduğu” anlayışının sembolüydü.
Sonuçta Hollande, sorunların çözümü ve daha fazla işbirliği için ‘güven ilişkisi’ kurmak istediğini söyledi. “Almanya, AB konusunda Fransa gibi düşünüyor ama onların Türkiye ile hiçbir sorunları yok. Biz de bu güven ilişkisini temin etmeliyiz. Elbette Türkiye Avrupa’dadır. Ama ‘Avrupa Birliği’ne üye olmalı mı, olmamalı mı?’ gibi sorular da anlamlı değil. Süreç tamamlanır. Sonuçta gelinen noktada buna karar verilir. Henüz o noktada değiliz” söylemini kullanıyor. Avusturya, Türkiye ve Fransa buna referandum ile karar verecek. Ama Fransa’nın o zamana kadar engel çıkarılmaması eğilimi olumlu bir adım. Türkiye, 23 ve 24’üncü fasılların açılması için harekete geçebilir. Bu hem kendi içindeki hukuk tartışmalarını çözmek hem de AB yolunda ilerleme sağlamak için son derece önemli.
Ankara da Hollande’ın gelişinden memnun. Özellikle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ziyarete büyük önem veriyor. Hollande’a Ankara’da ev sahipliği yapacak olan Gül, Fransız mevkidaşını İstanbul’da da yalnız bırakmayacak. Türkiye’ye 22 yıl aradan sonra yapılan gezinin önemini biliyor ve kusursuz geçmesi için özenle hazırlandı. İç politikadaki gelişmeler, yargı ve polis kadrolarındaki değişim, HSYK tartışmaları, AB’den kaygıyla izleniyor. Unutmamak gerekir ki, Ankara’nın ağzında, hala Sarkozy’nin 5 saatlik ziyaretinin ‘kekremsi’ tadı var. Ama Hollande, 2 yıldır “beyaz sayfa açalım” söylemini değiştirmeyerek bu tadı unutturmaya çalıştı. Ardından AB yolunda Fransa'nın, 22'inci faslın açılmasına verdiği destek adımları hızlandırdı.
Fransa tarafında da işler bir o kadar karışık. Bir tarafta Hollande’ın ‘sosyalist’ değil, ‘sosyal demokrat’ olduğunu açıklayarak ‘sorumluluk paktı’ adı altında açıkladığı yeni düzenlemeler kendi partisinden önemli isimler de dahil pek çok kesimde, “patronlara yaklaştığı” eleştirilerine hedef oldu. Diğer yandansa, Closer dergisinin ortaya çıkardığı yasak aşkının ardından yaşanan skandallar serisi, Hollande’ı zora soktu. Hatta bir ara Elysee diplomatları “bu geziyi iptal etmek daha mı doğru olur” sorusunu sordu. Ama ikili ilişkilerin günlük sorunlara heba edilemeyecek kadar ‘önemli’ olduğuna kanaat getirerek hızla ziyarete hazırlanıldı.
AB Desteği: Sonuçta her iki tarafta da esen fırtınalara rağmen ziyaret planlandı. Ama kimse Hollande’dan bu gezide ‘büyük ve önemli’ açıklamalarda bulunmamasını beklememeli. Sürpriz bir çıkış yapmayacak. “Diyaloğu ve gerekli işbirliğini yeniden tesis etmek için’ geldiği mesajını verecek. Avrupa Birliği yolunda yeni bir başlık desteği yok ancak ‘müzakerelere de engel olmayacaklarını’ söyleyecek.
Ekonomik ilişkiler: Ziyaretin kalbi ise ekonomik ilişkilerde yatıyor. Fransa, Türkiye’ye 6.4 milyar Euro (8’inci) değerinde ihracat, Türkiye’den de 5.9 milyar Euro ithalat yapıyor. Türkiye Fransa’nın dünyadaki 16’ıncı tedarikçisi durumunda. Fransa’nın, ABD, Çin, Rusya ve Japonya’dan sonra 5’inci önemli müşterisi. Sinop’ta Japon/Fransız ortaklığında yapılacak nükleer santral ihalesi son imza aşamasına geldi. Fransa bu imzaya büyük önem atfediyor. Dünyanın en önemli hızlı tren üreticilerinden olan Fransa, Ulaştırma Bakanlığı’nın hızlı tren ve demiryolları ihalesiyle de yakından ilgili.
Paris cinayeti, İnkar yasası, yargı reformu: Elbette hassas konular da ele alınacak. Özellikle Hollande’ın ‘Ermeni soykırımı inkar edilenlerin cezalandırılmasını’ içeren ve Anayasa Konseyi tarafından reddedilen yasayı farklı bir formülle (AB çerçeve kararının iç hukuka uygulanması) gündeme getirme isteği konuşulacak. Öldürülen meslektaşımız Hrant Dink’in eşi Rakel Dink ile bir araya gelerek he Türkiye’yi kızdırmayacak, hem de geziyi Paris’te protesto eden Ermeni diasporasına göz kırpacak. Hollande, Türkiye’ye “2014’te biz Almanlarla 1. Dünya Savaşı üzerine bellek çalışması olacak bir dizi konferanslar vereceğiz. Belki Franko-Alman modeli, Türk-Ermeni hafıza çalışmasına da bir model olabilir” görüşünü ile getirecek.
Hollande’a Paris’te öldürülen 3 PKK’lı kadının failinin bulunması için Türk Hükümeti’ne çağrı yapması talebi de var. ‘Kadınlardan birini ben de tanıyordum’ diyen Hollande bu konuyu gündeme getirecek mi bunu göreceğiz. Fransa’da yürütülen soruşturmada Güney’in Türk istihbaratı için çalıştığını öne süren ses kayıtları inceleniyor. Hollande bu konuyu kapalı kapılar ardında ele alacak ama dışarıya ‘soruşturma sürüyor’ mesajını verecek.
Pınar Selek davası da gitmeden Hollande’a hatırlatıldı. Fransa’nın önemli aydınları Edgar Morin, Luc Boltanski, Annie Collovald gibi önemli isimler, Hollande’dan Pınar Selek’i sınırdışı etmemesi çağrısında bulundular. Pınar Selek’i Destek Komitesi ise Hollande’dan Ankara’ya gittiğinde, Pınar Selek’in ‘kesin beraatını istemesi’ çağrısı yaptı.
Bütün bu dosyalar Hollande’ın ekibi tarafından hazırlanırken Hollande, Hollanda ve Vatikan’a iki dış ziyaret gerçekleştirdi. Ama her yerde karşısına aldattığı sevgilisini durumuna ilişkin sorular çıkıyordu. Elysee Sarayı’na birlikte çıktığı sevgilisi Valerie Trierweiler’i 41 yaşındaki sinema oyuncusu Julie Gayet ile aldattığı ortaya çıkınca, Fransa’da iki haftadır “First lady kim” skandalı yaşanıyordu. İki aşk kaçamağı haberine Fransızlar umursamadı. Ancak Trierweiler kederinden hastaneye kaldırılınca konu dünya medyasında olay oldu. Fransız medyaları da tarihinde belki de ilk kez bu kadar özel yaşam alanına giren bir konuyla ilgili haber yaptı. Trierweier’in Türkiye’ye gelmeyeceği bir aydır belliydi. First lady Açlıkla Mücadele Derneği’nin Hindistan’daki toplantısını desteklemek için Bombay’a gidecekti. Trierweiler ayrılmak istemiyor, Hollande nasıl ayrılacağının planlarını yapıyordu. Ortak açıklama yaparak sorunsuz ayrılmayı Trierweiler kabul etmeyince, Hollande da Trierweiler’in Bombay’a first lady sıfatıyla gitmemesi için AFP aracılığı ile 8 yıllık ilişkisini tek taraflı olarak bitirdiğini açıkladı. Hollande ‘bekar adam’, Trierweiler ise ‘sıradan vatandaş’ statülerine geri dönüş yaptı.
Davutoğlu’nun ‘Komşularla sıfır problem’ söylemi ve AK Parti iktidarının AB hedefinden vazgeçmemesi, Batı ile Doğu arasında jeolojik köprüleri politik olarak da güçlendirmişi. Her ne kadar Eski cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy döneminde ‘inkar yasası girişimi’ ilişkileri kopma noktasına getirse de, Fransa’nın ekonomi ve diplomasi bürokratları hasarı ‘minimum’a indirmek için’ sık sık fazla mesaiye kaldı. Bütün Avrupa ekonomik krizdeyken Türkiye’de ekonomik büyümeyi sağlayan Ak Parti iktidarına alkış yağıyordu. Çok eski değil daha 2012’de Axa, Renualt, Lafarge, Areva gibi şirketler ilişkilerin gelişmesi için seferber olmuştu.
Türkiye, ekonomisini büyütmekle kalmıyor, aynı süreçte 40 yıldır kanayan ağır yarası Kürt sorununa da çözüm arıyordu. Türkiye’nin bu sorunu çözmesi, bölgede devleşmesi demekti. Davutoğlu’nun Fransa’nın en önemli think-tank kuruluşlarından IFRI’de, ülkenin diplomatik aktörleriyle tıklım tıklım doldurduğu salonda verdiği konferans hala hafızalarda. Davutoğlu ‘Stratejik Derinlik’ ve komşularla ‘zero problem’ı anlattıkça, Fransız diplomatlar Sarkozy’nin iç politikaya feda ettiği ilişkilere hayıflanıyordu. Onlar da Sarkozy’ye, bozulan ilişkileri yeniden inşa etmesi için bastırdı.
Üstüne Arap baharı geldi. Libya’nın Dostları, Mısır’a destek Konferansı ve Suriye’nin Dostları konferanslarının en önemli aktörlerinden olan, kendisinden Ortadoğu’nun ‘soft power’ı diye söz ettiren Türkiye, 2013’e tartışmalı girdi. Arap dünyasındaki kalkışma domino taşları gibi Tunus, Libya, Mısır ve Suriye üzerine devrilirken, Ankara’nın bu gidişi çok da doğru analiz edemediği ortaya çıktı.
Daha önce ellerinden ödül alınan, ailecek ziyarete gidilen Ortadoğu ve Arap liderleri birbir düşmeye başlayınca, o güne kadar yatırım yapılan dengeler bir anda sarsıldı. Yavaş yavaş Fransız gazetelerinde Başbakan Erdoğan’ın isminin başında yer alan ‘karizmatik Türk lider’, ‘Türk modelinin uygulayıcısı’ gibi sıfatlar, kara gözlükler arkasındaki ‘sert’ fotoğraflara doğru kaydı (Le Point dergisi). Ülkedeki tartışmalı davalarda gazeteci, asker ve aydınların uzun iddianamalerini, uzun tutuklamalar izledikçe, Fransız gazeteleri Türkiye için daha çok mürekkep akıttı. Merkezi Fransa’da bulunan Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü RSF, Türkiye’yi ‘en çok gazeteci hapseden ülke’ ilan etti.
Davutoğlu’nun ‘neo-ottoman/yeni Osmanlı’ söylemi, Türkiye’yi model olarak gören Arap dünyasında korku oluştururken, Erdoğan ve ekibinin politik yatırım yaptığı Müslüman Kardeşler’in, Mısır ve Tunus’daki iktidarları kağıt kuleler gibi devrildi. Başta Amerika olmak üzere bütün dünyanın terkettiği Müslüman Kardeşler hareketini Türkiye hala savunarak uluslararası topluluktan ciddi anlamda izole oldu. Bu politikasıyla Şam, Kahire ve Tel-Aviv gibi Ortadoğu’nun kaderini çizen üç büyük başkentte büyükelçisi olmayan bir ülke haline geldi. Hükümet’in “değerli yalnızlık” diyerek savunmaya çalıştığı gerçek, bu izolasyonun açık itirafıydı. Ortadoğu’nun tek başarılı ilişkisi ise Kürdistan Özerk yönetimiyle sürüyor.
“Meleklerin cinsiyeti”
2013’ün ikinci yarısındaki gelişmeler Fransa eski cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın sık sık tekrar ettiği bir sözü akla getirdi: “Fatih İstanbul’u alırken, Bizans’ta meleklerin cinsiyetini tartışılıyormuş”. Dışarıda Suriye sınırına kadar dayanan ateş çemberi Türkiye’yi de kavururken, içeride insanların saat kaçta alkol alacağından, kaç çocuk doğuracağına varan, ayran mı yoksa vişne suyu mu içeceğine kadar indirgenen ‘toplum mühendisliği söylemi’ egemen olmaya başladı. Bu değişikliği dünya medyasında olduğu gibi Fransız medyasından, “Erdoğan Putin’leşiyor” (Liberation), “Türkiye geriye gidiyor” (Le Monde), “Otokratik sapma” (Le Figaro, Liberation) başlıklarını Türkiye adına üzülerek okuduk. Gezi olaylarından sonra ise kırmızı çizgi aşıldı. İsyan fotoğrafları, polisin ağır müdahalesi, ‘kırmızılı kadın’, ‘duran adam’ imajları ile Gezi olayları her gün birinci sayfadan Fransız medyasına yansıdı. Ve Erdoğan’a “Bunlar malum çevrelerin oyunu” dedirten o başlıklar atıldı: “Taksim, Türkiye’nin Tahrir’i” (Liberation). Fakat Fransız diplomasisi Türkiye’yi bırakmadı, Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’tan “Taksim Tahrir’e benzetilemez, orada seçilmiş bir hükümet var” açıklaması geldi.
Bütün bunlara rağmen Türkiye’den hala ‘kızlı erkekli yurtlar sakıncalı’ gibi açıklamalar gelmeye devam etti. Elysee Sarayı ve Dışişleri koridorlarında kimse neden bu sarmalda ısrar edildiğinin nedenini kavrayamıyordu. Fransa’nın iki büyük gazetesi bu durumu “iktidar sarhoşluğu” ile açıklıyordu. Ve tabi son darbeyi de yolsuzluk iddiaları vurdu. Yolsuzlukla mücadele etmek için gelen bir iktidarın, 3 bakanını istifa ettiren olaylar, bu fotoğrafa eklendi. Fransa’daki en önemli Türkiye uzmanlarından Dorothée Schmid, Liberation gazetesine “Erdoğan kendi pozisyonunu korumak için her şeyi yapmaya hazır. Partisini tehlikeye atmaktan, ülkesini tehlikeye atmaya kadar...” yorumunu yaptı.
Halk 2012 seçimlerinde, daha ilk dönem iktidarı biter bitmez Sarkozy’ye ‘yeter’ deyip, yerine daha ‘sakin, halka yakın, normal’ bir ismi seçti.
Herkesle el sıkışan, trene binen, halk arasına karışan ‘normal’ Cumhurbaşkanı, Sarkozy’nin hep gıpta ettiği, ülkenin en önemli okullarından ENA’yı (Ecole National d’Administration) dereceyle bitiren zeki bir adam. Üstelik de şakacı. Bir dönem Erdal İnönü’nün yapmayı sevdiği zeki şakalarına benzer bir tarzı var. Sosyalist Parti gibi bir cadı kazanını 10 yıl bu özellikleriyle yönetiyor. Kibar olduğu imajına ise, yakın çalışma arkadaşları dahil pek çok kişi katılmıyor. Aşırı sağcı bir babanın eğitiminde, sıkı disiplinle yetişen Hollande hakkında herkes ‘sahte kibar’ diye konuşuyor.
Göreve geldiği ilk gün yağmur altında saatlerce ıslanmış, gittiği pek çok gezide kara bulutlar peşini bırakmayınca işi şakaya vurmuştu: “Biz geldik yağmur geldi. Bereketle yönetiyoruz ülkeyi”
Yağmuru, fırtınalı günler izledi. Daha göreve gelişinin 6’ıncı ayında Bütçe Bakanı’nın 2000’li yıllarda açıp sonra kapattığı ancak kamuoyundan sakladığı İşviçre hesapları ortaya çıktı. Fransa’nın ‘Juge d’instruction’ denilen ve kimsenin dokunamadığı güçlü yetkillerle donatılan, bakan/milletvekili demeden herkesi sorgulayabilen ‘soruşturma hakimleri’ Bakan Jerome Cahuzac hakkında soruşturma açılmasına karar verdi. Ve Hollande derhal, yargılamayı beklemeden Cahuzac’tan istifasını istedi. Cahuzac bakanlıktan istifasını sundu. Ama milletvekili ve parti üyesi kalabilmek için çok direndi. Ancak hem milletvekiliğinden hem de partisinden istifa ettirildi. Halbuki Cahuzac kabinenin ekonomik krizi çözme kapasitesine sahip en önemli beyniydi. Hollande’ın ona su gibi ihtiyacı vardı.
Hollande zor durumdaydı ama aklına soruşturma hakimlerine dokunmak, yargı operasyonu yapmak gibi yöntemler de gelmedi. Çünkü Fransa’da böyle bir girişim Hollande’ın espri anlayışına bile ağır gelir, şaka götürmez, koltuk kaybettirir. Hollande kendisini zayıflatan bu skandalda kimseyi suçlama yoluna da gitmedi. Ne yaptı? Toplumu germeden, Cahuzac’ın istifa açıklamasını yine şakaya vurarak yaptı: “Biliyorsunuz Başbakan Ayrault başkanlığındaki hükümetimizde kadın erkek eşitliği vardı. Ama dün itibariyle bu eşitlik bozulmuştur. Artık kabinemizde kadınlar çoğunluktadır. Çünkü dün Bakan Cahuzac istifa etmiştir. Yanlış anlamayın amacımız kadın sayısını artırmak değildi”... Bu kadar net.
Hollande bu tarzını toplumu gerecek konuları kolaylıkla atlatmak için sık sık kullandı. Papa’nın seçimi sırasında, “Katolik kilisesi kendi yöntemleriyle adayını belirleyecektir. Nasıl olsa bizim adayımız yok” diye dalga geçti. Tarım Fuarı’nda çiftçileri ziyaret eden Hollande’la konuşan bir grup çocuğun, “Aaa sizi televizyonda görüyorum ben” demesi üzerine Hollande yaklaşmış, “Gerçeği daha iyi değil mi?” diye şaka yapmıştı. Çocukların, “Sarkozy’yi görmüyoruz ama” demesi üzerine Hollande, “Onu bir daha hiç görmeyeceksiniz” diye dalga geçmiş, ‘Sarkozy dönüyor’ haberlerini de gömmüştü.
Bazı işler şakaya gelmiyor
Fransa’dan Türkiye’ye son devlet ziyareti 1992 yılında François Mitterrand döneminde gerçekleşti. Gerçekleşti diyorum çünkü genç bir diplomasi muhabiri olarak Mitterrand ve Alain Juppe’nin ziyaretini bizzat izlemiştim.
Mitterrand’ın ziyaretinden 19 yıl sonra bu sefer Sarkozy’nin, Şubat 2011’de G-20 başkanı sıfatıyla gerçekleştirdiği ‘5 saatlik skandal gezi’ye tanık oldum. Aradaki ‘devlet adamlığı uçurumu’ inanılmazdı. Ziyaret diplomatik açıdan onarılması hayli güç yaralar açtı. 20 yıl önce Türkiye’ye gelen Mitterrand’ın Dışişleri Bakanı Alain Juppe, ziyaretin ardından Sarkozy’nin Dışişleri Bakanı oldu. Juppe, Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye 20 yıllık eski gözlüklerle bakarak yıktığı tüm köprüleri, yeniden inşaa etmek için hayli emek verdi. Ama Sarkozy halkla da köprüleri yıkınca Elysee’nin sahibi değişti, Dışişleri’nin yeni kiracısı da Laurent Fabius oldu.
Şimdi yeniden Hollande’ın 27-28 Ocak’ta Türkiye’ye gelişine tanıklık edeceğiz. Ziyarete bir aydan fazla bir süre var ama Ankara-Paris hattında mekik diplomasisi çoktan başladı. Hollande’ın AB yolunda açtığı 22’inci fasıl jestini Ankara, Sinop’ta yapılacak nükleer santral ihalesini Japon-Fransız ortaklığına vererek gördü. Son bir sene içinde Fransa’dan sırasıyla Dış Ticaret Bakanı Nicole Bricq, Sanayi ve Ekonomik Kalkınmadan sorumlu bakan Arnaud Montebourg, AB’den sorumlu Bakan Thierry Repentin ve Suriye konusuyla ilgili de olsa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius Türkiye’ye geldi.
Bu ay içinde ise ziyaretlerin yönü değişti. Heyetler Ankara’dan Paris’e gitmeye başladı. Hatta öyleki, iki heyet aynı anda temaslarda bulunurken Fransız Ulusal Meclisi’nde ya da Elysee’nin koridorlarında çarpışır oldular. Geçtiğimiz hafta TBMM Fransa-Dostluk Grubu Başkanı Mehmet Kasım Gülpınar ve eski Paris büyükelçisi Osman Korutürk’ün de aralarında bulunduğu heyet, Fransız mevkidaşlarının daveti üzerine, TUSİAD Başkanı Muammer Yıldız da Institue Bosphore’un Bilim Kurulu toplantısı için Paris’teydi. Ulusal Meclis’in komisyonlar katında heyetler görüşürken, Fransa’da bulunan Türkiye kökenli işadamlarının çatı örgütlenmesi FETİF de 7’inci katta 30’u aşkın Fransız milletvekilinin katıldığı geleneksel akşam yemeğini veriyordu. Onlarla da yollar çakıştı. Bir günde 3 ayrı önemli etkinlik...
Hollande’ın ziyaretinden ne beklemeli?
Peki bütün bu ziyaretlerde öne çıkan konular neler ? Hollande’ın ziyaretinden ne beklemek lazım? Elysee kulislerine göre, Hollande Türkiye’de büyük kontratlar imzalamaya ya da büyük konuşmalar yapmaya değil, ‘yalnızca gelişinin bile çok önemli olduğunu ve ilişkilerde bir dönüm noktası oluşturacağı’ mesajını vermeye hazırlanıyor. Diplomatik kaynaklar, ‘Hollande gerçekten samimi mi?’ sorumuza, ‘Mesajlar verildi. AB yolunda somut adımlar atıldı. Şimdi Cumhurbaşkanı’nın ziyareti son noktayı koyacak. ‘Bakın 20 yıl sonra buradayım’ diyecek. Gerisi zaten gelir” yanıtını veriyor.
Meclis’in ve Senato’nun nabzını kriz öncesinde ve sonrasında yoklayan Kasım Gülpınar ve İnkar yasasının çıkışı sırasında Paris Büyükelçiliği yapan Osman Korutürk de bu görüşü destekliyor. Kasım Gülpınar, Sarkozy dönemi ile Hollande dönemi arasında ciddi bir fark olduğunu "Fark o kadar büyük ki, Sarkozy dönemindeki her ziyaretimizde bizi geren düşmanca hava gitmiş. Bu sefer herkes bizi kucak açarak karşıladı. Bu da devlet adamlarının tavırlarının ilişkilerde ne kadar önemli olduğunu gösteriyor" sözleriyle anlatıyor.
Papazyan-Hollande buluşması