Her seferinde ‘Artık seyretmeyeceğim,’ dememe rağmen yine ona yenilerek televizyonun karşısındaki yerimi alıyorum. Kabul etmem gerekir ki, artık bu iflah olmaz bir hastalık haline geldi.
Sadece cumartesi geceleri değil, artık gündüz yayınlarını da gözümü dahi kırpmadan, kelime sektirmeden, etrafımda herhangi bir ‘çıt’ sesine dahi tahammül edemeden pür dikkat seyrediyorum. Semra Hanım’ın ‘dayanılmaz çekiciliği’ artık beni de iyice ele geçirmiş durumda. Cumartesi akşamı çocukluk arkadaşlarımla yemek yiyeceğim için aldı beni bir panik.
Uzun zamandır, Ata ve Semra Hanım olmadan geçecek bir cumartesi gecesini düşünemiyorum bile!!! Üstelik bu haftaki karşılaşma çok da önemliydi. Ata’nın ‘yanar döner’ hallerini seyredemeyeceğimi anladığım anda, arkadaşlarıma ‘gelirim’ dediğim için nasıl da kızdım kendime.
Ama şükür ki, teknoloji denen şey var da hemen imdada yetişti. Cumartesi geceki bölümü videoya kaydedip, pazar sabahı gözümün çapağıyla televizyonun karşısına kurulup muhteşem karşılaşmayı saat farkıyla seyrettim de, rahatladım!
Cumartesi gecesinin, Semra Hanım müptelası olan herkes için unutulmaz anları vardır mutlaka. Herkes bir ucundan tutup kendisi için en eğlenceli, en dayanılmaz, en sinirlendiği Semra Hanım vecizelerinden ve ‘Ata sözleri’nden bir tanesini mutlaka beğenmiş ve pazar günü diline dolamıştır eminim.
Benim favorim şu diyalog oldu: Semra Hanım: ‘Canımı veririm ama oğlumu vermem’, Ata: ‘Turşumu kur anne!’
* * *
Sizleri bilmem ama ben ‘Gelinim Olur musun?’ programı sayesinde çok şeyin farkına vardım. Lale Belkıs, Suzan Avcı, Üftade Kimi, Neriman Köksal ve hatta Aliye Rona gibi ‘gerçeküstü’ sandığım, ‘yok artık bu kadar da olmaz’ dediğim karakterlerin sadece Türk filmlerinde yaşamadığını ANLADIM.
Varmış yani bunlardan hayatta da! Hem de mebzul miktarda. Sanal sandığım bütün karakterlerin gerçek hayatta da karşılığı olduğunu anladım yani!
Hani ‘aile ilişkileri eskisi gibi değil’ demelerimizin aslında boş olduğunu, hatta bunu diyen herkesin kökten (!!) yanıldığını, her anneleriyle karşılaşmalarında vıcık vıcık sevgi sözcükleriyle, ıslak ıslak annelerini öpen damat adaylarından, bütün canlı canlı yayınlarda ve hatta elendikten sonra Aydın ile Özlem’in sunduğu ‘Sabah Yıldızları’ programında bile, yarışmadaki gibi el ele oturup, birbirlerinin gözlerinin içine bakan anne+oğul= ilişki(lerinden) ANLADIM!
Annelerin oğullarının, gelin adaylarının damat adayları üzerinden oynadıkları ‘iktidar’ mücadelesini bu programla ANLADIM.
‘Gelinim Olur musun?’ evinden tahliye olanların konuk olmalara doyamadığı, arka arkaya ‘bombalar patlattığı’, bu nedenle seyretmek zorunda kaldığım ‘Sabah Yıldızları’ programı ve öğleden sonra yayınlanan ‘özel’ bölüm sayesinde, ‘müfettiş ruhlu’ bir ulusun parçası olduğumu ANLADIM.
Açılan her telefon, evde yaşanan ‘gizli kalmış’ bir olayı aydınlatmak üzere ediliyor. (Bu arada Aydın’ın ‘ yapıcek misin?’ , ‘sorucez’, ‘birlikte olucez’, ‘gelmiyecak mısın?’ larına da bu sayede alıştım!!)
‘Seyredilmenin’ farkına varıldığında, herkesin nasıl birer ‘oyuncu’ haline gelebildiğini ANLADIM.
Bizim içinde olmadığımız ama seyirci olarak katıldığımız her yaşanan da ne kadar ‘yorumcu ruhlu’ bir millet olduğumuzu, ‘stadyum’ ‘Doksan Dakika’ gibi spor yorum programlarından ve ‘Ben olsaydım öyle mi vururdum o topa...!
Bir çakardım gol olurdu’ diyen futbolsever arkadaşlarımdan anlamama rağmen, bu programla aslında ‘yorumcu ruhumuz’u sadece futboldan çıkarıp, ‘ duygu’ konusunda da geliştirdiğimizi ANLADIM.
Hala ve ısrarla ‘namus’ kavramı üzerinden,’can acıtılmaya‘ çalışıldığını ANLADIM.