BAŞKENT’te çok uzunca bir süredir spor gündemi çok hızlı.
Hatırlarsınız, seçimlerden önce Ankaraspor tartışmaları vardı. Bir kente ait bir takımın nasıl da göz göre göre belediye bürokratlarının malı haline getirildiğini herkes gördü de görmezden geldi. Üstelik üzerine bol bol arsaları, yayın geliri bulunan bir takımın. Gökçek ailesinin Ankaragücü’ne “sahip” olmak için Ankaraspor’u nasıl gözden çıkardığı da herkesin gözü önünde yaşandı. Ama tabi gözden çıkarılan sadece futbol kulübünün birinci ligdeki pozisyonu oldu. Yoksa kulübe ait malvarlığı hala 10 kişi üzerinde duruyor. Bilindiği gibi belediye başkanları profesyonel futbol kulüplerinde başkanlık ve yöneticilik yapamıyor. Ama bakın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, hafta başında Lig TV’de 30 Ağustos 2009’daki Ankaragücü kongresi öncesinde Cemal Aydın ile “oturup pazarlık yaptıklarını” belirterek ne diyor: “Yönetime bir şartla geleceğimizi ifade ettik. (400 delegeyi kabul edin, gelelim) dedik.” Gökçek, kulübün kendisi tarafından yönetildiğini ise “Yönetime geldik 40 trilyon lira borç çıktı” diye kabul ediyor. Peki Ankaragücü yönetimi adına görüşmeler yapmak, “yönetime geldik” ifadelerini kullanmak kulübü yönetmek anlamına gelmiyor mu? Nasıl oluyor da ortada kanun varken, Gökçek 100 yıllık bir kulübün yönetimine ilişkin böyle açıklamalar yapma cesaretini kendisinde buluyor? Televizyon ekranlarında rahat rahat açıklamalar yapıyor, yaptığı pazarlıklar yapacaklarına temel oluşturuyor, restler çekiyor... Neden katıldığı televizyon programlarında bir tane bile spor yazarı, spor adamı, spor muhabiri bu soruları Gökçek’e sormuyor? “Onursal Başkanlık” gibi dışı parlak, içi kof bir ünvanla bunlar yapılabilecekse neden böyle bir yasa yürürlükte? Yoksa bu ülkede bazı kişiler için ayrı bir hukuk sistemi mi geçerli? Bunu ne federasyon görüyor, ne hukuk adamları. Tıpkı Ankaraspor’un malvarlığının göz göre göre el değiştirmesini görmedikleri gibi.
Gerçekten kim utansın
DÜNYANIN en uzun adamı ünvanına sahip Sultan Kösen’in yaşadığı sıkıntıları hem bu köşede hem de Ankara Hürriyet’te bir çok kez okudunuz. Sağlık sorunlarıyla boğuşan Sultan Kösen’e neden devlet elinin uzanmadığı sorusunu defalarca yönelttik. Kösen geçen hafta içinde Medicana International Ankara Hastanesi’nde tedavi altına alındı. Medicana, Kösen’in tüm sağlık giderlerini üstlendi. Özel bir hastane olarak sosyal sorumluluk alanında üzerine yapmış durumda Medicana. Ancak benim yazdıklarım tam da bu konularda düğümleniyordu. Sosyal bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nde olağanüstü koşullara ve durumlara sahip birisinin tedavi olabilmesi için, yaşamını belli bir standartın üstünde sürdürebilmesi için ya bir televizyon programına çıkması ya da böyle özel bir kuruluştan yardım alması gerekiyor. Kısacası devlet böyle zamanlarda ortalıkta hiç gözükmüyor. Hemen yan tarafta 32 yaşındaki Serpil Kılıç’ın iki çocuğuyla birlikte içinde bulunduğu zor yaşam koşullarını okuyacaksınız. Emin olun bu haberin ardından kaymakamlık, belediye başkanlığı ya da bir işadamı Serpil Kılıç’a yardımlarda bulunacak. Yani sosyal yardım alanında münferit bir gelişme sağlanmış olacak.Oysa bakın kucağındaki bir yaşındaki kızı Havva ile pazarlardan atık sebzeleri toplayan Serpil Kılıç ne diye haykırıyor size: “Bu yaşadıklarım elimde olmayan şeyler. Fakirlik benim suçum değil. Sosyal devlet anlayışının işlevi bana yeterince destek olamıyorsa, bu utanç da benim olmamalı.” Gerçekten, kim utansın?