Paylaş
- THE ECONOMIST: The Economist dergisi, “Yaklaşan Gıda Felaketi” diye bir kapak yapmış. Kapaktaki fotoğrafta buğday başaklarına dikkatle bakınca kuru kafalar fark ediliyor. Felaket büyük tamam ama ben yine de buğday ile iskelet kafasını yan yana görmekten pek hazzetmedim. Sanırım acı gerçekleri ben de herkes gibi pek sevmiyorum.
*
- MEZHEP: Siyasetçilerin mezheplerini unutmuştuk ne güzel. O mezhep, bu mezhep... Hiç fark etmiyordu. İyi bir şey söylendiğinde alkışlıyor, eleştirilecek bir şey söylendiğinde hakkını veriyorduk. Tam da böyle bir ortamda niyeti ne olursa olsun Ahmet Şık’ın siyasette mezhep konusunu açması hiç şık olmadı.
*
- ATİLLA TAŞ: Allah affetsin sempatik bulduğum zamanlar olmuştu bu arkadaşı. Fakat gitgide kontrolünü kaybetmiş görünüyor. En son Karadenizlilere saldırmış. Yakışıksız şive taklitleri yaparak... Hayasızca genelleyerek... Yakınındaki biri sarssın kendisini. Kendisine gelmesi için.
*
- KIVANÇ: Eşiyle bir fotoğrafı dönüp duruyor sosyal medyada. Son zamanların açık ara en güzel magazin fotoğrafı... Bir de baba olma duygusuyla ilgili pek anlamlı sözler söylemiş. Hem fotoğraf hem de o sözler paylaşılıyor. Bunun sonucu şöyle olur: Yakışıklılık nedeniyle yüz metre ileriden başlayan Kıvanç, sergilediği bu duyarlılık nedeniyle ileriden başlama mesafesini üç yüz metreye çıkarmış olur.
*
- VATANDAŞLIK: Eskiden milletvekilliği yapmış bir şahıs, şöyle bir palavra sallamış: “8 milyon 800 bin kişi vatandaşlık aldı, 3 milyon 800 bini oy kullanacak.” Kaynağını da şöyle açıklamış: “Yalan söylemeyeceğini düşündüğüm, Türkiye’nin tanınmış bir gazetecisinden duydum. Ona da istihbarat söylemiş.” Hem palavraya hem de palavranın kaynağına bakınca şöyle mırıldandım: Yok artık! Kimler milletvekili yapılmış bu ülkede. Liyakat, ah liyakat!”
*
- FEYYAZ YİĞİT: Feyyaz Yiğit mizahının tiryakisi oldum valla billa. Günlük 15 dakika Feyyaz Yiğit mizahına maruz kalmazsam, sabah uyanır uyanmaz kahve içmemiş gibi oluyorum. Yaşama sevincim gidiyor. Okuduğumu anlamıyorum. Motivasyonum kayboluyor. Kolumu bile kaldıramıyorum. Ne anlıyorsun Feyyaz Yiğit’in mizahından diyorsanız... Mizahın ciddi bir yüz ifadesiyle yapılması gerektiğini anlıyorum.
İZZET Ü İKBAL İLE ÇEKİLMESİNİ BİLMEK
BOŞ konuşmuşsun.
Hatalar yapmışsın.
Partinin tezlerine ters düşmüşsün.
Partinin sözcüsü, senin sözlerini düzeltmek durumunda kalmış.
Ve belli ki senden izzet ü ikbal ile çekilmen bekleniyor.
*
Ama sen ne yapıyorsun?
*
Yapışıyorsun koltuğa. Son bir şans arıyorsun. Israr ediyorsun. Çekilmeyi aklından bile geçirmiyorsun. Yoruyorsun. Şiirler yazıyorsun. Fotoğraflar çektiriyorsun.
Falan.
*
AK Partili Cahit Özkan’dan söz ediyorum.
*
Bu genç arkadaşımıza, siyasette kalıcı olmak istiyorsa...
“İzzet ü ikbal ile çekilmek” ilkesini, kulağına küpe yapmasını tavsiye ederim.
BİR JAPON ATASÖZÜ DER Kİ
1999 krizinde herkesin dilinde şöyle bir söz vardı:
“Çincede ‘kriz’ ve ‘fırsat’ aynı kelimeyle ifade edilir.”
*
Sonra anlaşıldı ki...
Balonmuş bu.
Çincede yokmuş böyle bir şey.
*
Bugünlerde de Cumhurbaşkanı dahil herkes, “Bir Japon atasözü der ki...” diye konuşmaya başladı.
*
Tam böyle gidiyordu ki...
Türkçe bilen Yoshi adlı bir Japon kardeşimiz, sosyal medyada “Böyle bir Japon atasözü yok” diye düzeltmeler yaparak bütün oyunu bozdu.
*
Madem öyle...
Bundan sonra “Bir Sri Lanka atasözü der ki...” diye konuşalım.
Sri Lanka’nın bir Yoshi’si olacak değil ya.
HAK EDİLMİŞ BİR LİNÇ
GÖRÜNTÜYÜ izledim:
Diyarbakır’da Türkiye Gençler Tekvando Seçmeleri yapılıyor. Antrenör, müsabakayı kaybeden sporcusu genç kıza feci bir tokat atıyor.
*
Sonuç: Tokatçı antrenör, sosyal medyada yedi linci.
*
Öyle hak edilmiş bir linçti ki bu... Sosyal medya linçlerine karşı kini, garezi, öfkesi olan benim gibi birini bile memnun etti.
AH ANNE AH
ANNEM Silivri’de oturuyor.
İstanbul’a çocuklarını görmeye geliyor.
*
Tutturduk, “Hiç yürümüyorsun anne. Günde 10 bin adım atmalısın” falan diye.
Önce kafasına yatmadı adım saymak falan.
Sonra nasıl olduysa oldu birden motive oldu.
Her gün Harbiye civarlarından Mecidiyeköy’e kadar yürümeye başladı.
*
Mecidiyeköy’de “Kaç adım attım, bir bakayım” diye telefonunu çıkarmış.
Tam o sırada 13-14 yaşlarında bir kız çocuğu, yanına yaklaşmış annemin.
“Teyze, benim anneme bir telefon etmem gerekiyor. Telefonunuzu verir misiniz?” demiş. Annem de gönülsüzce uzatmış telefonu.
Ve kız çocuğu anında vınnnn....
Telefon gitmiş yani.
*
Polisti, karakoldu, tutanaktı falan...
Uğraşmış durmuş.
*
Akşama doğru eve geldi annem.
Telefon gitmiş, adım sayısını bilmiyor ve üstelik fena halde yorgun...
*
“İyi ki Galata Köprüsü’nün oralara gitmemişsin anne. ‘Kelepir köprü var teyze. Ver bir beş yüz. Köprüye ortak ol’ falan derlerdi sana” diye bolca takıldık anneme.
*
Son durum şu:
Annem artık adım saymaktan tamamen vazgeçmiş durumda.
Ve Mecidiyeköy denilen mıntıkanın en az 15 kilometre uzağından geçiyor.
Paylaş