Paylaş
GİRİŞ
İLK ARABASI FİAT UNO’YMUŞ
ÇOK sade, çok alçakgönüllü, çok kısa ve çok şaşırtıcı bir hayat öyküsüyle başlıyor Berat Albayrak’ın kitabı.
Su gibi okudum bu bölümü.
*
Fatih’te yetişmiş. Dava şuurunu babası Sadık Albayrak’tan almış. Boğaziçi’nde sosyoloji okumak istemiş ama tercihini son anda değiştirip İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü’nü okumuş.
İşte tam bu noktada çok şeker bir not düşmüş Berat Albayrak.
Notta şöyle diyor:
“Sosyoloji tercihimi son gece değiştirmek içimde hep bir ukde olarak kalmıştı. Ta ki Allah bana sosyolog bir eş nasip edene kadar.” Bu cümlenin sonuna bir gülücük işareti kondurulduğunu da vurgulamalıyım.
Üniversite yıllarında Fiat Uno marka bir araba satın almış. Sonra bu arabayı, VW Polo marka arabayla değiştirmiş. ABD’ye giderken bu arabasını satarak kendisine sermaye yapmış.
Ve bir şeker not daha:
“Unutamadığım ilk göz ağrım 1996 model Fiat Uno arabamın izini sürüp 2021 yılında ona yeniden kavuşmam kaderin bir cilvesiydi.”
11 Eylül olayından birkaç gün sonra ABD’ye, hem de New York’a gitmiş. Türkiye’ye döndükten sonra “Yenilenebilir Enerjinin Finansmanı” konusunda doktora yapmış.
GELİŞME
İKİ BAKANLIK, TEK HEDEF
KİTAPTA polemik yok, savunma yok, hücum yok.
Peki ne var?
Şu var:
Yaptığı iki ayrı bakanlık dönemini, kendi bakış açısıyla samimi bir havada yansıtma çabası var.
*
Enerji Bakanı olduğu dönemle ilgili kitapta epey ayrıntılı analizler yer alıyor.
Milli enerjiye ulaşma hedefi... Engellemelere karşı mücadele... Sondaj gemilerinin alınması... Araştırmalara başlanması...
İşin felsefesini ise şu üç cümlede özetliyor Albayrak:
BİR: Bir iddia ortaya koymak.
İKİ: Kendi hakkını savunmak.
ÜÇ: Kendi göbeğini kendin kesmek.
Hazine ve Maliye Bakanı olduğu dönemde ise temel hedefi şu:
Türkiye ekonomisinin spekülatif saldırılardan korunması... Bu tür saldırılar için kullanılan araçların ortadan kaldırılması...
*
Kendi dönemlerinde enflasyonu nasıl alt ettiklerini ise şu cümlelerle anlatmış:
“Enflasyonla mücadelede para ve maliye politikaları arasında tam bir uyum yakalayarak, yüzde 25’ler seviyesinde devraldığımız enflasyonu bir yıl içinde tek hanelerde indirdik. COVID-19 dönemindeki zorlu koşullara rağmen enflasyonu yüzde 11’ler seviyesinde tuttuk.”
*
Albayrak, şu iki konuyu hayati önemde görüyor: Finansal güvenlik ve ekonomide tam bağımsızlık. Bu iki alanda cesur adımlar attığına inanıyor. İtibar suikastlarına bu nedenle uğradığını düşünüyor.
Bugün Türkiye aleyhine yurtdışı kaynaklı spekülatif kur saldırılarının gerçekleşmesinin eskisi kadar kolay olmadığına inanıyor.
SONUÇ
BURASI ÇOK ÖNEMLİ
BERAT Albayrak’ın sonuç manifestosu, hayli umut dolu.
Şöyle diyor:
“Şunu net bir biçimde ifade edebilirim ki biz köprüyü geçtik. Evet! Türkiye Cumhuriyeti olarak köprüyü geçtik. Çok uzun bir süre kalmadı. 2030 yılını dahi bulmadan ekonomik ve refah düzeyi olarak ülke tarihinin en güçlü dönemine gireceğiz. Kişi başı gelir, cari denge, istihdam ve üretim anlamında dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri olma sürecimiz başlayacak.”
*
Sonuç olarak benim söyleyeceklerim ise şunlar:
*
“Berat Albayrak” denilince...
Aklınıza gelebilecek imajları, fikirleri, algıları bir yana bırakın.
Doğru ve objektif bir Berat Albayrak fikrine sahip olmak istiyorsanız...
Kendisini hayli dürüst biçimde anlattığı kitabını mutlaka okuyun.
Hem Berat Albayrak’ı daha doğru bir şekilde tanıyacak hem de ekonomi ve enerji konusunda hayli bilgileneceksiniz.
BU DEVİRDE CAN, MAL, IRZ TEMİNATI VERMEK
ASIRLAR önce...
At üstünde beldeler fethedilirdi.
*
Bir belde fethedildiğinde...
Fetheden kumandan, atını şöyle bir şahlandırır ve ardından fethettiği beldenin ahalisine doğru dönerek şöyle derdi:
*
“Malınız, canınız, ırzınız, inancınız teminatımız altındadır.”
Aradan asırlar geçti.
Devir değişti.
Söylem değişti.
Yaklaşım değişti.
Kurumsallaşma diye bir şey devreye girdi.
Hukuk devreye girdi.
Yazılı güvenceler devreye girdi.
Değişmez kaideler devreye girdi.
*
Ve güvence verme yöntemi, çok esaslı biçimde bambaşka bir şekil aldı.
*
Fakat Maliye ve Hazine Bakanı’mız Nureddin Nebati, sanki aradan asırlar geçmemiş gibi, sanki değişen hiçbir şey olmamış gibi, sanki at üstünde fetih dönemlerindeymişiz gibi...
Yurtdışında yaptığı bir konuşmada yabancı yatırımcılara şöyle seslenmiş:
*
“Biz can, mal, ırz, inanç güvenliğini veren bir ülkeyiz. Malınız da canınız da güven altındadır.”
*
Bu güvence verme yöntemi...
Yabancı yatırımcıyı sakinleştirmekten ziyade ürkütür.
*
Mal, can, ırz, inanç için söze dayalı güvence verme çabası içine girilmesi...
Fransız’ı, Alman’ı, İngiliz’i işkillendirir.
“Burada bir iş var galiba” dedirtir.
*
Biliyorum, Nureddin Bey, iyi niyetli olarak ülkemize yabancı yatırımcıyı çekmeye çalışıyor.
Fakat bu iş, bu yöntemle olmaz.
*
Bunun bugünün diline, bugünün dünyasına, bugünün kavramlarına uygun biçimde yapılması şart.
*
Soruyorum:
İyi niyet taşlarıyla döşeli yol, nerenin yoluydu?
Paylaş