Bugün, bu yaşımda, hálá Türkiye’nin siyasetiyle ilgileniyorsam, Türkiye zorba yönetimlerin esiri olmasın istiyorsam, bunun tek nedeni, bu ülkenin çocuklarının da gelişmiş diyarlardaki yaşıtları gibi huzur ve güven içinde yaşamalarını arzuluyor olmamdan...
Çocuklar iyi yaşasın istiyorum.
Onlara kimse dokunmasın.
Kimse onları hırpalamasın.
İnsanoğlunun, bütün çocukları mutlu görmekten daha büyük ve daha etkileyici bir hayali olamayacağına inanıyorum.
Biz küçük bir çocukken, babam da daha otuzuna bile ulaşmamış genç bir yazardı. Bir gün Mehmet’le beni 19 Mayıs gösterilerine götürdü.
Gittiğimizde henüz stadyum boştu.
Sıralardan birine yan yana oturup gösterinin başlamasını beklemeye koyulduk.
Babam bize takılıyordu, gülüyorduk.
Babasıyla birlikte stadyuma gitmiş her çocuk gibi çok mutluyduk.
Stat kalabalıklaşmaya başlamıştı.
O sırada babam bir arkadaşını gördü sanırım.
"Şimdi döneceğim" deyip arkadaşına bir şey söylemeye gitti.
Babamın arkadaşıyla konuşması uzarken stadyum da doldu.
Ve, bir adam gelip hoyratça "Kalkın bakayım oradan" deyip Mehmet’le beni oturduğumuz yerden kaldırdı.
Kendisi oturdu.
Biz öyle ayakta kaldık.
Ayakta kalmaktan çok aşağılanmış olmaktan, bize çocuğuz diye kaba davranılmasından kırılmıştık.
Bir haksızlığa uğramış olduğumuzu hissediyorduk.
Sonra babam geldi.
Bizi ayakta görünce şaşırdı.
- Ne oldu ? dedi. Niye ayaktasınız.
- Bizi oradan kaldırdılar, dedik.
Babamın yüzü karıştı, o anda, hissettiği öfkeyle, çıkacak bir olayda çocuklarının daha çok korkup üzüleceği endişesi arasında sıkışmıştı sanırım.
Elimizden tuttu.
Birlikte yukarılara çıktık, gerilerde bir yer bulup oturduk.
Zaten minicik olduğumuzdan sahayı zor görüyorduk.
Oturduğumuz zaman babam bize döndü.
- Ben niye yazı yazıyorum biliyor musunuz? dedi.
Şöyle bir durup ekledi.
- Çocukları kimse yerinden kaldıramasın diye.
Altı yedi yaşımdaydım ve "Çocuklar yerinden kaldırılmasın, haksızlığa uğramasın diye yazı yazılması" fikrinden çok hoşlanmıştım.
Demek birileri yazı yazarsa kimse babaları yanlarında yokken çocuklara kötü davranamayacaktı.
Bu düşünce bana eşsiz bir güven vermişti.
Bazen çocukken duyulan bir cümle insanın bütün hayatını etkileyebilir.
Benim hayatımı da etkiledi.
Yazıyla çocuklar arasında bir daha hiç kopmayacak bir ilişki kurdum zihnimde.
Çocuklara iyi ve eşit davranılacak tek sistem olarak sosyalizmi gördüğüm için sevdim solculuğu.
Savaşlara, çocukları ölüme gönderdikleri için karşı çıktım.
Bütün siyasi düşüncelerimin odağında çocuklar oldu.
Bugün, bu yaşımda, hálá Türkiye’nin siyasetiyle ilgileniyorsam, Türkiye zorba yönetimlerin esiri olmasın istiyorsam, bunun tek nedeni, bu ülkenin çocuklarının da gelişmiş diyarlardaki yaşıtları gibi huzur ve güven içinde yaşamalarını arzuluyor olmamdan...
Çocuklar iyi yaşasın istiyorum.
Onlara kimse dokunmasın.
Kimse onları hırpalamasın.
Hepsi, babasıyla stadyuma gitmiş bir çocuk gibi gülümsesin.
İnsanoğlunun, bütün çocukları mutlu görmekten daha büyük ve daha etkileyici bir hayali olamayacağına inanıyorum.
Bunun bir hayal olduğunu bilsem de, bu hayalden hiç vazgeçmeyeceğim.
Belki de bu yüzden, çocuklara kötü davranıldığında, hırpalandıklarında gerçek bir öfke duyarım, elimden geldiğince buna engel olmak isterim.
Adana’da dokuz yaşındaki bir çocuğun ırzına geçildiği iddiasıyla açılmış bir dava olduğunu ve çocukla ilgili birbirinden farklı raporlar verildiğini okuduğumda çok sarsılıp, çok öfkelenmiştim.
Adana Adli Tıp Kurumu’nun verdiği "çocuğa dokunulmamıştır" raporunun İstanbul Adli Tıp Kurumu tarafından yalanlanması, ortada, en hafif tabirle bir "özensizlik" olduğunu gösteriyordu.
Oturup bir yazı yazdım.
Çocukla ilgili "dokunulmamıştır" raporunu veren doktorlar aleyhimde bir dava açtılar.
Şaşırdım.
Böyle şaibeli bir durumda en azından sessiz kalmaları beklenirdi...
Davranışlarının mantıklı bir açıklamasını bulamadım.
Olayı biraz daha kurcalamak gerektiğini hissettim.
Neyyire Özkan, gazetecilik güdüsü kadar annelik güdüsüyle de olayla ilgilendi.
Şermin Terzi, olayı anlamak için Adana’ya gitti.
Gördüğü, gerçek bir dramdı.
Dokuz yaşındaki küçük çocuk tümden sahipsiz gözüküyordu.
Üstelik yaşadıklarından haklı olarak çok kötü etkilenmişti.
Duyduklarımdan ben de çok etkilendim, etkilenmemek de mümkün değildi.
O haberin gazetede çıktığı gün ben de "Adı Olmayan Çocuk" diye bir yazı yazdım.
Olayı anlattım.
Ne oldu?
Hakkımda bir dava daha açıldı.
Bağcılar Basın Savcısı, "yürümekte olan bir davaya müdahale ettiğimizi" iddia ediyordu.
Halbuki davanın seyriyle ilgili bir şey söylenmiyordu.
Sanıkların suçlu olup olmadığına dair bir yorum yoktu.
Zaten suçlu olup olmadıklarını da bilmiyorduk.
Biz sadece, Adana Adli Tıp Kurumu’nun, İstanbul tarafından yalanlanan o raporu nasıl verdiğini soruyorduk.
Ama Bağcılar Savcısı, davayı açarak bunu sormamızı engellemeye çalışıyordu. O zaman bir soru daha çıktı karşımıza.
Niye yapıyordu bunu?
Neden bu olayla ilgilenmemize engel olmaya, bizi bu olaydan uzak tutmaya çalışıyordu?
Açılan her davanın bir amacı vardır.
Bu davanın amacı neydi?
Hangi hukuki kriterlere dayanıyordu?
Geçen gün bu davadan yargılandım.
Mahkemenin savcısı, iddianameyi hazırlayan değildi, başka bir savcıydı.
Davanın dayandığı hukuki kriterleri ve Bağcılar Basın Savcısı’nın iddianamesini yeterli bulmadığından "beraatımı" istedi.
Mahkemenin yargıcı da beraat kararı verdi.
Mahkemedeki savunmamda Bağcılar Savcısı hakkında bir idari soruşturma açılmasını talep ettim.
Ve savunmamda şunu söyledim:
"Bakın bu ülkede hepimizi utandıracak boyutlarda bir çocuk pornosu rezaleti var.
Küçücük çocuklar rezilce arzulara alet ediliyor.
Bu çocukları yargı korumayacaksa kim koruyacak?
Eğer yargı bu çocukları koruyorsa, neden yanlış rapor verenler değil de, çocuklar konusunda titiz ve dikkatli olunmasını söyleyen bir yazar yargılanıyor?
Niye bu sanık sandalyesinde ben oturuyorum?
Yanış rapor veren doktorlar nerede?
Niye sanık sandalyesinde değiller?
Neden bunun hesabı onlardan sorulmuyor?
O doktorları kim koruyor?
Yanlış raporlar veren ve bu konuda kendilerine hesap sorulmayan insanlar olursa, çocuklarımızı nasıl koruyacağız?
Ciddi bir tehdit altında oldukları görülen o kimsesiz ve fakir çocukları kim koruyacak?"
Yargılandığım mahkemenin savcısı ve yargıcı, bu ülkede hukuku ciddiye alan hukukçular olduğunu da kanıtladılar.
Kendilerine minnettarım.
Beni beraat ettirdikleri için değil.
Çocuklara kötü davranacak olanların çekinmesi gereken hukuki bir otorite bulunduğunu bu ülkeye gösterdikleri, tedirgin insanlara güven verdikleri için.
Adını bile yazamadığımız o küçük çocuğun başına gelenler hakkında şimdi daha net bilgilerim var.
Bir felakete uğradığını biliyorum.
Onun güvenilir bilim adamları tarafından yeniden muayene edilmesini istiyorum.
Eğer yanlış rapor verdikleri ortaya çıkarsa Adana’daki doktorların yargılanmasını istiyorum.
Bağcılar Savcısı’na bu kadar hayati bir konuda neden bizi bu davadan uzak tutmaya çalıştığının sorulmasını istiyorum.
Bunları Adalet Bakanı’ndan ve Adalet Bakanlığı’nın üst düzey bürokratlarından istiyorum.
Aldırmayabilirler.
Küçük bir çocuğun dramına omuz silkebilirler.
Çeşitli nedenlerle birilerini korumaya çalışabilirler.
Böyle davranmayacaklarını umarım.
Çocuk pornosu denilen o rezilliğin bütün toplumu sarsacak biçimde patladığı bu ülkede, yeryüzünün en iğrenç suçunu işleyenlere, bunu yapanların da, buna müsamaha gösterenlerin de, olayların örtbas edilmesini sağlamaya uğraşanların da hukuktan kaçamayacaklarını göstermek onların görevi.
Aksine davranmak, yalnızca rezil insanları cesaretlendirmeye yarar.
Ve, bunu yapmanın bedeli ağırdır.
Ben altı yaşımdayken beni yerimden kaldıran adamı unutmadım.
Bu toplum, çocuklarına saldıranları ve onları korumaya kalkanları hiç unutmaz.
Bu ülkenin yazarları var, gerçek hukukçuları var, gazetecileri var, namuslu, vicdanlı insanları var.
Onların adına da konuşabileceğime inanıyorum.
Biz bu çocuğu da, diğer çocuklarımızı da korkunç bir kadere teslim etmeyeceğiz.
Yazı bunun için var çünkü, eğer bu işe yaramayacaksa yazı başka hiçbir işe de yaramaz.