Paylaş
Bütün spor kamuoyu elbirliğiyle Burak Yılmaz’ın iyi futbolundan dem vurup bu hareketleri yapmaması için yazıp çiziyor, sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar konuşuyorduk programlarda. Kimimiz eleştiriyor, kimimiz akıl veriyor, kimimiz yol göstermeye çabalıyorduk. “Hakikaten” diye düşünüyorduk herhalde “Hakikaten ne gerek var ki bu hareketlere?”
Ben de kendimce saf saf bir takım çabalar içindeydim. Burak Yılmaz’la ilgili azıcık iyi bir şey olsa, o şeyin en iyi tarafını bulup çıkarmaya debeleniyordum. O korkunç lakap üzerine yapışmasın istiyordum. Gençti çünkü. Başka türlü olabileceğine inanıyordum çünkü. E ben de daha gençtim çünkü.
Mesela Ronaldo’yla karşılaştırıldığında “Ben kesinlikle öyle bir ukalalık yapmıyorum, o çok büyük bir futbolcu” demişti bir keresinde. “Biraz olsun onunla yarışıyor olmam bana gurur veriyor. Ona karşı oynayacağım için ayrı bir heyecanlıyım” diye devam etmişti.
Ben de hemen atlamıştım. “Bakın bakın” demiştim “Burak Yılmaz kendini yerden yere attığı günlerden uzaklaşıyor; samimi, sahici ve mütevazı konuşmalar bunlar.” “Bakın ‘Kimseyle karşılaştırılmak istemem’ klişesine sığınmıyor, ‘Onunla kıyaslanmak güzel ama’ diye başlayarak lafı kendine çevirmiyor, ‘Kulvarlarımız farklı’ ezberini yineleyip kendini komik duruma düşürmüyor. Bakın ‘Real Madrid’i eleyemezsek kimse üzülmesin, maçların güzelliğini yaşayalım, bunu hak ettiğimizi düşünüyorum’ cümlesinde, yenilgiyi baştan kabul etmek değil, elde edilmiş başarının tadını çıkarmayı istemek fikri var. Aa bakın Burak Yılmaz ‘Kazanmasını bilmek’ klişesini öldürüp yerine ‘Kaybetmeyi bilme’yi koydu” filan diye şeyler yazıyordum. “Burak Yılmaz yılmayacaksa bunlardan yılmasın” diyordum. Öyle olmadı.
Burak Yılmaz hem özel hayatında hem futbolculuğunda kabul edilemez noktalara taşıdı kendini. Kendisine takılan o lakaba akıl almaz biçimde sahip çıktı. Benim şahsi futbol tarihi kitabımın sevimsiz bir başlığı olarak rafa kalktı bir süre sonra. Şimdi kitabı oradan çıkarıp adını tekrar anıyorsam o kitabın kıymetli başlıklarından birine çarptığı içindir.Burak Yılmaz Beşiktaş’ın başında bir süredir malum. Bu, tek başına başka yüzlerce yazının konusu olur, bir kenarda dursun. Diğer bir kenarda da mücadelenin sonunda “Bizim ülkemize gelip, bizim oyuncularımıza saygısızlık, terbiyesizlik yapılmasını kabul etmeyeceğim” gibi abuk sabuk, saldırgan, hatta ırkçı açıklaması dursun. Hepsinin zamanı var, yazar çizeriz, konuşuruz.
Ama “Hoca olmak isteyen sevgili büyüklerimiz var, kanal kanal gezen büyüklerimiz var” diye gözleri Rıza Çalımbay’a çevirmesi bir kenarda durmasın. Onu hemen konuşalım.
Benim haddime değil burada Rıza Çalımbay’ın kıymetini anlatmak. Sığmaz da zaten buralara. Şu kadarını hatırlayalım: Çalımbay Beşiktaş’ın A Takım kadrosuna 1980-81 sezonunda çıkar. Orta sahanın sağı artık onundur ama orta sahanın ortasının ve sağbek mevkiinin jokeridir. A takımda 16 sezonda 41 gol atar. Birinci lig tarihinde en çok forma giyen Beşiktaşlı futbolcu unvanını kazanır. Futbol yaşamı boyunca sadece Beşiktaş formasını giyen Rıza Çalımbay, çok çalışır, çok sevilir. Beşiktaş’ın “Atom Karınca” lakaplı kaptanı olur.
16 yılda 6 Lig, 3 Türkiye Kupası, 4 Cumhurbaşkanlığı, 1 Başbakanlık ve 6 TSYD Kupası şampiyonluğu yaşayan Çalımbay, 37 kez A, 8 kez Ümit ve 6 kez de Genç olmak üzere toplam 51 kez Milli formayı giyer. 1996 Temmuz’unda futbolculuğu bıraktır. Rıza Çalımbay, kimilerine göre “Yaşayan en büyük Beşiktaşlıdır.”
Bana göre lakabını çalışmaktan alan bir büyük futbol emekçisidir. Şimdi biraz ağır olacak ama buraya Burak Yılmaz’ın yazı boyunca ısrarla yazmadığım, çok utandırıcı bulduğum, kendisinin üstüne yapışan o berbat lakabın ve Rıza Çalımbay’ın “Atom Karınca” lakabının ironisini bırakıp gideceğim. Artık kırkına merdiven dayadı çünkü.
Artık başka türlü olamayacağını düşünüyorum çünkü. E ben de hiç genç değilim artık çünkü.
Paylaş